A password will be e-mailed to you.

 

Fatih Tan, İbn Haldun’un “coğrafya kaderdir” önermesini “coğrafya değil, dil kaderdir” önermesi ile olumsuzlaması, üzerimize örülen dogma anlatıları bir yerden de yapıbozuma uğratmakta. “Doğunun” “acı” ile (ki doğuda acı bir kavram olmayı aşıp adeta bir gerçekliğe, nesnel bir tutuma dönüşmüş) aşırı bir şekilde “harmanlanan” kaderi, acıyı sanki yerel bir duyguymuş gibi dile getirmesine ve bir çeşit Ortaçağ gotiği ya da günümüze uyarlarsak, taşra gotiği olarak karşımıza çıkarır. Acı, dil ve kaderin iç içe geçtiği ve gündelik hayatın bir parçasına dönüşen bu anlatılar salt anlamda betimsel bir ideolojiye örnektir.

Dilin, acı üzerinden standartlaşması ve kendiliğinden bir anlatıya kavuşması yerel olanın dinamiklerinden ziyade, kişinin kalıp düşünceler içinde yer edinmesi ve o dili özümseyip bir yaşam biçimi olarak görmesidir. Gurupların bireylere “hazırda” bir yaşam biçimi sunması, sunulan yaşam biçimini ideolojik bir aygıta dönüştürür. Raymond Geuss, Eleştirel Teori” kitabında “Böylece, ‘ideoloji’ terimi daha dar anlamda, gurubun taşıdığı tüm söylemsel öğeler kümesinin herhangi bir alt kümesine gönderme yapmak üzere kullanılabilir.” İdeolojik bir aygıt olarak “acı” ya da yaşanmışlıklar üzerinden belirlenen dil, çepeçevre hayatı sarmalar. Böylesi bir dünyaya dahil alan artık yaşadıklarını ve aynı zamanda yaşananları da nasıl anlatacağını öğrenmiştir. Anlatılanın her şeyi aynılaştırdığı bu yaşam biçimi yığın oluşturmanın temel prensibidir.

Bireyin bakış açısına yapılan bu müdahale, acıyı bir hazır nesneye, tüketim nesnesine dönüştürür. Acının işlevselleşmesi ya da acıyı bir pazar stratejisi olarak ele almak, zaten acıya doygun olan piyasada bir artık değer kazandırır.

Taşra gotiğinde acı ya da başkasının acısı üzerinden özdeşim kurma bir tür acının temsiline soyunmadır. Kişi böylesi bir ana bir tür komünyona katılır gibi pozisyon alır. Sıra ona gelince nasıl hareket edeceğine ve nasıl duygulanacağına önceden karar verilmiştir. Acıyı aktarılabilen bir tutuma, bir davranışa dönüştürmek ve bunun savunuculuğuna girişmek bir tür parodiler dünyasına gözünü aşmak gibidir. Böylesi bir dünyada gören göz boyunduruk altındadır. Koşullanan göz bu tür bir imge ile karşılaştığında aşırı duygusallaşır. Bireyin bakış açısına yapılan bu müdahale, acıyı bir hazır nesneye, tüketim nesnesine dönüştürür. Acının işlevselleşmesi ya da pazar stratejisi olarak ele almak, zaten acıya doygun olan piyasada bir artık değer kazandırır. Kişi artık “ortak kader” dediği anlatı içinde konumlanmış ve bu konumlama kişisel olmaktan çok toplumsal bir işleve evirilmiştir.

İhsan Oturmak, resimlerini genellikle dönem fotoğraflarından hareketle üretmekte. Kalabalık müsamere çocukları, bir araya gelmiş erkek cemaatleri, yerleşik sürü mantığı içinde kalıplaşmış öğeleri ya da üst üste, yan yana, art arda dizilen nesnelerden ve hayvanlardan esinlenerek tuvale aktarmakta. Çizilen figürler, bir döneme özgü mutlaklaşmış, stilize edilen yığınlardan ama çokluklardan değil, oluşan figürler hakim. Her şey sembolist bir anlatım içinde aynılaşmakta ve bir benzeşimler kümesine indirgenmektedir. Şekilsel olanın dile, algıya ve günlük hayata hakim olduğu bu mutlak dönem, sınırları belirlenen bir kurguda olup bitmiştir. Sürü ve kalabalığın iç içe geçtiği, aynılaştığı ve sözcüklerin tek bir ağızdan çıktığı bir yerel gelenek örneği olarak sunar.

Fiş, İhsan Oturmak, 2016.

Yerel olana dair bir tanımlama yapılacaksa; dilin belirli bir form kazanması ile oluşan her çeşit yaşam biçimine denilebilir. Dilin, belirli bir kalıba ve tekrara dönüşmesi, yaşamı belirlenen bir forma uyarlarken aynı zamanda bir aidiyet duygusunu da beraberinde getirir. Yaşanılanın bir anlatıya dönüşmesi ve sınırlandırılması ile oluşan dilin sanata sirayet etmesi onu geleneksel bir öğeye indirger. Bu tutum gündelik olanın gelecekle olan bağını yitirmesine ve geçmişi sürekli yad etmesine dönüşür.

Gösterilenden çok anlatının hakim olduğu resimler, kurulu bir dil sunar. Sunulan dil, bir yaşam biçiminin temsilidir. Taşra Gotiği ya da ideolojik bir aygıt olarak acı, insanları acı üzerinden örgütleyerek bir tür ortak dil oluşturur. Erkek egemen toplumların göstergelerini barındıran betimsel resimler, sıkça tekrarlanan gerontokrat hikayelerin tekrarıdır. Ki bu hikayeler nostalji ile nostaljinin yeniden yaşam bulması ile çoğu zaman karışır. Nostaljinin acı ve zorluklarla şekillenmesi, kişiyi birer rol model olarak karşımıza çıkarız. Dedelere öykünen torunlar, abileri örnek alan gençler aynı hikayelerin peşinden koşar. Değişimin dışında bu oluşumlar, haklılığın bir rol modele göre şekillendiği tek taraflı bir dünya görüşüne evrilir.

Bu dünyada insan zoraki bir şekillenmenin sonucudur ifadesi doğar. Dil alabildiğince şekilsel ve duygusaldır, insanoğlunun en karanlık zamanlarından taşınmıştır. Bu anlatılar bir tür ritüel gibi gündelik hayatın içinde yer edinir. Taşra gotiği bir tür dil eylemliliğidir. Kişi kendini sadece o an içinde var etmekte ve bugüne dair karanlık, belirsiz ve çoğu zaman gereksiz olarak nitelemekte. Geçmişe dair anlatının bu günü görünmez kıldığı ve adeta kişiyi bir tür dejenere dünya içinde saplantılı bir şekilde var ettiği, sakatladığı, patolojik ruh halleridir.

Eshabı keyf sendromu, alarak tarif edilecek bu durum, kişinin yaşıyor olmasının bir işlevi kalmadığı ve yaşamak istediği her şeyin geride kalma hali ile örtüştüğü bir zamanı anlatır. Kişi, geçmişte bir zaman diliminde yaşayıp tükenmiştir. Günlük hayat, onun için bir tür ölme halidir. Anıların ya da nostaljinin mutlak hakimiyeti vardır. Bir taş, bir elbise ya da bir davranış, geçmişi adeta tekrardan canlandıran sihirli bir değneğe dönüşür. Oturmak’ın tekrarlanan figürleri aynı tezgahtan çıkmıştır, figürler tefekkür içinde kaderlerini kabul etmişlerdir.  Sünni geleneklere göz kırpan bu figürler, kıyam, düzen ve güdülenmeyi barındırmaktadır. Bedenin temsile teslim edildiği, kendinden daha önemli olarak gördüğü bir “idea” için hor görüldüğü, bedensel bir arınmayı simgeleyen bir ikon olarak resmedildiği bir tür “cemadat” ya da bedenin aşırı nesnelleşmesi ya da saf mürit halini ortaya çıkarır.

(DEVAM EDECEK)

Yazardan Önemli Not: Sevgili Okur, bu yazıyı bir işaret fişeği olarak düşünebiliriz. Sanata ve dile sirayet eden taşra gotiğini bir yazı üzerinden dile getirmek haksızlık olacaktır. Serinin diğer sanatçı ve yazıları kısa bir zamanda yazıyor olacağım çünkü sanatta örtüşen işlerin birikmesi beraberinde dilin de aynılaşmasına yol açmakta. 

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 08:24:55