Naomi Kawase, Kaouther Ben Hania ve Valeska Grisebach 70. Cannes Film Festivali’nin en güçlü filmlerinden üçüne imza atmayı başardı.

Yazmayayım, kendimi tutayım diyorum ama kadın yönetmenler daha iyi film yaptıkları halde erkeklere ayrıcalık tanınıyorsa ben nasıl susayım? 70. Cannes Film Festivali’nde bugüne dek üç tane çok güçlü kadın filmi izledim, sadece bir tanesi Altın Palmiye için yarışıyordu: Naomi Kawase’nin Radiance’ı. Kaouther Ben Hania’nın Aala kaf Ifrit / Güzel ile İfrit ve Valeska Grisebach’ın Western adlı filmleri Resmi Program’a Belirli Bir Bakış bölümünden girdi filmleri. Ancak şu ana dek yarışmada izlediğim filmlerin üçü hariç (Zvyagintsev, Haneke, Kawase üçlüsü) hepsinden daha etkileyici filmler… İkisi de 70. yılında Cannes’a çok yakışabilecek filmlerdi ama ne yazık ki kadrolarında kırmızı halıda flaşları ardı ardına patlatacak şöhretler yok… Ancak Ruben Östlund misali Un Certain Regard’da ödül kazanırlarsa bundan sonraki filmleriyle Altın Palmiye yarışına katılabilirler…

Gündelik hayatın şiiri

Naomi Kawase, çağdaş Japon sinemasında Hirokazu Koreeda ile birlikte en beğendiğim iki yönetmenden biridir. Kawase’nin filmlerinin ölçülü ama yoğun duygusallığı, duyguları anlama ve anlatma, sevgiyi, şefkati, üzüntüyü, özlemi, matemi gözle görülür hale getirebilme yeteneği bende hep hayranlık uyandırmıştır. Radiance’ta bir kez daha gündelik hayatın ve doğanın içindeki şiiri sözler, sesler ve imgeler aracılığıyla yüreklerimize nakış gibi işliyor. Görme engelliler için filmlere sesli betimleme yapan Misoki’nin bir hedef grupla birlikte çalışması etrafında gelişiyor Radiance. Yaşlı bir ustanın başrolü de üstlendiği aşk filminin metnini mükemmelleştirmeye çalışan Misoki ile gruba katılan, görme yetisini sonradan yitirmiş bir fotoğrafçının arasındaki ilişkiye odaklanırken sinema sanatının da özüne iniyor Kawase… Bir film nasıl okunur, imgelerin ardındaki anlam nasıl kavranır, aktardığı duygular nasıl hissedilir, görmeyen izleyicinin hayal gücünü yabana atmadan ve çalıştırarak nasıl anlatılır dersi veriyor… Ama didaktik olmadan! Yönetmenim ama önce sinemaseverim, diyor adeta…

Bir yandan da Misoki aracılığıyla gözlem gücünü, dünyaya ve insanlara bakışını, çevresinde olan biteni algılayabilme yeteneğini gösteriyor bize. Sokakta yürürken her şeyi bir filmi sesli betimler gibi dile getiren Misoki’nin sözleri şiiri andırıyor.

Adalet arayışı

Kadınların bakma ve görme pratiği, eril olmayan bakışının ve dişil filtresinin sinemada çok iyi sonuç verdiğine kuşku yok. Kaouther Ben Hania’yı Al Challat / Tunuslu Challat ve Zaineb Takrahou Ethelj / Zeynep Kardan Nefret Ediyor ile tanıdık. Her biri Doha Enstitüsü destekli ve ödüllü filmlerin sahibi Tunuslu sinemacı yeteneğini Aala Kaf İfrit / Güzel ile İfrit’te bir kez daha gösteriyor. Polislerin tecavüzüne uğrayan 21 yaşındaki üniversite öğrencisinin hastane ve karakolda geçen, gece boyu adalet arayışını konu alan film, içerdiği kara mizaha rağmen karakterlerinin ve olayın hakikiliğiyle deri altına nüfuz ediyor. Ataerkil ve gelenekçi bir toplumda kadın olmanın birçok boyutunu -bedenden otoriteyle ilişkiye- bir film içerisinde başarıyla yansıtmayı ve izleyiciyi etkilemeyi beceriyor.

Avrupa devletlerinin tahakkümünü sorguluyor

Sehnsucht ve Mein Stern’den sonra yazıp yönettiği Western ile olgunluk dönemini müjdeleyen Valeska Grisebach’ın yolu bundan sonra açık olsa gerek. Çünkü yazıp yönettiği bu filmin yapımcıları Avrupa sinemasının şu an dorukta olan iki yönetmeni aynı zamanda: Jessica Hausner ve Maren Ade! Bir hidrolik santral inşaatı için Bulgaristan’a giden Alman işçilerin çevre köylülerle ilişkileri üzerinden koloniyal ve lejyoner geleneği olan Avrupa devletlerinin devam eden tahakkümünü sorguluyor. Eski lejyoner işçinin meslektaşlarıyla uyumsuzluğunu ve kendisine kucak açan yerel halkla kaynaşma, hiçbir yere ait olamama meselesini, yabancılığını ve yabancılaşmasını üstünden atma çabasını gösteriyor bize. Meinhard Neumann’ın başı çektiği kadroyu muhteşem yönetip çok iyi performanslar almayı ve atmosfer yaratmayı da başarıyor.

Daha fazla yazı yok
2024-03-29 07:07:48