A password will be e-mailed to you.

Bugüne bakıldığında gerek Türkiye’de gerekse diğer ülkelerde pek çok farklı kültüre sahip insan bir arada yaşıyor. Gündelik hayat rutininde kültürlerin birbirlerine uyum içinde yaşamasından, kültür ve sanat önemli derecede etkileniyor. Bu uyum aynı zamanda kimlik kavramını da ön plana çıkarıyor, halihazırda var olan sosyal ve kültürel kimliklerine, şu anda yaşamakta oldukları kültürün kimlikleri de ekleniyor. Böylece ‘kültürlerarasılık’ ve ‘kimlik’ kültür ve sanat alanında sıklıkla işlene bir konu haline geliyor. 16 Eylül – 12 Kasım tarihleri arasında düzenlenen 15. İstanbul Bienali de ‘iyi bir komşu’ başlığıyla bu iki kavrama dikkat çekiyor. Bu bienal kapsamında pek çok kamusal program ve komşu etkinlikler yapılıyor. Bunlardan biri de Space Debris ve exhibist işbirliğiyle düzenlenen Seyhan Musaoğlu ve Anna Zizisperger’ın küratörlüğünü yaptığı Surp Yerrotutyun Ermeni Kilisesi’nin tarihi binasında yer alan trans-ID sergisi. Bu sergi çok ulusluluk, kültürlerarasılık ve kimlik temalarını heykel, yerleştirme, çizim, fotoğraf, video işleri, ses sanatları ve performanslarla destekliyor.

Girişte diyalog

Allen Grubesic, Hâlâ Buradayım, 2017

Kilisenin girişinde yer alan Murat Adash’ın ‘Dikey Direniş’ isimli çalışması ile hemen yanında yer alan Allen Grubesic’in ‘Hala Buradayım’ adlı çalışması bir diyalog halinde. Murat Adash çalışmasında coğrafyayı bir kavram olarak ele alıyor. Chicago Pedway etrafındaki tünel şebekelerini, köprüleri, depoları ve buna benzeyen kapalı mekanları ve yeraltını çalışmasının arka planına yerleştiriyor, figürü de bu alanlarda sıçrarken fotoğraflıyor. Sergide bu çekimlerden yarattığı dörtlü seriyi projeksiyon yardımıyla duvara yansıtıyor. Allen Grubesic’in ise serigrafi mürekkebi, akrilik boya ve sentetik pigmentler aracılığıyla tuval üzerine “I AM STILL HERE” yazdığını görüyoruz. Bu çalışma bana gün içerisinde varlığımızı sürdürdüğümüz pek çok farklı mekanın olduğunu düşündürtüyor. Bu mekanlarda beraber olduğumuz kişiler, farklı kültürlerden gelmiş ve farklı geleneklere sahip kişiler olabiliyor. Kendi benliğimizle ‘ben buradayım’ diyoruz. Murat Adash’taki figür sıçrarken kendini o mekana ait hissediyor ve tıpkı Allen Grubesic’in çalışmasında belirttiği gibi “Hâlâ Buradayım” diyor.

Kilisede yer alması bile ironi

Servet Koçyiğit ve Luna Ece Bal

Luna Ece Bal’ın ‘Geldiğim Yer ‘ isimli çalışmasının kilise gibi dini bir mekanda yer alması ayrı bir ironi. Sanatçı, mumlarla aydınlatılmış, tuz, melek, ayna, cam ve gülü barındıran bir yerleştirme ile sergide yer alıyor. Tuz parçaları ortada boş bir daire yaratacak şekilde etrafa yayılıyor, kırık cam parçaları ve melekler tuz parçalarının üzerine saplanıyor, ortada ise daire şeklinde kesilmiş küçük boyutta aynanın üzerinde gül bulunuyor.   Cadılık geleneğinin objelere yüklediği anlamlardan yola çıkarak bu yerleştirmeyi oluşturan Bal, tuzun ruhu aydınlattığından, meleklerin kadının göstergesi olduğundan ve aynı şekilde gülün kadını temsil ettiğinden, kırık camların hem nazar çıkardığına inanılmasından, hem de derimize değdiğinde kanamaya yol açmasından, aynanın yansıtıcı özelliğinden yola çıkıyor.

Kilisenin zemininde yer alan bu yerleştirme haricinde, ayaklı bir sehpada bu yerleştirmenin küçük boyutlarda bir kopyası yer alıyor, tek farklı olan şey gülün esas haliyle değil lazerle çizilmiş haliyle bulunması. Diğer bir sehpadaysa ayna üzerinde devrik bir şekilde “They told me hate I love” yazıyor. Sanatçı öznelerle kelime oyunu yapıyor ve herkesin kendi açısından çalışmasını yorumlamasını istiyor. Eser bir bütün olarak incelendiğinde taşıdığı anlam kadının kilisede var olmasının farklı yorumlanabilmesi, ama bunun gerçeği değiştiremeyeceğidir. Kadın bedenen ve ruhen kilisede varlığını sürdürebilir.

Luna Ece Bal’ın bu çalışmasının tam karşısında diz kapağı hizasında tahtadan bir kapı bulunuyor. Bu kapının arkasında Allen Grubesic’in ‘Şark Hayali’ isimli çalışması yer alıyor. Kilise zemininde bir halının sarmaladığı insan bedeni ve halının sağ alt köşesinde bir çift ayakkabı bulunuyor. ‘Geldiğim Yer’ ile ‘Şark Hayali’ çalışmaları arasındaki ilişki, kadının kilisede var oluşuyla beraber, erkeğin egemenliğinin sona ermesi olarak yorumlanabilir.

Çoklu kimlikler bir arada yaşayabilir

Şakir Gökçebağ, Reorientation 10, 2015

Şakir Gökçebağ’ın sergide iki çalışması yer alıyor. ‘Reorientation’ isimli çalışmasında bir Şark halısının ortasından kare bir form çıkartıyor. Eser minimal bir görünüm alıyor ve karşısında yer alan ‘Üç Temel Dua’da ise tesbihleri üçgen, daire ve kare formlarında yerleştiriyor. Bu yerleştirme kiliseye ait Hristiyanlar’ın betimlendiği bir tablonun altında bulunuyor. Minimal forma bürünmüş İran halısı olarak nitelendirebileceğimiz Şark halısı ile karşısında yer alan tablo ve tesbihler bir üçgen yaratıyor, bu üçgen farklı kültürlerin ve dinlerin yarattığı çoklu kimliklerin bir arada yaşayabileceğinin göstergesidir. Bu üçlüye bakan Mehtap Baydu‘nun Osman’ı takım elbiselerini giymiş bir halde, erkeğin simgesi haline gelmiş olan tesbihiyle bir sandalye üzerinde oturuyor. Kadın bedenine erkeksi tarzda bir kıyafetin giydirilmesi ve bu şekilde fotoğraflanması ile sanatçı, kişinin giyimi aracılığıyla toplum içerisindeki rollerinin belirlenemeyeceğine değiniyor.

Ve göçmenlik…

Nancy Atakan’ın ‘Büyükanne Danteli  isimli çalışmasında, sanatçının kayınvalidesinin ailesinin Selanik’ten İstanbul’a göçmen olarak getirilmesi konu alınırken Suat Öğüt’ün çalışmasında Mekanın Algısı-Diğerini İnşa Etmek projesi kapsamında üç göçmen sanatçının yaşadıkları Almanya’nın Gelsenkirchen şehrindeki gündelik yaşam irdeleniyor. Nancy Atakan bir sandığın üzerine dantel örneğini koymuş ve üzerine DVD yerleştirmiş. 12 dakikalık videoda 1924 yılında Selanik’ten İstanbul’a göçen, Sabetay Sevi’ye inanmalarına rağmen bu çevrenin dışından evlilik yaparak Türkiye Cumhuriyeti’ne dahil olan azınlıklar arasında yer alan  dört yaşlı hanımın veya onların kızlarının dantel işlemesi gösteriliyor. Suat Öğüt ise  Gelsenkirchen şehrinin çeşitli muhitlerinde yaşayan göçmen insanların kendi dillerinde “Ben Alman oldum” demelerini kaydediyor ve sergide bu sesleri LED ses görüntüsü ve ses dengeleyici kutu ile izleyici karşısına çıkarıyor.

Melis Bürsin’in ‘Üç Zarafet’ isimli üç kanallı videosundaki kadınlar, kocalarının işleri nedeniyle Texas’a taşınan üç Türk kadını rolüne bürünüyor. Bu kadınlar Türk motifleriyle döşenmiş mobilyaların bulunduğu Texas’taki bir evde türküler söylüyor. Birbirleriyle üçgen yaratacak bir şekilde yer alan Nancy Atakan ‘Büyükanne Danteli’ isimli videosu, Suat Öğüt’ün ‘Ben Alman Oldum‘ adlı ses enstalasyonu ve Melis Bürsin’in ‘Üç Zarafet’ isimli üç kanallı videosu arasındaki diyalog göçmenlik kavramı üzerinde şekilleniyor. Göç eden insanların miras olarak yanlarında kültürlerini ve dillerini götürdüğünü, ama aynı zamanda oranın kültürüne ve diline adapte olmak zorunda kaldığını gösteriyor.

Komşuluk ve şehir

Servet Koçyiğit’in ‘Altından Çizgi’ adlı eserinde farklı desenlerdeki kumaşları bir harita oluşturacak şekilde kesmiş ve yerleştirmiş. Her bir kumaş bir ülkeyi, kumaşların üzerinde bulunan bazı yuvarlak desenler ve çizgiler şehirleri, mahalleri, bitki örtülerini temsil ediyor. Renkler o şehrin insanlarını, desenler insanların özelliklerini yansıtıyor. Tıpkı fiziki haritalarda olduğu gibi, farklı desenlerle gösterilen ülkeler bir kıta oluşturuyor. Birbirinden farklı inanışları, dilleri ve etnik kökenleri olan insanların bir sinerji yaratması gibi, harita haline getirilmek için kesilen ve birleştirilen kumaşlar da bir sanat eserini ortaya çıkarıyor.

Servet Koçyiğit’in haritasından sonra tam karşısındaki Bashir Borlakov‘un ‘Keşif’ isimli çalışmasının arka planında İstanbul renkli negatif filmden yapılmış bir baskı. Sanatçı gökyüzüne dikey bir şekilde pazar satıcısıyla arabasını koyuyor ve birkaç parça meyvenin arabadan çıktığını göstererek paradoks yapıyor. Çalışmaya uzaktan bakıldığında Pazar satıcısının yukarı mı çıktığı, yoksa aşağıya mı indiği anlaşılmıyor. Servet Koçyiğit haritasıyla ülkeleri kuşbakışı gösterirken, Bashir Borlakov şehre odaklanıyor.

Autumn Ahn, Mahzen Perisi, 2013

Selin Kocagöncü ve Autumn Ahn eski dönemlerdeki yaşanmışlıklar üzerinden bir bağ kuruyor. Selin Kocagöncü’nün ‘Komşuluk’ isimli enstalasyonunda vinil çıkartmalı bir kapı bulunuyor. Türk etkisinde kalmış Balkan ülkelerinde ve Türkiye’de eski evlerde bulunan bu kapıcıklar, komşuluk ilişkilerini daha ev yapım aşamasındayken kurmaya başladığını simgeliyor. Eski evlerde bulunan bu mimari yapı komşuluk ilişkilerini güçlendirirken, kamusal alandaki gündelik yaşama yabancılaşmaya yol açıyor. Autumn Ahn ise 2013 yılında dut lif kağıdına fotoğraf baskısı alarak 6 parçadan oluşan ‘Mahzen Perisi’ isimli seriyi oluşturuyor, bu sergide ise 2 fotoğraf yer alıyor. Eski dönemlerde yaşayan insanların ritüellerini, doğal afetleri ve felaketleri konu olarak alıyor. Uzaklık- yakınlık ilişkisini, fotoğraflarında özne olarak kullandığı objelerle ve onlara tuttuğu ışıkla yansıtıyor.

Kalıcı bir misafir

Julie Upmeyer’in ‘Misafir Ev Sahibi’ isimli ikili yerleştirmesinde, İstanbul’a ilk olarak artist residency programıyla gelişini ve daha sonra İstanbul’da temelli olarak yaşamaya başlamasını konu alıyor. Bu yerleştirmeler 2 adet çay tepsisi ve bu tepsilerin birinin üzerinde sanatçının İstanbul’a misafir olarak geldiği, diğerinde ise İstanbul’da temelli olarak yaşamaya başladığı yazıyor. Sanatçı bu yerleştirmesinde Türk kültüründe değer sahibi olan ‘çay’ı kavram olarak ele alıyor. Sanatçı İstanbul’a ilk olarak misafir olarak gelse de, kalıcı olarak İstanbul’da yaşamaya başlamasıyla beraber kendisini evinde gibi hissediyor.

Sinan Bökesoy’un ‘Blender’ isimli ses yerleştirmesi kilisenin duvarlarıyla etkileşimli bir halde. Kilisenin yarattığı mimari tekilliğe Bökesoy, içeriye girildikçe artan sesler ile birden fazla anlam yüklüyor. Mekanı göz önünde tutarak, kilisenin yapılış tarihinden bu yana uzun bir zamanın geçmiş olması, ama buna tezat olarak değişmeyen kiliseye hitap ediyor. Sanatçı zıtlıkları bir arada barındıran bu çalışmasıyla bir savaş alanı değil, bir buluşma meydanı yaratıyor.

Serginin eş küratörü Anna Zizlsperger ile

Surp Yerrotutyun Ermeni Kilisesi çağdaş sanatın sergilendiği galeriler, müzeler ve kamusal alanlardan bir derece farklılık gösteriyor. Çok çeşitli kültürlerden, farklı kimliklere sahip insanların bir arada yaşadığı ve günlük rutinlerinde mutlaka uğradıkları İstiklal Caddesi’nde bulunan bir kilisenin sergiye ev sahipliği yapması bir bakıma sergiyi daha fazla insan tarafından gezilebilir yapsa da, çağdaş sanatın dini bir mekanda yapılmasının sorgulanmasını sağlıyor. Sanatçıların farklı disiplinlerdeki çalışmalarının formları, içerikleri ve taşıdıkları anlamları dolayısıyla, serginin kilisede yapılıyor olması ayrı bir ironi yaratıyor. 

Daha fazla yazı yok
2024-04-18 23:37:39