A password will be e-mailed to you.

Selman Akıl, Tophane’nin yeni konuğu Krank Sanat galerisinde 5 Mayıs’a kadar sürecek Vadim Fishkin’in ‘’Bilimsel Brikolaj’’ sergisi küratörü Ali Akay ile görüştü. Akay’a göre Vadim Rus asıllı bir sanatçı olarak parapsikolojik bir bakışa, bir sihirbaz bakışına sahip. Öte yandan "teknolojinin sanatın karşısında sadece bir malzeme olma gücü var o kadar."


 


Selman Akıl: Sergi için yazdığınız yazıda Vadim Fiskin’nin işleri ile rönesans sanatı arasında bir bağlantı olduğunu söylüyorsunuz. Bilgisayar, dijital devrim ve teknolojiye dayanan yeni bir Rönesans yaşıyoruz birçok düşünüre göre de. Ama Vadim Fishkin dijitalden ziyade mekanik ve analoga odaklamamızı istiyor gibi işlerinde. Rönesans mekaniğinin dinamiklerini ortaya seriyor.


Rönesans yeniden doğuş, hümanizm olarak insanın yeniden doğuşuydu, bugün bunlara denk gelen kavram “post-human” kavramı olabilir mi? Dijital, post-human sanat kavramsal, çağdaş sanatı geride bırakabilir mi, yerine geçebilir mi gelecekte, siz böyle bir ihtimal görüyor musunuz?


 Ali Akay: Bir soru içinde birçok soru soruyorsunuz. Bu anlamda sıçramalarla sorulmuş sorular gibi durmakta sorularınız. Ama yine de aynı minvalde cevaplayım:  Rönesans ile kurulan ilişki büyü-ilüzyon düzeyinde bir ilişki. Vadim Fishkin’in eserlerindeki ilüzyonist yaklaşım sadece dijital veya analog meselesi değil; bu ikincil bir sorun olarak gözükmekte bana. Bu anlamda çok fark etmez. Vadim evet dijital bir teknoloji kullanıyor değil; bildiğimiz makinalardan oluşan bir ortam yaratmakta; ancak bir sihirbazlık sanatı var Vadim Fishkin’in eserlerinde, bana göre.


İçinde yaşadığımız dönemin Rönesans ile pek alakası olduğunu zaten düşünmüyorum. Rönesans burada sadece büyüden bilime giden bir dünyanın arayışı bakımından söz konusu olabilir Vadim’in eserleriyle.


 Post human çağ diyorsunuz; evet bu bir Rönesans değildir; insan merkezli bir çağa giriş bakımından bugün insan sonrası bir çağa girmekteyiz; ama bu asla insanın sonu demek değildir; insan formunun değişime uğramasıdır; çünkü insanın bileşkeleri değişmektedir. Nietzsche buna üst-insan adını vermekteydi. Tanrı merkezli olmayan bir dünya ile bilim dünyasının ve teknolojinin kesişmesinden oluşan bir vaziyet. Her ne kadar bugün dini olanın geri gelişi ile postmodern durum arasında ilişkiler kuramaya çalışanlar olsa bile; mesela, Bryan Turner, Anwar Alam, Akbar Ahmad gibi düşünürler bunu bu şekilde düşünmüş olsalar bile, günümüzdeki İslam’ın Selefi kolunun kökenlere dönüş ilkesi üzerine odaklanmaya kalkması ve saf bir İslam arayışı bir anlamda ideolojik olarak işlemekte olsa bile kapitalizme eklemlenerek ideolojik alanından daha çok piyasa koşullarına doğru bakmakta. Benzer bir şekilde İbrani dini ile İsrail’deki dindarlar da  ideolojik olarak Mesyanik bir inanca sahipler ama kapitalizm ile eklemlenme biçimi yine de benzerlikler taşımakta bana kalırsa. Yine, Roma Kilisesi’nin zaten nasıl kapitalizme yakın bir kurum olduğu bilinmekte ve analiz edilmekte.


Sorunun içindeki üçüncü kısma gelirsek, Çağdaş sanatın kavramsal alanıyla dijital teknoloji arasında bir bağ kuramıyorum. Biri düşünce ile ve kavramlar ve afekt ve persept ile alakalı diğeri ise sadece bir malzemeden ibaret olan bir yeni teknoloji. Sanat teknoloji demek değil, her ne kadar kökeninde benzerlik taşımakta olsa bile. Tekhne ile sanatı kast etmekteydiler eski Yunan’da. Halbuki, bugün bu sanki unutulmuş gibi davrananların sayısında yükselme var. Sanat kavramsal olmaya her türlü teknolojide devam etmiştir:  Leonardo da “causa mentale” diyordu, Vermeer de, Duchamp da Kosuth da ve bugünkü tilmizleri de… Teknolojinin sanatın karşısında sadece bir malzeme olma gücü var o kadar.


 


S.A: Vadim Fishkin’in işlerini hermetik düşünce geleneğinin bir uzantısı olarak değerlendirip, bilimsel brikolaj olarak isimlendiriyorsunuz. Bu düşünce geleneğini biraz anlatır mısınız? Pozitivizm olmadan da işleyen ve yaratıcı olabilen bilimsel süreçler mümkün mü? Sanat bu tarz düşüncenin kapısını aralayabiliyor ama daha sonra pozitivizme mağlup olmak zorunda mı her bilimsel yaklaşım? Sanat pozitivist bilime estetik katabilir mi?


 A.A: Katalogda da belirtmiş olduğum gibi hermetik düşünce dönemin büyüsel düşüncesidir; arkasında bir gerçek saklayan ve bu gerçeğin bulunması gereken bir yorumsama sanatı olarak ortaya çıkmıştır; ve bu anlamda da mistik ve metafizik dünya ile bir ilişki içindedir: “Marsilio Ficino’nun (1433-1499) ve Leonardo Da Vinci’nin (1452-1519) çizgisinden bir düşüncedir ; çünkü hermetik olarak adlandırılan bu geleneğe göre, insan ve kozmos ilişkisi  bir bütün ilişkidir ve buluşların bir geleneğine bağlı durmaktadır.  Corpus Hermeticum adlı incelemede tıpkı Tekvin gibi anlatı, Ficino’nun eserinde, insanın yaradılışını ele almaktadır. Söz ile başlayan bu anlatı ışığın yaratısıdır. İnsanın yaradılışı ile ışığın yaradılışı arasında kurulan bu bağ ile hermetik düşünce büyü, sihir ve simya birleşmektedir. Buradaki ilişki anlaşılabileceği gibi ışık kavramı veya ışık kavramının kullanımı iler alakalıdır. Bunlardan yola çıkarak sanatçının yaptığı bir brikoloj olarak durmaktadır. Birbiri ile alakası olmayan ilişkileri bulup yaratmak sanatı bu anlamda bu kelime.


Pozitivizm evet 18.yy sonrasında bu düşüncenin önüne bir set çekmiştir; ama bilim adamları bugün bile hala simya ve kimya arasındaki ilişkiyi veya büyü ve bilim arasındaki yöntemsel benzerlikleri düşünmekteler. Sonuçta bilimin felsefi açılımı her zaman metafizik olmuştur; ama her dönemin metafiziği aynı değildir. Bugün bilim ile metafizik ilişkisi devam etmekte ve bu şekilde bir çok düşünür tarafından düşünülmektedir.


Mesela Gilles Deleuze’ün “metafiziği aşmak” gibi bir derdi olmamıştır felsefi bakışında. Tersine patafizik onun bakış açısından çok daha ilginç olarak durmaktadır. Alfred Jarry’e ait olan bu kavram üzerine, bilindiği gibi, Deleuze’ün bir makalesi vardır. Burada modern düşünürlerin metafiziği aşmak için uğraştıklarını hatırlatıp, bunun öncelikle: “Tanrı’nın Ölümü” ile ilişkisi kurulur. Nietzsche’nin bakışı buraya bağlanmaktadır. Bu durum şöyle bir anlama çekilmektedir: iki dünya arasındaki kozmolojik bir farkın sona ermesi olarak gözükmektedir; yani, öz ve görüntü, yanlış ve doğru mantığı arasındaki farkın ortadan kalkmasıdır.  Tanrı ölmüş ise eğer o zaman insan da dayanağını kaybetmiştir, o halde “insanın ölümü” de baş göstermiştir. İnsanın öznelliğinin arkasında saklanan  ve öznelliğini yok eden bir şey söz konusu edilmektedir.


Bu şey veya bu güç (mistik ve gizli)  tarihin gerçeği ve safcasına teknoloji üzerine odaklanır birinci olarak, ve ikinci olarak ise, Vadim’in üzerinde durduğu şiirsel yaratı üzerine odaklanmaktadır. Hayali makinaların icadı olarak 20.yy sanatına damgasını vurmuştur ( daha önce Jules Vernes ile başlayan bir hareket). Metafiziği aşmak bu anlamda kullanılmaktadır; ancak Deleuze’e göre asıl iş şiirsel alandan gelmektedir ve bunu başaran ise “patafizik” olmuştur.  Metafiziğe eklenen bilime verilen isim olarak anlamaktadır bunu Jarry.  O bakımdan sanat her zaman bir çıkış bulmaktadır.


 


SA: Mekanik kavramının yanında bir de felsefede daha çok karşılaştığım“teknik” kavramı var. Martin Heidegger’in modern tekniği ve teknolojiyi insanın var oluş alanını kısıtladığı için eleştirdiği Tekniğe İlişkin Bir Soruşturma makalesi var. Jacques Ellul’ün teknik üzerine Hegelyen bir çerçevede oluşturduğu yaklaşım ya da yaklaşımlar var. Böylece, mekaniğin de aslında çok masum olmadığı kanısına varabilir miyiz sizce? Sonuçta, sanayi devrimi ve modern mekanikle ticaret yolları savaşları yerini enerji savaşlarına bıraktı ve bugün de devam ediyorlar. Vadim Fishkin’in Miss Christmas işinde fosil enerji kaynağını enerjinin doğrudan birçok işlemden geçmiş halinin kökü haline getirmesi, ve bu fosil enerji kaynağı üzerine sürüp giden savaşlar “mekaniğin büyüsünü” bir şekilde sorgulamamızı gerektirmez mi?


 AA: Sanırım Tekhne’nin teknoloji değil sadece ama sanat anlamına geldiğini söyledim. Mekanik ile makinasal ayrımına bakarsak ikisinin ayrı şeyler olduğunu söyleyebiliriz. Mekanik işleyen organizma gibi bir sistem anlamına gelmekte ve homojen bir kavram bu anlamda; halbuki makinasal heterojen bir işleyiş tarzındaki öğelerden oluşan bir veri. Modern savaşların bununla direkt bir alakasını kurup varlığın unutuluşu üzerine düşünen Hediegger’i bir kenara bırakırsak, onun da düşündüğü gibi zaten teknoloji elbette ki masum değil. Vadim’in işinde bu doğal-yapay cennet ile petrol arasında kurulan bir ilişki var; yani yapay cennetler halinde yaşayan Arap emirlikleri, Dubai’de petrol rafinelerinin karşısında bir anlamda dışarıdan taşınmış bir renkle, yapay bir denize girilen plajlar arasındaki tuhaflıkları görmek mümkün. Mekanik bir çalışma değil bu söylemek istediğiniz gibi ama tersine sosyal bir olgunun içindeki tuhaf ilişkiye değinmekte. Kirletilen bir doğa ile yapay olarak örgütlenmiş bir doğa eklemlenmesinin plajların saflığıyla karşı karşıya gelmesi bu bir anlamda bakarsak. Bu şekilde zaten “mekaniğin bir büyüsü” falan yok.    


  


S.A: Bu sene Dördüncü Sanayi Devrimi(Dijital Devrim) temasıyla yapılan Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda  Olafur Eliasson’un güneş enerjisiyle ışık üretebilen lamba ve akıllı telefonları şarj edebilen cihaz ürettiği Little Sun projesi Kristal ödülü aldı. Vadim Fiskin’in Prometheus Electronic işini gördüğümde bu projeyi düşünmüştüm hemen. Sanatçıların alternatif enerji kaynaklarına dikkat çeken bu işleri, alternatif enerji kaynaklarının üretilmesi yönünde adımlar atılmasına yardımcı olur mu?


AA – Olafour Eliasson ile Vadim Fishkin kıyaslamasını yapmak doğru gelmiyor bana. Bunlar birbirlerinden çok ayrı işler yapan iki sanatçıdır. Vadim bir sihirbaz ise diğeri başka biri.  Buluş yapmak ile Vadim’in ilüzyonistliği ayrı şeyler.  Bana kalırsa ben bir benzerlik göremiyorum.


 


S.A:  Eliasson büyük bir ekiple çalışıyor. bildiğim kadarıyla Fiskin ise tek başına çalışıyor. Teknolojinin araçları ve olanakları doğrudan ya da dolaylı olarak kullanılarak yaratılan sanat eserlerinde genelde hep ekip çalışmalarına tanık oluyoruz. Vadim Fiskin bir mimar dolayısıyla teknik konulara vakıf olabiliyor muhtemelen. Ama birçok sanatçı bu kadar vakıf olmayabiliyor ve teknisyenlere ihtiyaç duyabiliyor.  Tek bir yaratıcıya bağlı olmayan yeni bir sanat üretim süreci ve tek kimse olmayan yeni bir sanatçı tanımı söz konusu,  bu durum aynı zamanda yeni bir Rönesans yaşadığımızın bir kanıtı olabilir mi yoksa başka bir şekilde mi değerlendirilmeli? Bu durumu nasıl ele almalıyız sizce?


 A.A: Bilim ile sanat aynı şey değiller; birisi fonksiyonlarla, fonktif diğeri ise afekt (duygu ve etki) ve persept (algı) ile iş görmekte. Bunları birbirleriyle kıyaslamak pek mümkün gözükmüyor, her ne kadar ekip çalışmalarında bunlar birbirleri içine girmeye başlamış olsa bile. Vadim Rus asıllı bir sanatçı ve bu anlamda eski Sovyet geleneğinden aldığı bir bakış var, bu bilimsel bir bakış olmaktan çok sihirbazlara ait bir bakış, bilindiği gibi parapsikoloji alanında Sovyetler çok ileri gitmişlerdi. Hepsini yapmak ve bilgisini elinin altında bulundurmak. Bir anlamda diyalektik bir tümleme ve sentezleme söz konusudur. Eliasson ise Batı dünyasının kafasına sahip ve bir ekip işini öne çıkarmakta. Bilim ile sanat arasında bağlar kurmakta ve sanatını bu noktaya doğru çekmekte. 


 


S.A: Son olarak daha sorulacak bir çok şey içerisinden şunu sormak isterim: Yunan mitolojisinde ateşin, heykel yapımının, zanaatların tanrısı Hephaistos aynı zamanda mitolojiye göre birçok otomat yapmış. Çin’de de benzer mitolojiler var. İlk gerçek otomatları ise 1100’lü yıllarda Cizre’de El Cezerî tarafından yapmış. Bunlar su enerjisiyle çalışan programlanabilir otomatlar. Antik dönemlerden beri insanlar aslında kendileri yerine çalışacak, onların işlerini yapacak makineler hayal ediyorlar. Bugün buna yakınız, bununla bağlantılı birçok krizle birlikte, başından beri bu muydu sizce tekniğin ve bilimin ve belki mekaniğin gizli amacı?


 A.A: Sanırım ilk soruda bunun cevabını da verdim. Mekaniğin gizli bir amacı veya bilimin gizli bir aracı bana kalırsa komplo teorilerine daha yakın bir soru gibi durmakta. Neden gizli bir amacı olsun ki? Bilim bir araştırma alanıdır, sanat da aynı şekilde araştırma alanı ve bir yaratı alanıdır; şiirseldir. İşlevleri değişik durmaktadır bunların. Afekt, persept ve fonktiflerle işlerler. Sanat bir sansasyon (duyumsama) yaratısıdır. Şöyle düşünebiliriz: bilim, sanat ve felsefe arasında bir yatay ilişki kurmaya kalkarsak sanatın bir kompozisyon planı olduğunu söyleyeceğiz. Zaten soyut sanat döneminin tabloların adları buydu. Bilim ise bir referans planı üzerinde durmakta; sürekli daha evvelki buluşlarla hesaplaşmakta. Felsefe de daha öncekilerle hesaplaşmakta; ama iki ayrı felsefi görüş çıkmakta kaşımıza: temsiliyet ve tanınma üzerine kurulu olan aşkın bir bakış: Descartes’dan Kant ve Hegel’e kadar uzanan bir çizgi; diğeri ise içkinlik üzerine kurulu bir bakış ki burada Spinoza’dan Nietzsche’ye ve Deleuze, Guattari ve Foucault’ya kadar uzatabileceğimiz bir çizgi var. Burada temsiliyet dışı bir düşünce çıkmakta karşımıza. Buna konstrüktivist içkin bir bakış diyebiliriz. Aralarındaki yatay geçişlilik bunların aynı şekilde ele alınmakta olduğunu ve yöntemlerini ve amaçlarının da aynı olduğunu söylemek anlamına gelmez.

Daha fazla yazı yok
2024-04-26 00:05:01