A password will be e-mailed to you.

Genco Gülan, Genç Etkinlik’ten salon komşusu Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmini yazdı. Hazır Nuri Bilge Ceylan beyazperdeden çağdaş sanatın beyaz kübüne doğru büyük adımlarla ilerlerken Contemporary İstanbul’da da fotoğraflarıyla karşımıza çıkmışken bu yazıyı okumanın tam vakti…

 Film, görkemli (pastoral?) kareler ile başlar. Daha girişteki bir kaç dış plan meraklı bir gözde yazı yazma motivasyonunu yaratır. Dakika bir gol bir! Temponun yavaşlığını neredeyse video sanatçısı Bill Viola kadar yetkin kullanan Ceylan’ın manzaraları usta elinden çıkmıştır. Mekan seçimi, Kapadokya, mağara metaforu 10 puan. Kutsal kitapların yazıldığı coğrafya, farklı duyuları ayakta tutar. Fakat iç mekanlara girince durum değişir. Filmdeki karadeliklerden birincisi iç mekan düzenlemelerindeki zaaflar. Ana karakterin Mac, karısının PC kullanması, Aydın’ın bilgisayarının kitaplar arasında gömülmesi hoş detaylar. Lakin etraftaki afişler (Antonius ve Kleopatra vb), kitaplar (Türkçe Sözlük vb.) görüntüyü kurtaramamışlar. Dış plandaki o zarafetten sonra seyirci iç mekanlarda farklı detaylar, yeni sürprizler bekliyor.

Beklentimiz de Doğulu video sanatçılarının düştükleri egzotizm tuzağı değil sadece biraz daha özen. Müthiş kareler var. Kız kardeşin sedire uzandığı planın Abdülmecit Efendi’nin ‘Haremde Goethe’ (1917) tablosuna referansı harikulade. Usta işi.

Fakat dudakları silikonlu, pek botokslu kız kardeş ikinci yarıda nereye kayboluyor?

Senaryoda yakaladığım en önemli ikinci delik filmdeki baş kadın karakterin ilk yarıda kız kardeş, ikinci yarıda eş olarak ortaya çıkması. Yani –bana göre- aynı kadın karakter ikiye bölünmüş gibi… Oyunculara ayıp olmasın diye…Umarım ben yanılıyorumdur.

Tekrar bir övgü; oyunculuklar müthiş; Tabidir ki kendini oynayan Bilginer. (Keşke bir de Müşfik Kenter tonlamalarında çok takılmasa…) ve imamı oynayan Serhat Kılıç gayet etkileyiciler. Öğretmen bey de finalde iyi, tek düze seyreden oyunculuktan sonra yumruğu vuruyor masaya… Eskiden kekeme olması ne kadar da güzel bir detay. Tüm karakterler, daha dikkatli kostüm tercihleri ile çok daha etkili anlatılabilirlermiş!

Mesela imamın çamurlu lastikleri, cipin turuncu rengi, enfes detaylar ama Nejat İşler neden balıkçı yaka giyiyor? Ya da kahyanın kıyafetlerinin sıradanlığına ne gerek var?

Sıradanı sıradan ile anlatamazsınız. Sessizliği sessizlik, boşluğu boşluk ile anlatamayacağınız gibi…

Görüntü yönetmeninin elinde evin önündeki metal çöpler, yakın planda bir kaleydoskop görüntüsüne dönüşüyorlar. Fakat uzun diyaloglar esnasında izlediğimiz duvar dokusundaki yeknesaklık…Olmuyor da olmuyor… Tabi ki dış dünyadaki renklilik, iç dünyadaki karanlık, sıkıcılık söz konusu. Bu metaforları anlıyoruz.

Ama kar ile sinemayı boyayan üstattan –bütçe düşük de olsa- daha özenli detayları bekliyoruz.

Devam ediyorum.

Her ne kadar yönetmen, filmlerindeki yavaşlık ve uzun planları bir imza olarak kullansa da, montaj masasında ben olsaydım, bu filmi en az yarım saat keserdim. Şimdi aç parantez, enfes diyaloglar var, buralardaki doğaçlama filme esas tadını veriyor. Doğallık, kesmeden akış. Ama iç mekan görselliğindeki yavanlık, diyalog uzadıkça seyirciyi zorluyor.

Radyo tiyatrosu değil ki bu! İç sahneler görsel olarak dış sahnelerin çok gerisinde kalmış ama metin buralarda da var.

Yönetmene saygım büyük ama kendisine şapka çıkartacağımı yazmam için iç ve dış sahnelerin, metin ve görsellik adına, dengelediğini görmem gerekiyor. Yavaş ama başarılı bir iç mekan çekim örneği olarak Daniel Kötter’in ‘Bühne’ (2012) isimli Videonale 14’te sergilenmiş video art yapıtından bahsedebilirim. Hiç oyuncusu olmayan, ve neredeyse -ağır çekimi geçtim- sabit kare edası ile gösterilen bu tek plan yapıtta, Varna’daki büyük bir tiyatronun içinde seyirci koltuklarının bulunduğu tribünün, mekanik olarak, ağır, ağır kapanarak sahne haline gelir. 17 dakika süren video da müthiş yavaştır ama çok küçük detaylar –koltukların bazen açılıp kapanmaları- kendini seyrettirir.

Kanımca Kış Uykusu’nun baş rolü, en vurucu yerleri, filmin gizli finali, hayvanların, özellikle de yılkı atının atlarının bulunduğu sahneler. Neredeyse yerli kovboy filmlerini hatırlatan kareler filmi ayakta tutuyor. ‘Adios Amigo’ (2012) isimli video çalışmasında Sergio Belinchon da yalnız bir atlı ve coğrafi açıdan benzer diyebileceğim bir manzarayı kullanır. Ama Ceylan’ın hayvanları vahşidir. Evcilleşip evcilleşmeme de en önemli sorunsaldır. Hayvan hakları savunucuları ayaklanmış olsalar da, hayvanların yer aldığı bölümler filmin ritmine önemli katkılar sağlıyorlar. Yavaş, yavaş, yavaş yüksek. Yavaş, yavaş, yavaş yüksek. Derken bu ritim bir yerlerde kopuyor.

Nerede kopuyor bilemiyorum zira o bölümlerde ben de kopuyorum.

Kış Uykusuna yönelik farklı bir çözümlemeyi, yine bu yaz, bir otobüs yolculuğu sırasında izlediğim, Mila Jovovich’in baş rolünü üstlendiği bir aksiyon filmi ile ilişkilendirerek kurmak istiyorum. Sinemada aksiyon ya da korku filmlerini sevmem ve kesinlikle gitmem. DVD olarak eve bile almam. Dolayısı ile vizyonda iken ‘Ölümcül Deney: İntikam’ (Resident Evil: Retribution) 2012 isimli filmi seyretmemiştim, seyretmezdim de… Fakat sıkışık otobüs koltuğundaki küçük ekranda film, hızlı temposu ile kendini kolayca seyrettirdi. Mila’nın elindeki palalar ile zombilerin kafalarını uçurmasında takılıp kaldım. Sonra da aldığım bu keyiften ötürü suçluluk duydum. Bu suçluluk duygusu da beni tekrar düşünmeye şevketti… Aslında yeni nesil aksiyon/ korku filmlerinde, kötü adamlar çirkin erkekler değil tam tersine güzel ve seksi kadınlar. Tarantino ile başlayan trend sayesinde genç ve güzel hanımlar, şık kıyafetleri ile birer cinayet makinasına dönüşebiliyorlar. Güzellikleri, hoş edaları, yaptıkları işi, döktükleri kanı çok daha kabul edilebilir bir hale sokuyorlar.

Kış uykusu, bir şiddete övgü filmi değil ama şiddet içeriğin ayrılmaz bir unsuru. İktidarsız karakter karısına (ve kız kardeşine) kesinlikle ne sevgi gösterisinde bulunuyor, ne de onları şiddete maruz bırakıyor. Lakin yabani at önce yakalanıyor sonra da salınıyor. Aydın kadınla beraber de olmuyor (olamıyor) ama bir marifet ve iktidar göstergesi gibi avladığı tavşanı, kanlar içinde eve –büyük bir gurur ile- getiriyor.

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 02:30:32