A password will be e-mailed to you.

Tanıl Bora’nın derlediği "Sayfiye: Hafiflik Hayali" (İletişim Yayınları), sayfiye gerçekliğine hem sosyolojik hem de kişisel bakışları bir araya getiriyor. 

‘’Koca bir yazı çekirdek içleyerek, sinamalarda geçirdim /Taban teptim sokaklarda,

tırnak yedim uyudum /Denize baktım usanmadan, ölüme inandım, güzel çok güzel

olduğunu düşünerek /Güzelim, düşünerek, çekirdek içleyerek /

Güzelim, çekirdek içleyerek, koca bir yaz geçirdim, şimdi yorgunum biraz’’

 

100. doğum yılını kutladığımız büyük şair Oktay Rifat, ‘Koca Bir Yaz’ şiirinde sıkıntılı bir yazdan bahis açıyor sevdiğine. Tırnak yiyip çekirdek çitleyerek geçirilen ‘koca bir yaz’. Ama işte tam da buradan vuruyor insanı. Çünkü ‘koca bir …’ deyimi mevsimlerden sadece yaza yakışıyor.  Hele de şimdiki gibi, özlemle beklenen yaz mevsiminin henüz başındayken. Sanki upuzun, hiç bitmeyecekmiş gibi görünen bir zamandan bahseder gibi.

Yaz demek çoğunlukla ‘sayfiye’ demek. ‘Yazlık, yazlık evi yazın yaşanacak yer’. Tabii ulaşabilenler için. Daha çok şehirlilerin, şimdilerde zor olsa da eskiden orta sınıfların da erişebildiği bir zevk diyelim ya da. O upuzun, bitimsiz kafa dinleme halinin mekanlaşmış hali. Kış boyunca özlemi çekilen yer. Bazen bir sahil kasabasında ya da köyünde, bazen bir dağ eteğinde, uzaktaki o ev…

Şimdilerde pek çok kavram gibi ‘sayfiye’ de içi boşaltılan bir sözcük oldu çıktı.  Hatta öyle anlam kaymasına uğradı ki,   ‘Google’ da sayfiye yazıp görsel aradığınızda karşınıza gelen ilk fotoğraflar çok katlı, teras bahçeli lüks konut projelerine ait olabiliyor. ‘’Sayfiye bilmemne’ projesinden siz de uygun taksitlerle ev sahibi olmak istemez misiniz? İstanbul’un yanı başında doğayla iç içe  ‘sayfiye’ ruhunu yaşatan bilmemne procesi sunar….’’

İçi boşaltılmadan önce ‘sayfiye’ ne anlama geliyordu, sayfiye ruhu nasıl bir şeydi? Bu icat nasıl çıkartıldı? Osmanlı modernleşmesi sayfiyeyi nasıl yaşadı, 1950 ve sonrası güzelim kıyı coğrafyamızda başlayan ilk inşaat hamleleriyle bugün birbirinin benzeri beton sayfiyeler nasıl ortaya çıktı? Sayfiye bir çocukluk hayali midir?

Tanıl Bora’nın derlediği, aralarında Cihan Aktaş, Sema Aslan, Onur Baştürk, Gaye Boralıoğlu, Murat Daltaban, Feridun Düzağaç, Borga Kantürk, Murat Meriç’in de yer aldığı 22 yazar, akademisyen, müzisyen, sanatçının sayfiye üzerine, serbest bir halet-i ruhiye ile yazılmış yazılardan oluşan ‘’Sayfiye: Hafiflik Hayali’’ ( İletişim Yayınları) , sayfiye gerçekliğine hem sosyolojik hem de kişisel bakışları bir araya getiriyor.  

Atatürk’ün yazlık çalışma mekanı olarak seçtiği Yalova’nın ‘resmi sayfiye’ tarihimizdeki yerinden tutun da turizmin yıldızı diye sunulan Belek’e, Diyarbakırlıların nefes aldığı Hazar Gölü’ne ‘cennet vatanın’ dört bir tarafından sayfiye yerlerine dair gözlemler, notlar, hatıralar var bu kitapta.

Tüm yazılar son derece leziz ancak özellikle 80’lerde bugüne Yalıkavak’ı anlatan Levent Şentürk’ün metni özel ilgiyi hak ediyor. Sünger, adaçayı, defne ve zeytin kokan 80’lerin ‘bakir’ toprağı Yalıkavak’ın 2000’lere uzanan baş döndürücü ve inşaata dayalı ‘kalkınması’ ibretle okunuyor. Bodrum yarımadasını 2020’lerde bekleyen ‘tık nefes kent’ olma kabusu rahat kaçırır cinsten. Ve hepimizin kendisine sorması gereken o kaçınılmaz soru; ‘Peki ben bu talanın neresindeyim ve bilir bilmez ona nasıl katkıda bulunuyorum?’’.

Yaz mevsiminin tatlı rehaveti eşliğinde, tadına doyumsuz bir okuma vaat eden yazılardan biri de hali hazırda Refik Halid üzerine kitap hazırlığı içerisinde olan Tuncay Birkan’ın ‘’ Refik Halid’in Kılavuzluğuyla 1940’lar ve 1950’ler Türkiye’sinde Sayfiye Hayatı’ adlı yazısı. Gündelik hayatın hoşluklarını benzersiz gözlem gücü ve yazı yeteneğiyle kaleme alan, Türk basın tarihinin en güçlü kalemlerinden Refik Halid Karay’ın ‘sayfiye’ gözlemlerini arşivlerden bulup çıkarmış Birkan. Karay, sayfiye temalı köşe yazılarında çoğu kez başrolü İstanbul’a vermiş, çünkü o yılların İstanbul’u aslında ‘’yazlıkçı şehir’’ . Bugün ise İstanbul’un yaz gelince özlemle kendisine gelinen değil; adeta nefretle kendisinden kaçılan dev bir beton-kent olması ne acıklı değil mi?

1940’larda Anadolu zenginlerinin ve Ankaralı memurların yaz tatillerinde mutlaka İstanbul’da ev tuttuğunu anlatıyor Karay. Ege ve Akdeniz kıyılarının keşfedilmesine ise daha var. O keşif 1980 sonrası Ege ve Güney sahillerinin çekirge misali talanıyla gerçekleşiyor. Karay’ın notlarında bahsettiği ‘yazlık ziyareti’ne dair adabı muaşeret kuralları ise bu latif derlemenin en güzel sürprizi belki de. Aşağıda bu bölümden ufak bir sufleyle yetinelim, gerisini kitapta fazlasıyla bulacaksınız…

 ‘’Bakınız, ziyaretler meselesinde de terbiye kusurlarından doğan rahatsızlıklar- çok candan dostlar ayırdedilirse- ne gibi şeylerdir:


1)     Öğleden önce bir evin – hanım çalışsın, hizmetçiler bulunsun- iş, güç, mutbak, alışveriş ve bir taraftan da çok yerde deniz saatidir, ziyaretten sakınmalı.


2)     Öğle yemeği davetlerini kolayca kabul etmemeğe dikkat lazımdır.


3)     Öğle ikindi arası sükun, istirahat, gündüz uykusu, yaz akşamına istirahatle hazırlık zamanıdır; o saatlerdeki ziyaretler en münasebetsizidir…. (‘Yaz Rahatsızlığı Rahat İmkansızlığı’, Tan, 8 Ağustos, 1943, Refik Halid Karay)

 

Ve son bir notla bitirelim: 29 Haziran’a dek Depo’da görülebilecek olan, küratörlüğünü Borga Kantürk’ün yaptığı ‘’Sahibinden Sayfiye’’ sergisi kitapla paralel olarak, sayfiye kavramıyla bir buluşma imkanı daha sunuyor. Herkesin gönlüne göre,  ‘koca bir yaz’ı olsun…

Daha fazla yazı yok
2024-04-26 13:03:46