Türkiye’de 2019’un en büyük çağdaş sanat etkinliği 16. İstanbul Bienali 14 Eylül’de kapılarını açmıştı. Bienale dair en ağır eleştiri ise bir gün sonra yayınlanan Alman Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung’dan geldi. Kolja Reichert imzalı yazı bienali ve içinde yer alan çalışmaları şahit oldukları döneme susmakla itham etti.

Reichert’in ağır eleştirilere yer verdiği yazının en çarpıcı kısmında şu satırlar yer aldı:

“Bütün olarak bakıldığında bu bienal kaliteye dair her fikirden ve kıtalara dair sorduğu sanatsal sorudan yoksun, işlerin neredeyse tamamı kolaylıkla unutulabilir. Aynı Türkiye’deki inşaat projeleri gibi… Şahit oldukları şiddet ve yıkıma ses çıkarmamanın suçluluğuyla dolular.”

Sanatatak kurucu editörü Ayşegül Sönmez‘de 16. İstanbul Bienali‘ne değindiği yazısında “Bienalin en büyük zaafı makul hatta neredeyse minik bir bienal olması kesinlikle değil. İçinde yer aldığı İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’yle nice sanat tarihsel ve tarihsel ilişkiler kurma şansını ıskalamış olması. Bienalin en büyük zaafı, Türkiye sanat tarihinden saplantılı bir şekilde mandaları resmeden Edip Hakkı Köseoğlu, deniz kestaneleriyle Melike Kurtiç Abasıyanık, kinetik deniz canlıları heykelleri gerçekleştirmiş, ilk insan Lucy, nesli tükenmiş kaplumbağa George heykelleriyle daima doğa ve kültür ayrımını reddetmiş onca post kültürel yaratığın yaratıcısı Ömer Uluç, Boğaz’ın sularını ifşada kusursuz Hikmet Onat gibi pek çok Türkiye sanat tarihinden ismi, yarattığı post kültürel zihinsel haritaya davet etme böylelikle eleştirdiği kolonyalist tutumu, asıl kendisinin yeni bir çoklu tarih kurgusuyla kırma hamlesini kaçırmış olması görünüyor” demişti.

Fatih Balcı ise habersiz bir performansla katıldığı bienali, “Her alanda olduğu gibi o alanda üretilmiş olanın değil, o alana ilişkin oluşmuş statükonun kendi içinden ürettiği otorite, yapı, kontrol çok daha önemli. Yaşanılan şaşkınlık, telaş, kafa karışıklığının sebebi doğrudan ve dolaysız kurgulanmış bir sanatsal eylemin, bienal benzeri yapıların sistemsel bağları ve yapıları nedeniyle kendi varlığına karşın bir tehdit olarak görüldüğü söylenebilir. Kendi kurgusu ve izni dışında birinin varlığının her şeyin parçalanmasına neden olabileceğine ait bir korkuydu bu. Bienalin çok uzun süredir gene belli bir çevrenin kontrolünde olduğunu ve sürekli olarak aynı çevreye bağlı sanatçıların sürekli dâhil edildiğini düşünürsek oldukça tedirgin edici olduğu anlaşılabilir” sözleriyle eleştirmişti.

 

İLGİLİ HABERLER

16. İstanbul Bienali’nin delisi

16. İstanbul Bienali sözlüğü

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 11:37:47