Dünyayı saran Corona virüsü pandemisi, kapitalizmin çaresizliğini ve yıkıcılığını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Liberal aklın çeşitli araçlarla üstünü örtmeye çalıştığı kapitalist sınıf çelişkileri, doğal olarak dünya sahnesindeki her türlü toplumsal kırılmalarda daha da keskin bir şekilde su yüzüne çıkıyor. Sistemin gösterişli, yıkılmaz görüntüsü, bir virüsün pandemik varlığı ile sarsıldı ve kapitalizm için kullanılan “kağıttan kaplan” ifadesi yerli yerine oturdu.

Berlin Duvarı’nın yıkılışı ve Sovyetler Birliği’nin çözülüşüyle birlikte tarihin sonunu ilan edenler, dünü ve yarını olmayan bir şimdide yaşamak zorunda olduğumuzu, başka bir seçeneğimizin olmadığını, doğal ve değiştirilemez bir dünya düzeninin içinde bulunduğumuzu ifade eden postmodern argümanlarını ürettiler. Şimdilerde ise birden bire ağızlarına kapitalizm sözcüğünü almaya başladılar.

İnsanların soluk alışlarının dahi kayıt altına alındığı bir dönemdeyiz. Bilginin piyasa değerinin doğruluğundan daha önemli olduğu, sanatın tarihsel olarak taşıdığı toplumsal değişim olanaklarını gösterme ve üretme gücünün değersizleştiği, bir sektör haline gelmiş olan sanat dünyası içinde sanatçının varlık gösterdiği ilişkiler ağının sağladığı “sektörel fayda”nın temel ölçüt olduğu bir çağda yaşıyoruz.

Marx sanatı özet olarak ‘insan ve doğanın karşılıklı etkileşiminin yaratıcı eyleme dönüşme hali’ olarak ifade eder. İnsan doğanın bir parçasıdır ve canlılığını, parçası olduğu doğayla ilişki ve etkileşim içerisinde sürdürür. Geldiğimiz aşamadaysa ortaya çıkan olgu kapitalist üretim biçiminin, insanın doğayla kurduğu diyalektik ilişkinin niteliğini geri döndürülemez bir şekilde tahrip etmesi ve dünyayı ekolojik bir yıkıma doğru sürüklemesidir.

Yaşadığımız pandemi ile birlikte insan emeğinin doğayla kurduğu simbiyotik ilişki yıkıma uğrarken dünyayı nasıl bir geleceğin beklediği tartışması yeniden önem kazandı. Sanatın bu tartışmaların dışında kalması mümkün olmamakla birlikte sanat dünyası şimdilik finansal açıdan nasıl ayakta kalacağına odaklanmış durumda.

Covid-19 eşitsizlikleri daha da pekiştirecek

Çağımızın ideolojisi, varoluşunu başarmak ve kazanmak olarak tecrübe eden bireyi kutsar ve bunun doğal sonucu olarak rekabetçi insan ideasını vaaz eder. Sanat dünyasının bu durumdan bağımsız olduğunu düşünmek pek mümkün olmasa gerek. Sanatın yaşama yön verme, onda iz bırakma gibi misyonlarının geçersizleştiği bir zamanda yaşıyoruz. Gerçekliğin değil, tarihselliğe sırtını dönmüş gündelikliğin içinden koparılan kesitlerin yansıtılmasını idealize eden bir sanat anlayışının hakimiyeti altındayız. Gerçeklikten kopuşun yarattığı boşluk, taklit ve kopyalama temelinde kurulan bir imaj dünyasıyla doldurulmaya çalışılıyor.

Pandeminin yarattığı toplumsal kriz yeni fikirlerin, yeni imgelerin yaratılmasını olanaklı kılıyor. Fakat bunlar bahsetmiş olduğumuz bu rekabet insanı (sanatçısı) için fırsata dönüştüreceği bir malzeme mi yoksa itiraz ettiğimiz sistemin çarklarının dönmesini engelleyecek bir umut potansiyeli mi olacak!

İmgelerimiz bir karşı koyuş gerçekleştirmediği sürece, dünyayı kasıp kavuran Covid-19 salgını yalnızca yeni eşitsizlikler yaratmakla kalmayacak, kapitalist yeniden üretim sürecinde mevcut eşitsizlikleri daha da pekiştirecektir…

 

İLGİLİ HABERLER

Sanat dünyası Corona krizi ile nasıl başa çıkıyor?

KÜRESEL SALGINDA SANATÇILAR NE YAPIYOR? II

Daha fazla yazı yok
2024-03-28 15:05:08