A password will be e-mailed to you.

Yerebatan Sarnıcı’nda birkaç yıldır devam eden restorasyon uygulaması yakın zamanda tamamlanıp ziyarete açılması vesilesiyle yazılı, görsel ve sosyal medyada yazılıp çizilen restorasyon güzellemelerini görünce akla doksanlı yıllarda meşhur olan bir şarkının sözleri geliverdi:
Seni anan benim için doğurmuş, Hamurunu benim için yoğurmuş…

Bizans İmparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılan Yerebatan Sarnıcı, İstanbul’un önemli anıt eserlerinden birisidir. Asıl ismi muhtemelen Ayasofya’nın yanında olması sebebiyle Bazilika Sarnıcı olan bu görkemli yeraltı sarnıcı, suyun içinden sonsuzluk hissi vererek yükselen mermer sütunları sebebiyle halk arasında Yerebatan Sarayı olarak da isimlendirilmiştir.
Uzunluğu 140 m, genişliği 70 m olan dikdörtgen planlı sarnıçta her biri yaklaşık 9 m yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Sütunların arasındaki 4.8 metrelik açıklıklar tuğla kemerlerle geçilmiş ve sarnıcın üstü de yine tuğla tonozlarla örtülmüştür. Görünüşe göre büyük bir çoğunluğu önceki dönem yapılarından devşirildiği anlaşılan ve çeşitli mermerlerden yontulmuş sütunların büyük bir kısmı tek parçadan, bir kısmı da iki parçadan oluşmaktadır. Sütun kaide ve başlıklarında da devşirme malzemeler dikkat çekmektedir. Başlıkların yaklaşık üçte biri Korint, bir kısmı da Dor üslûbundadır. Sütunların birkaç özel kesitli olanı hariç büyük bir kısmı sade ve daire kesitlidir.

Restorasyon Güzellemesi Yapılacak Bir Şey Miydi?

Bu genel hatırlamalardan sonra, asıl konumuz olan restorasyona gelelim. Sarnıcı yakın zamanda gezme imkânı buldum. Bu sıralar önünde biriken büyük kalabalıkta sıra beklememek adına ziyaret için sabah erken bir saati tercih ettim.
Ziyaret sırasındaki gözlemlere geçmeden önce, restorasyon kavramının anlamı hakkında birkaç cümle sarf etmek gerekli görünüyor. Ülkemizde, batıdan devşirilmiş pek çok kavramın gerçek anlam ve bağlamından koparılarak farklı ve çoğu zaman da çarpık bir anlamda kullanılması gibi, restorasyon da gerçek anlamından farklı bir manada kullanılıyor. Öncelikle restorasyonun koruma ile aynı anlama gelmediğini anlatmak gerekli. Bir başka ifadeyle kültür varlıkları söz konusu olduğunda esas olan koruma (konservasyon), restorasyondan daha öncelikli, daha muteber ve çok daha önemlidir. Eğer bir varlık yeterince korunamamışsa çeşitli teknik ve yöntemlerle müdahale etmek gerekebilir. Korumanın çeşitli teknik ve yöntemlerinden birisi olan Restorasyon, kelime anlamı itibariyle müdahaleci bir koruma uygulamasını ifade eder. Eğer tarihi binalarımızı yeterince korursak, restorasyona da pek gerek kalmayacaktır. Ezcümle, restorasyon güzellemesi yapılacak bir şey olmaktan ziyade, sadece mecbur kalınan ve bazen de bu sebeple içimize sinmese de sineye çekmek zorunda kalınan müdahalelerin bütünü iken, ülkemizde güzellemelere konu olan bir kavrama dönüşüvermiş durumdadır. Maalesef, restorasyon adı altında gerçekleştirilen pek çok sorunlu uygulamayı da hatırda tutarsak, esasen restorasyon uygulaması yapılmamış eserleri, yapılmışlara tercih etmek günümüzde pek mümkündür. Keşke tüm kültür varlıklarımıza kapsamlı müdahalelerin söz konusu olduğu restorasyon uygulamalarına gerek kalmayacak şekilde iyi bakıp koruyabilsek de hiç restorasyon yapmak zorunda olmasak temennisiyle bu uzun bahsi kısaca kapatmış olalım.

Sarnıca girerken ilk dikkat çeken konu işletme yöntemiyle ilgili.

Malum olduğu üzere, mesleki ve bilimsel ilerlemenin yolu tenkitten geçer. Eğer yararlanma gayesi olursa, yapıcı ve objektif tenkit, her zaman bulunmaz bir fırsattır. Bununla birlikte, tenkit etmek, çoğu zaman yapmaktan daha kolay görülse de onsuz ilerleme de mümkün değildir. Ancak tenkit etmek, elbette yapanların sarfettiği emeği görmezden gelmek anlamına da gelmez ve gelmemelidir. Bu çerçevede, ülkemizin koruma faaliyetlerine ve restorasyon adı altındaki uygulamalara farklı bakışların da mümkün olabileceğini hatırlatmayı amaçlayan bu yazıdaki tespitlerin yapıcı tenkitler olarak görülmesi ümid edilir.

Sarnıca girerken ilk dikkat çeken konu işletme yöntemiyle ilgili. Ülkemizdeki pek çok müzeye giriş için kullanılabilen müzekart sistemi burada geçerli değil. Bu yüzden müzekart sahiplerinin ve yine bakanlık müzelerince tanınan diğer giriş kartlarına sahip olanların girişte bir ücret ödemesi zorunlu. Çağımızda pek çok sistemin birbirine entegre edildiği düşünülürse bu bir eksiklik veya zayıflık, ayrıca özellikle de yerli ziyaretçiler için ek bir maddi külfet olarak görülebilir.

Gezi Platformu

Girişteki gişelerden geçtikten sonra, ziyaretçiyi kare biçiminde boşlukları olan bir ızgara şeklinde metal yürüme platformu karşılıyor. Tüm merdiven basamakları ve sarnıç zeminindeki yürüme yollarında bu delikli ızgaranın tercih edildiği görülüyor. Sarnıcı bir güzergahı takip ederek gezdiren bu metal ızgara platform görünüşü itibariyle iyi olsa da özellikle işlevsel açıdan bazı sorunlar barındırıyor. Mesela eğer bir topuklu ayakkabı giymişseniz, ızgara üzerinde yürüme imkânınız yok. Ziyaretçilere yönelik talimatlarda topuklu ayakkabı sınırlaması getirilmesi gerekli gibi görünüyor.

Gezi platformundaki bir diğer sorun ise korkuluklarla ilgili. Oldukça sade ve yine iyi görünen korkuluklar, standartlar ve güvenlik gereklilikleri açısından bakılırsa oldukça kısa ve tehlike oluşturabilecek kadar geniş aralıklara sahip. Eğer ziyarete çocuğunuzla gitmişseniz, elini hiç bırakmamalısınız, yoksa ara ara ışıklar da kararıp zifiri karanlık çöktüğünde çocuğunuzu suyun içinde bulabilirsiniz. Sarnıç zemini ve suyun yüksek olmadığı düşünülürse, bu ufak gibi görünen güvenlik zafiyetinin önemli bir soruna yol açmayacağı söylenebilirse de yine ziyaretçilerin dikkatli olması gereken konulardan birisi olarak gözüküyor. Gezi platformunda tercih edilen malzeme ve tasarım kararlarıyla ilgili bu güvenlik riskleri ve işlev sorunları herhangi bir yerde fazla önemli görülmeyebilirken, erişilebilirlik konusunda hiçbir engel olmaması ve risklerin en aza indirilmesi gereken müzelerde göz ardı edilemez gibi görünüyor.

Fantastik Dokunuşlar Vartası!

Restorasyon sonrası sarnıç genel itibariyle iyi görünüyor. Bununla birlikte, uygulama öncesi hatırlanacak olursa, zaten restorasyonda bazı derz onarımları, temizlik ve yalıtım gibi temel ve basit uygulamaların yapılabileceği de belliydi. Ancak bu basit ama basitliği kadar da gerekli ve isabetli uygulamalar bazı kimseleri pek tatmin etmemiş olsa gerek ki, mekânda çeşitli fantastik dokunuşlar yapma isteği ortaya çıkmış.


Fantastik uygulamalardan ilki, elbette ki, açıldığı günden bu yana tepki çeken aydınlatmalarla ilgili. Mekânda kırmızı, beyaz, yeşil vb. pek çok farklı renk tonunda ışıklar yayan göz alıcı (bu kelime gerçek anlamında kullanılmıştır, ışık kaynaklarının bazıları gezi sırasında doğrudan ziyaretçinin görebileceği tarzda yönlendirildiğinden insanların gözünü kamaştırmaktadır) pek çok armatür kullanılmış. O kadar çeşitli ve çok sayıda ışık kaynağı kullanılınca kaçınılmaz olarak dinamik bir aydınlatma senaryosuna ihtiyaç duyulacağından, zamana bağlı olarak ışık kaynaklarının hem türü hem de konumlarının münavebeli olarak değiştiği oldukça tuhaf bir dinamiği olan aydınlatma kurgusu ortaya çıkmış.

Karanlıkta birbirini zor gören insanlar bazen fark etmeden birbiriyle çarpışıyor.

Ziyaretçi, gezi platformunda yürümeye başlayınca, aydınlatma konusunda medyada çeşitli tenkitlere de konu olan sorunların oldukça ötesinde rahatsız edici, yersiz ve gereksiz bir kurguyla karşılaşıyor. Yürürken sürekli surette farklı konum, açı ve renklerdeki ışıkların değişimi size eşlik ediyor. Oldukça hızlı bir döngüsü olan bu değişim sırasında bazen tüm aydınlatma elemanları kapanıp zifiri karanlıkta kalıyorsunuz. Olağan bir hızda gezen ziyaretçi, gezi rotasında en az 3-4 defa bu karanlık senaryosuyla karşılaşıyor. Karanlıkta birbirini zor gören insanlar bazen fark etmeden birbiriyle çarpışıyor. Turist rehberleri tarafından yapılan şikayetler sonucu döngü süresi uzatıldığı söylense de zaman zaman gece kulübü hissi veren bu aydınlatma cümbüşü sarnıcı huzurlu bir şekilde gözlemleyerek gezmekten mahrum bırakarak ziyareti sabote etmeyi başarıyor. Sarnıcı baştan sona dolaştığınız halde detayları düzgünce fotoğraflamak için epeyce vakit harcayıp eğer varsa ve yakalayabilirseniz uygun aydınlık saniyeleri yakalamanız gerekli. Olağan ve makul bir gezi süresinde buna muvaffak olmak neredeyse imkânsız. Hal böyle olunca ziyaretçi mekanın bir parçası olmaktan ve anıtın derin tarihiyle empati kurmaktan uzaklaşırken vasat ışık oyunlarının bir oyuncağına dönüşüyor.

Bizans eserleri de tuğla dokusu ile öne çıkarken ve ayrıca mekânda bunca sıvasız unsur varken bazı duvarların sıvanmış olmasının sebebi yok

Sarnıçta gezerken bazı farklı detaylar da dikkat çekiyor. Mesela sarnıcın kemer ve tonozları tamamen sıvasız iken bazı duvarların sıvalı olduğu görülüyor. Eğer ilginç aydınlatma gözü yanıltmıyorsa, duvarlardaki sıvaların da yenilenmiş gibi görünüyor. Bizans eserleri de tuğla dokusu ile öne çıkarken ve ayrıca mekânda bunca sıvasız unsur varken ve de işlev açısından da pek bir anlamı yok iken bazı duvarların sıvanmış olmasının sebebi pek anlaşılamıyor. Acaba mekânda bir kontrast mı oluşturulmak istendi diye akla gelse de doğal özgün doku yerine suni yeni sıva dokusunu tercih etmek pek kolay değil.

Bir diğer dikkat çekici detay da bir sütün başındaki uygulamayla ilgili. Muhtemelen korozyon sebebiyle büyük bir parçasını kaybeden mermer sütun başlığında sıva ile bütünleme yapılmış gibi görünüyor. Tek bir noktada olduğu düşünülen bu uygulamada tercih edilen malzeme, doku ve teknik göz tırmalayıcı görünüyor.

Mekânda çeşitli heykellerden oluşan bir sergi de gezi rotasında size eşlik edecek şekilde konumlandırılmış. Eserlerin kritiğine hiç girmeye gerek görmeden, sergi tercihinin anıtın çok katmanlı özgün karakterini anlamayı kolaylaştırmak ve desteklemek yerine yine mekâna değeri kendinden menkul ilginç yönler katmaya çalışma saikiyle yapılmış gibi görünüyor. Uzun süredir kapalı olan sarnıç tekrar açılmışken, dikkati eserin bizatihi kendisinden başka yönlere çeken bu uygulamalar da hem yersiz hem de zamansız bir his uyandırıyor.

Neticede Justinianus Yerebatan’ı restore edilsin diye inşa etmiş olamayacağına göre, restorasyonun eserin kendisinin önüne geçiriliyorsa, orada bir terslik var

Bir restorasyon uygulamasında müdahale ne kadar az ise o uygulamanın başarısı o derece fazladır. Yerebatan Sarnıcı mimari ve yapısal anlamda fazla müdahale yapmayı gerektirmeyecek bir eserdir. Esasında yapılan onarım uygulamaları da bu çerçeveye uyduğu için genel itibariyle iyi görünmektedir. Ancak gerek gezi platformundaki tasarım tercihleri gerekse de aydınlatma cümbüşü hem eseri hem de yapılan iyi onarımı gölgeleyecek bir boyuta ulaşmış gibi görünmektedir.
Yapılan restorasyonu sanki eserin kendisinden bile daha önemliymiş gibi güzellemek pek makul bir şey olmasa gerek, zira hiçbir restorasyon, öznesinden daha önemli olamaz. Neticede Justinianus Yerebatan’ı restore edilsin diye inşa etmiş olamayacağına göre, restorasyonun eserin kendisinin önüne geçiriliyorsa, orada bir terslik vardır… Bir kısım insan heyecan içinde yaptıklarını biraz da mübalağa ederek sunmakta beis görmemiş olabilir, ama unutmayalım ki medhin mübalağası zem’dir ve her şeyin aşırısı da zıddına döner.
Sizi bilmem ama, ben fantastik filmleri hiç sevmem, merak edip de hiç izlemem, onun yerine her zaman gerçek hayat hikayelerini konu alan filmleri tercih etmişimdir. Çünkü dünya hayatı yeterince ilginç, fazladan fantastikliğe hiç mi hiç lüzum yok.
Yerebatanı olduğu gibi, hiçbir kimsenin tercihinin müdahale ve telkinine maruz kalmadan, çok katmanlı özgünlüğünü teneffüs ederek ve çarpıcılığıyla yüzleşerek gezmeyi isterdim, maalesef bu pek mümkün olmadı. Hak ettiği sadelikten uzak ve zaten bünyesinde mevcut olan eşsiz derinlikteki ruhu ve özgünlüklerinin çarpıcı etkisini olsa olsa ancak hafifletmeye yarayan ucuz uygulamalarla (mali bir anlamda değil) tuhaf bir mekâna dönüştürülmeye çalışılan Yerebatan’dan ayrılırken, gerçek bir hikâye izlemek için gelmişken araya sıkıştırılmış, avam eğlencesi türünden tatsız popülist promosyon fragmanlarını izlemek zorunda kalmanın şaşkınlığı zihinde belirginleşiyor.

Fantastikliğe hiç gerek yok, Yerebatan’ın kendisi zaten yeterince ilginç… Ne demişti Mies Van der Rohe; less is more…

Ömer Dabanlı Kimdir?

2005 yılında İTÜ İnşaat Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümünde, 2007 yılında ise İTÜ Mimarlık Fakültesi, Mimarlık bölümünde lisans eğitimini tamamladı. 2008 Yılında İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü’nde, Yapı Mühendisliği alanındaki yüksek lisans eğitimini, Tarihi Yığma Yapıların Deprem Performansının Belirlenmesi: Hırka-i Şerif Camii isimli tezini tamamlayarak yüksek mühendis unvanını aldı. Ardından aynı enstitüde Restorasyon alanında başladığı doktora eğitimini, Nur-u Osmaniye Camii’nin Deprem Performansının Belirlenmesi ve Koruma Önerileri isimli teziyle 2016 yılında tamamladı. 2011 yılından bu yana, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Mimarlık ve Tasarım Fakültesinde öğretim görevlisi olarak çalışmakta ve aynı zamanda üniversite bünyesindeki Vakıf Kültür Varlıklarını Koruma Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin direktörü olarak görev yapmaktadır. ICOMOS Türkiye Milli Komitesi üyesidir.

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 11:02:19