A password will be e-mailed to you.

Babylon konseri için İstanbul’a gelen Thurston Moore’la Vector Hugo konuştu. Fotoğraflar: @krilov

Kim Gordon’ın Girl In a Band’ini okuduktan sonra Thurston Moore’un karşısına çıkmaya hazırız. Aile içi dedikoduları, sms’ler, Sonic Youth’un ruhuna okunan fatihalar… Bütün bunları bir kenara bırakıp Lee Renaldo’yla beraber yüzyılın en iyi gitaristlerinden biri olan Thurston Moore’la aynı masaya oturabilecek miydik? Konu eninde sonunda Sonic Youth’a gelecekti. Bu kesin ama nasıl? Çok ilginç bir şey oldu. Hiç hesapta olmayan bir şey. Thurston Moore oturur oturmaz masada açık duran dergiyi gördü ver gerisi şöyle gelişti…

 

Thurston Moore: Bu The Factory’ye benziyor. Orada çalmıştık.

Vector Hugo: Evet o fabrika. Belki bu dergide daha fazla tanıdık fotoğraf bulabilirsiniz.

T.M: Bu güzel bir dergi… Bak bu Jim Jarmusch.

V.H: Kim’in kitabını yeni okudum. Kitabında Jim Jarmusch ve o zamanki kız arkadaşından bahsediyordu. İsmini şu an hatırlayamadım ama. Kim’e para kazanması için yardım ediyordu.

T.M: Jim mi?

V.H: Hayır kız arkadaşı.

T.M: Evet evet ismi… Ben onunla çalıştım. İsmi … Sarah.

V.H: Evet kesinlikle Sarah. Size The Killer dergisinin basılması için yardım etmemiş miydi?

T.M: Hayır hayır bana bir şeyin basılmasında yardım etmedi, ben o zamanlar…

V. H.: O zamanları özlüyor musun? Çok yeni The Killer dergisini nasıl çıkardığınızı anlatan bir video izledim.

T.M: Şu fotoğrafı görüyor musun? Bu benim arabam, benim Volkswagen’im.

V.H: Bu fotoğrafta neredesiniz?

T.M: Tam şuradayım, bu da en yakın arkadaşım. Senelerce bu fotoğrafı çekenin ismi bilinmiyordu ben çekeni buldum, ona yazdım adı Harold Harris. Artık ismini kullanıyorlar.

V.H : Şu an ne yapıyor?

T.M: Öldü. Ve bu da benim 70’lerdeki en yakın arkadaşım. Bu kullandığımız araba. Thurston Moore

V.H: Yalnız gözüküyor. Mutlu görünmüyor.

T.M: O biraz… Gerçekten kafasından ne geçtiğini kim bilir? Roxy Music Country Life tişörtü giyiyor.

V.H: O albüm benim en sevdiğim Roxy Music albümü sanırım

T.M: Ve o da benim t-shirtüm

V.H: Bende de Sonic Youth Washing Machine tişörtü var ama hava kötü olduğu için giyemedim. Şöyle bir şey dediğinizi hatırlıyorum; ‘Hala hayatta olduğum için %100 mutluyum’ 26’sında 27’sinde çok rock star öldü. Jeff Buckley, Jimmy Hendrix gibi. Sizi bu dönemlerde hayatta tutan neydi?

T.M: Vücuduma zararlı şeyler yapmamak. Herhangi bir uyuşturucu bağımlılığım yok, alkolik değilim, pek sigara içmem, ancak 40 yılda bir. Pozitif düşünürüm. Ve intihara meyilli değilim. Şükürler olsun ki kansere de yakalanmadım. Thurston Moore

V.H: Rock’n roll hayat tarzını bilirsiniz…

T.M: Benim rock’n roll bir hayat tarzım yok aksine çok daha muhafazakar bir hayat yaşıyorum. Yani rock’n roll hayat ne demek? O lanet eroini kullanmak, orada burada yatmak. Rock müzik yapıp böyle yaşayan pek çok insan biliyorum doğrusunu söylemek gerekirse. Bence bu Mötley Crüe ve Guns’n Roses gibi gruplara özenildiği için oldu. Rolling Stones gibi pek çok önemli grubumuz var; Cream örneğin vs. Uyuşturucu gibi parasını ödeyebildiğin şeyler sana zevk verir. Benim hiç uyuşturucu kullanmamamın sebebi çok pahalı olmasıydı. Ben uyuşturucu yerine ikinci el plak ve kitap alırdım. Uyuşturucu almazdım. Uyuşturucunun etkisi kayboluyor, sonra hastalanıyorsun. Ben hastalanmak istemiyorum. Ben gitar, kitap, plak alıyorum, bunlarla ilgiliyim, kafamın güzel olması ile ilgili değilim. Kafanın güzel olması bana sıkıcı geliyor. Marihuanayı bile sıkıcı buluyorum. Bazıları bunu çok kutsal görüyor. Bende ise bir dolabın içine saklanıp kapıyı kilitleme ihtiyacı uyandırıyor.

V.H: Şu anda aynı Joseph Beuys gibi şiir öğretiyorsunuz. Beuys öğretmenlikten her zaman ‘sanatın ulaşabileceği en yüksek nokta’ olarak bahseder.

T.M: Öğretmenlik mi?

V.H: Evet.

T.M: Bu çok güzel… Beuys 80’lerin başında 70’lerin sonunda buradaydı New York’taydı.

V.H: Onunla tanıştınız mı?

T.M: Hayır o zamanlar onu çok tanımıyordum. Ama sanat dünyasından onu tanıyanları tanıyordum. Bana New York’ta olduğunu söylemişlerdi, New York’ta biraz zaman geçirdi ve insanlar için önemli bir figürdü. Sanat dünyasında saygı duyduğum insanlar için.. Ama onun hakkında pek bir şey bilmezdim. Yıllar sonra ne kadar önemli olduğunu anladım.

V.H: Öğretmenlikle ilgili soruma gelmek istiyorum; nasıl gidiyor? Ne hissediyorsunuz? Akademik dünya nasıl? Aslında ben ders programınızı da çok merak ediyorum…

T.M: Öğretmenlikte beşinci yılımı dolduruyorum ve her zaman öğrencileri şiirle ilişkilendirmek, onları şiir yazmaya teşvik etmek isterim ama bir Rock’n Roll oyunu gibi yazmalarını istemem. Gerçekten ilgilendiğim çağdaş şiirin dilbilimsel formu ve bunun kağıtta nasıl durduğu, görsel etkisi ve deneysel şiire olduğu kadar konuşma şeklinde yazılan şiirlere de olan yakınlığı. Diyaloğu anlamak ve şiirin hareketi… Klasik, Viktoryan dönemi şiirlerle ilgilenmiyorum. Yıldız bir şair de değilim; bu konuda her şeyi kendim öğrendim. Aynı rock’n roll’u öğrendiğim gibi. Bir okula gitmedim kendimi elimde olan şeylerle dokümanlarla besledim. Yani bir anlamda; öğrencilere öğretirken kendi deneyimlerimden yararlanıyorum. Çünkü öğrenciler, öğretmenlerin kişisel deneyimlerini öğrenmek istiyorlar. Demin Joseph Beuys’dan bahsetmiştin. Eminim Beuys’un sana ders kitabında yazanı öğretmesini istemezdin. Sana aklındakini söylemesini isterdin. Yani bu benim kendimi görüşüm, çok kişisel bir öğretme tekniği. Herhangi bir müfredat ya da ders kitabıyla örtüşmüyor. Ben dilbilimci ya da edebiyatçı değilim. Tabii ki 20. yüzyıldaki şiirin gelişimini ve bunun Bob Dylan, Patti Smith, David Byrne gibi kişileri hatta Sonic Youth’u bile nasıl etkilediğini görüyorum. Öğrencilerimle bunu da konuşuyorum. Geçen yıl William Burroughs’ın doğumunun yüzüncü yılıydı. Yaşasaydı 100 yaşında olacaktı. Onun müzikle olan ilişkisi hakkında çok konuştum. Bir anlamda üniversite bana başka şeyler hakkında konuşma fırsatı da sunuyor.

V.H: Patti Smith İstanbul konserini noktalarken, Allen Ginsberg’un Howl’unu okumuştu. Sanırım hayatım boyunca şahit olduğum en şahane andı. Peki sizin kişisel şiir seçiminiz nasıl?

T.M: Şiirin davetinin içindeyim. Yani oturup da her gün şiir okumuyorum. Hatta çok sevmeme rağmen her gün yazmıyorum da. Yazdığımda büyüsel bir tılsım taşımalı. Yaratıcı olmalı. Sihir fikrini seviyorum.1950’lerde San Francisco’da Jack Spicer isimli bir şair var; Poetry as Magic başlıklı bir şiir atölyesi düzenliyor. Düşün ki bunu 1950’lerde yapıyor. Bu beni çok etkilemişti. Bu çok spritüel bir özellik. Herkes şarkı sözü yazıyor, müzik yapıyor. Ben yazmayı biraz daha edebi görüyorum. Mesela bir reklam için şarkı yazabileceğimi sanmıyorum. Yapabileceğimi düşünmüyorum. Thurston Moore

V.H: Popüler kültür konusunda ne hissediyorsun?

T.M: Ben 56 yaşındayım ve kesinlikle popüler kültüre bir ilgi duymuyorum. Ne olduğunu biliyorum ve yetişkinliğimden bu yana onunla uğraşıyorum ve hiç umursamıyorum. Bir televizyonum yok, sanat kısmını çok okumam. Sadece meraklıyım ve gözümü üstünde tutuyorum. Ama yaşlandıkça daha da az ilgileniyorum.

V.H: Underground kültürün öldüğünü söylemişsiniz?

T.M: Hayır ben öyle bir şey demedim. Bu bir söylenti, aslında biliyor musun bence underground çok da ölmüş sayılmaz çünkü underground kendi mainstreamini yarattı. Herkesin her şeye erişimi varken artık hiçbir şey underground olamaz. Hepimiz her şeye erişebiliyoruz. Kütüphane patladı. Bir şeye undergorund demek bir zamanlar ifade ettiği aynı anlamı taşımayacaktır. Kimsenin bilmediği bir şeyi yapmak…

V.H: Bazı müzik dergileri ve araçlar aracılığıyla yeni grupları keşfederdik. Mesela 90’larda hatırlıyorum Melody Maker’ın artık çıkmayacağını okuduğumda çok üzülmüştüm. Bir sonraki sayı için çok heyecanlanırdık, Sonic Youth’un yeni albümü için söylenenleri araştırırdık. Neil Kulkarni bize yeni gruplar önerirdi, bunu sevenler bu grubu da sevecektir diye ve şimdi müzik uygulamaları var.

T.M: Sizin datanızı toplayıp nasıl biri olduğunuzu buluyorlar. Onu seversen bunu da seversin meselesi. Ben de internete girdiğimde örneğin birkaç film önerisi alıyorum ve bazen işe yarıyor.

V.H: Bu uygulamaların size ne önerdiğine baktınız mı?

T.M: Hayır kullanmıyorum.

V.H: Cep telefonundan bakalım mı? Ne önereceklerini merak ediyorum. Evet ilk öneri; Dinosaur Jr, bu öneri nasıl?

T.M: Mantıklı geldi.

V.H: Pavement öneriyor şimdi, ama bence bu olmamış.

T.M: Pavement Sonic Youth’a yakın. Pixies de var, mantıklı geliyor, My Bloody Valentine…

V.H: Thurston Moore önermiş, tabii ki mantıklı. The Breeders evet. Yo La Tengo çok uymuyor gibi. Peki ya Half Japanese?

T.M: Tabii tüm bu insanlar…

V.H: Sebadoh evet benziyor. Slint evet Fugazi evet.

T.M: Uygulamanın Sonic Youth dinleyenlere neden bunları önerdiğini kesinlikle anlıyorum.

V.H: Burada ne eksik sizce?

T.M: Bilmem şu Fransız şarkıcı nerede mesela? Brigitte Fontaine? Selda Bağcan? Türk şarkıcı…

V.H: Selda Bağcan’ı seviyor musunuz?

T.M: O bir deha.

V.H: Sokaklarda şarkı söyler, insanlarla rakı içer, 1970’lerin diskoların çalan DJ’lerin kraliçesi şu anda.

T.M: Onu seviyorum

V.H: Gerçekten farklı biri. Sanırım size Sonıci Youth’la ilgili birkaç şey sormalıyım; İnsanlar artık çalıp çalmayacağınızı merak ediyor. Bitip bitmediğini. Herhangi bir geri dönüş var mı? Ne diyorsunuz? İnsanlar sizi suçluyor gibi.

T.M: Ama çalmak istemeyen ben değilim ki. Sonic Youth’u ben dağıtmadım. Benim suçum değil. Ben her an çalmaya hazırım.

V.H: Sizce yeniden toparlanma olacak mı?

T.M: Bu benim kararıma bağlı değil.

V.H: Misyon tamamlandı mı diyorsunuz?

T.M: Misyon hiçbir zaman tamamlanmaz ama uzun bir misyondu. Ben Sonic Youth olarak var olmaktan hiç pişmanlık duymadım çok uzun süre de var olduk.

V.H: Solo kariyerinize gelmek isterim; Londra’ya taşındınız.Hayatınızda büyük bir değişim.bu solo çalışmaları sürdürecek misiniz?

T.M: Benim 90’larda da solo çalışmalarım oldu, Sonic Youth varken…

V.H: Ama bir şekilde Sonic Youth dağıldıktan sonra gitmeniz?

T.M: Sonic Youth’un dağıldığını kim söylemiş? Böyle bir ifade yok. Ben hiç demedim. Dağılma kelimesi bana mantıklı gelmiyor.

V.H: Bu iyi haber, memnuniyetle yaymak isteriz. 2 küçük kişisel merakım var; biri Sonic Youth kayıtlarıyla ilgili. SYR5 benim en favori SY kaydım ve sizin o albümde olmayışınız.

T.M: Hangisi o?

V.H: Beşinci olan. Kim Gordon, DJ Olive ve Ikue Mori’nin olduğu…

T.M: Bu spesifik bir trio idi. SY kayıtlarında hepimiz değişik bir şeyler yapmak istemiştik. Sonic Youth’ta olan ve kayıt yapmak isteyen bunu yapabiliyordu.

V.H: Bence bu Sonic Youth’la ilgili olan en iyi şeylerden biriydi.

T.M: Biz de önemli olduğunu düşünmüştük. Çok deneysel olan bir şeye para yatırmak istemezlerdi. Bunu radyoda çalamazsın mesela.

V.H: Aslında biz pek çok kez çaldık radyoda.

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 18:16:15