A password will be e-mailed to you.

Ülgen Semerci “Malumu, Meçhulle Tehdit” ediyor

Ülgen Semerci, Yol ve Mezar, 2016Ülgen Semerci, Mikromakrokozmoz, 2016Ülgen Semerci, İyi Geceler, 2016Ülgen Semerci, İsimsiz, 2016Ülgen Semerci, Günaydın!, 2016Ülgen Semerci, Burnumun Ucu Götümün Dibi, 2016

Sanatçı Ülgen Semerci ilk kişisel sergisi “Malumu Meçhulle Tehdit”, artnivo.com Project Space’te sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Semerci, “Malumu Meçhulle Tehdit”te soyut dilin kapsayıcılığı üzerinden belirsizliğin ve sisin içinden sesleniyor. Bilineni, aşina olunanı bilinmeyenle yüzleştiriyor. Bunun için de yağlıboya, suluboya, fotoğraf ve kolaj gibi farklı medyumları kullanıyor. Semerci sergiyi şöyle değerlendiriyor: Malum-meçhul, güzel-çirkin, iyi-kötü gibi yapma kategorilerin birbirinin içine çöktüğü noktada ortaya çıkanlarla baş etme üzerine bir deneme. İçinde yaşadığımız sarsıntılı ve değişken gerçeklik içinde yer ve anlam üretme çabası.” Semerci ile malum olanı neden meçhulle tehdit ettiğinden, bizi neden sis içinde bıraktığına kadar birçok konu üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Uzun yıllar çeşitli platformlarda sergilediğin eserlerden sonra ilk kişisel serginle sanatseverlere merhaba dedin. Malumu Meçhulle Tehdit’te ne anlatıyorsun?

“Malumu Meçhulle Tehdit” benzerlikler ve ayrılıklar üzerine bir çalışma. Çünkü malum ve meçhul karşıt olmakla birlikte aynı zamanda birbirine çok yakın, yer yer birbirini kapsayan alanlar. Sergi, malum-meçhul, güzel-çirkin, iyi-kötü gibi yapma kategorilerin birbirinin içine çöktüğü noktada ortaya çıkanlarla baş etme üzerine bir deneme. İçinde yaşadığımız sarsıntılı ve değişken gerçeklik içinde yer ve anlam üretme çabası.

Nasıl bir sarsıntı ve değişkenlikten bahsediyorsun?

Gittikçe daha da zalimleşen, muhalif her sesi yok etmeye yönelik davranan otoriter bir rejimin altında hızla ufalanan bir toplum olmaktan bahsediyorum.

Malum olan bir şeyi neden meçhulle tehdit etmek istedin? Bu bana şair Azad Ziya Eren’in “Sığların derin tehditleri var” adlı dizesini çağrıştırdı. Sen ne dersin bu konuda?

Bahsettiğin şiiri bilmiyordum fakat kurduğun paralelliği anlıyorum, bana yine iç içe geçen iki kutbu çağrıştırdı. İnsan bildiği ve bilmediği üzerine biriktirdiği hisler üzerinden yaşıyor. Bildiğiyle rahat ediyor, bilmediğinden korkuyor, çoğu zaman onu kurguluyor. Bilinmez olan hep bir tehdit unsuru, endişe veya arzu yaratan bir mesele. İnsan yapısı tercihini rahat etmekten yana kullanan bir mekanizma. Dolayısıyla bilinmezlikle karşılaştığında duyduğu rahatsızlık ve korkuyu kısa yoldan onu kategorize ederek bertaraf ediyor. Bilinmezlikle çabuk cevaplar bulmadan baş edip devam etmek için yollar arıyor olmak, bir yerde çelişki içerisinde ev kurmak gibi. Sanırım Türkiye’de bu zamanda yaşıyor olmak benim için böyle bir şey.

Öte yandan senin eserlerine baktığımda eserlerin insanı huzursuz ediyor. Belirsiz ve tekinsiz bir mekândan seslenildiğini görür ve duyar gibi oluyorum. Ve bu aynı zamanda estetik bir haz bırakıyor bakanda… Neden buralardan bize seslenme ihtiyacı duydun?

Huzursuzluk üretim sürecine içkin bir kavram bence. Hem üretime iten, hem üretirken omzunun üzerinden bakan, soru sormaya zorlayan bir araç. Ayrıca bir süredir bilinmezlik ve korku üzerine düşünüp üretiyorum. Bunu, içinde bulunduğumuz son derece gergin siyasi iklimde de, pratiğimle ve malzememle kurduğum ilişkide de hissediyorum. Dolayısıyla işler buralardan konuşuyor ve bu çabanın belirleyiciliği serginin bütününde okunuyor.

Yani bu sergide, korkularla yüzleşmek ve insanları yüzleştirmek mi istedin?

İnsanları yüzleştirmekten ziyade kendi korkularım ve endişelerim üzerinden çıkış bulabileceğimi düşündüm. Bu arada bocalarken bir grup arkadaşımla iletişime geçtim ve ortak kaygılarımız üzerinden konuşup bir proje oluşturduk. Bu sergiyi de bu süreç içinde bir araya getirdim. İbrahim Cansızoğlu, Balca Ergener, Merve Ertufan ve Burcu Yağcıoğlu ile birlikte güvensizlik ve üretim üzerine konuşup çalışıyoruz. Hepimiz etrafımızı saran şiddet ve nefret yüklü siyasi iklimde korku ve yılgınlık içindeyiz. Hepimiz zeminin ayaklarımızın altından kaymakta olduğunu hissediyoruz, bir yandan da zemin hâlâ ayaklarımızın altında dururken vazgeçmemiş olmanın telaş, istek ve mücadelesi içindeyiz. Nasıl yan yana geliriz, paylaşıp üretiriz ve var olmaya devam ederiz, bunun yollarını arıyoruz. Bunun için çabalıyor olmak bile güç veriyor. Projeyi şubat sonunda hâlâ aradığımız boş bir evde yapacağız. Bir yandan geçenlerde Açık Radyo’da yaptıkları benzetme gibi Titanik batarken hâlâ müzik yapmaya devam eden insanlardan bir farkımız var mı, açıkçası emin değilim.

Uzun yıllar Amerika ve Kanada’da yaşadın. Türkiye’ye döndükten sonra gergin bir ortamın olduğunu fark ettiğini anlıyorum. Sen bu sorunların çözümüne karşı eserlerinde bir şeyleri belirtme ihtiyacı hissettin mi?

Aslına bakarsan Türkiye’ye dönüp kendime bir yaşama-çalışma alanı kurduktan sonra mutlu ve ümitli hissediyordum. Özellikle Gezi’den sonra çok sesli ve çoğulcu bir muhalefetin büyüyebileceğine inanmıştım. Fakat 2015 genel seçimlerden sonra, 17 Aralık sürecinin de katkısıyla her şey alaşağı edildi. Soruna dönecek olursak, ben pratiğimde soru-cevap gibi direkt çözümlemelere gitmekle hiç ilgilenmedim. İşlerim hiç ilk katmanda okunabilir anlamlar taşımadılar. Soyut dilin kapsayıcılığı içerisinde bir kaç koldan yürüyen bir üretimim var. Anlamın bu bütünlük içerisinde okunabilmesini amaçlıyor ve umuyorum.

Sergide yağlıboya, suluboya, fotoğraf ve kolaj gibi farklı medyumlar arayıcılığıyla işlere imza attığın görülüyor. Bu kadar farklı alanda üretim vermek seni ne oranda hakikate yaklaştırdı? Yoksa hakikat orada bir yerde de bizim bütün bu çabamız ona ulaşmak içindir mi diye düşünüyorsun?

Benzer sözleri farklı medyumlarda söylemeye çalışmak ve ara satırlardan yeni işler üretmek ilgimi çeken bir şey. Bir hakikate inanmıyorum, söylenen her sözün geçerli olabileceğini düşünüyorum. Kimle nereye kadar konuşacağı veya ne kadar önem arz edeceği ayrı bir konu. Günün sonunda çalışırken bir hakikate değil, kendi gerçekliği içerisinde bütünlüklü bir işe ulaşmaya çalışıyorum.

Diğer yandan farklı bir çalışma tarzın var. Tuvallerdeki yüzeyleri kimi zaman boyayarak, dökerek, söküp atarak kimi zamanda delerek işler yapıyorsun. Yani resmi bir süreç olarak alıyorsun. Bu yöntemi biraz açıklayabilir misin? Buradaki muradın nedir?

Bütün sanatsal üretimlerin farklı biçimlerde kendini gösteren bir süreci olduğunu düşünüyorum. Boyanın fizikselliği ve onu çeşitli yollarla denemek hep ilgimi çeken bir alan oldu. Boyayla farklı dönemlerimde farklı yöntemlerle uğraştım ama malzeme olarak boya kullanıyor olmak, belki de her ressam gibi her zaman belirleyici ve üzerine düşündüğüm bir mesele oldu. Son işlerim zaman, duygu ve boya bağlamında çok katmanlı. Bu katmanların oluşumunu ve alt katlardaki onlarca imgeyi o resmin o döneme ait kişisel tarihi olarak düşünmeyi seviyorum.

Günaydın ve İyi Geceler

Biraz da sergideki eserler üzerinden giderek sorular sormak istiyorum. Göze çarpan iki eser var. “Günaydın” ve “İyi Geceler”. Günaydın’da deforme olmuş bir serum torbasının etrafında gökkuşağını andıran renkler var. İyi Geceler’de ise katmanlı bir manzarada gittikçe koyulaşan iç içe geçen ruh durumları. Günün bu iki olayını nasıl özetlersin?

Günaydın” manik, “İyi Geceler” depresif,birbirini tamamlayan iki desen. Biri uyanma, diğeri uyuyamama hali üzerinden birbirine göz kırpan, melankolinin iki yüzü, gündüzü ve gecesi.

Fakat o kadar hızlı yaşıyoruz ki depresyona girecek bir zamanımızın olmadığını düşünüyorum. Zira depresyona girmek için de ciddi bir zamanımız olması gerekiyor. Sen ne dersin bu konuda?

Ben depresyonun bir ayrıcalık olarak görülebileceğini düşünmüyorum. Yaşadığımız toplumsal travmaların her bireyin üzerinde büyük ağırlığı var. Bireysel olarak ne yaşıyor olursak olalım içinde bulunduğumuz toplumdan bağımsız bir var oluş düşünülemez. Bu pencereden bakıldığında son derece buhranlı ve dayanışmaya ihtiyaç duyduğumuz bir dönemdeyiz. Hâlâ kısmen işlev görüyor olmamız bu gerçeği değiştirmiyor, bence toplum olarak depresyondayız.

Diğer taraftan iki fotoğraf işinde sisin, belirsizliğin izlenimi var. Bilindik manzara görüntülerine tezatlık içerir şekilde. Bizi neden sis içinde bıraktığını merak ediyorum?

Burnumun Ucu, Götümün Dibi” dağların ve denizin buluştuğu sisli bir sahilde çektiğim bir seri fotoğraftan yaptığım bir kolaj. Dönüp baktığımda önümü göremediğim bir anda uçurumun yanında duruyor olma korkusunu ve bir yandan da tuhaf bir boş vermişliği aynı anda hissettiğimi hatırlıyorum. Bu ruh halinde neredeyse bir özgürleşme var. “Yol ve Mezar”, uzun ve zorlu bir seyahatin ilk durağında yol kenarında gördüğüm bir mezarlığı ilk defa elime aldığım orta format bir kamerayla çekmeye çalışmam sonucu ortaya çıkan bir iş. Kamerayı kullanmayı beceremediğim için flu çıkan kareyi, zamanlama ve içerik açısından anlamlı buluyorum.

Rastlantının ortaya çıkan eseri etkilediğini veya esere yön verdiğini düşünüyor musun?

Rastlantı ilgimi çeken bir kavram. Neye ne zaman rastlantı deneceği hafife almayacağım bir soru. Bir işin oluşumunda payı olan birçok etkenden bazılarının tesadüfler sonucu denkleme dâhil olmuş olmasına itirazım yok, aksine bu sevdiğim ve üzerine düşündüğüm bir olgu. Hatta diyebilirim ki pratiğim kazalar, kararlar ve bu ikisinin arasındaki her şeyden oluşuyor.

Son olarak sanat ve insanlık adına yeni yıldan beklentilerin neler?

Her şeyden önce barış.

Daha fazla yazı yok
2024-04-23 19:52:50