A password will be e-mailed to you.

Sinema sanatı var olduğundan beri kendine özgü sinema dilini  yaratan pek çok yönetmenle karşılaştık. Şüphesiz, bir yönetmenin yaratıcı kişiliğinin gelişebileceği bir sinema ortamının oluşmasına ve onu oluşturacak etmenlere ihtiyaç vardır. İşte ancak tam da bu noktada “auteur” sinemacıdan söz edebiliriz. Stüdyolar, büyük patronlar, starlar, vizyon tasası, modaya uyma ve ısmarlama işler devreye girdiği an özgün ve bağımsız sinemadan söz etmek elbette çetrefilli bir hâle geliyor.

Bu yazıda kendine has mizahı ve üslubuyla öne çıkan, absürt olduğu kadar incelikli de olan sinemasıyla, hem eleştirmenlerin hem sinema tutkunlarının gönlünde yer edinmiş, benim de büyük hayranı olduğum bir “auteur” sinemacıdan,  Aki Kaurismäki’den ve onun son başyapıtı olan “Kuolleet Lehdet” (Fallen Leaves / Sararmış Yapraklar) filminden naçizane bahsetmeye çalışacağım.

“Benim için tek gerçekçi kişi, hayalperest olandır. Çünkü o, kendi gerçekliğinin tanığıdır.”

Federico Fellini

Aki Kaurismäki

Yaşayan efsane Aki Kaurismäki, her şeyden önce nevi şahsına münhasır bir kişiliğe sahip; hayalperest olduğu kadar realist, muzip olduğu kadar da politik. Dünyanın tüm çirkinliklerini, sevgisizliği, yoksulluğu ve yoksunluğu anlatırken bile heybesinde umut taşıyan bir büyük ressam o… Başarısının da insanların ona olan hayranlığının da buradan geldiğini düşünüyorum.

Bir “Kaybeden”den Auteur Sinemacıya…

“Auteur” sıfatını tam mânâsıyla hak eden bir sinemacı. Senarist, oyuncu, yapımcı ve yönetmen Kaurismaki, filmlerinin kurgusunu kendisi yapıyor, miksajını kendisi yapmasa da en azından kontrolünü neredeyse tamamıyla kendi elinde tutmayı seviyor ve filmlerinin müziklerini de kendisi seçiyor. Her filminde, her mekânda (iş yeri, bar, ev, cafe) mutlaka radyo vardır ve karakterler o radyoyu açıp şarkı dinledikleri gibi bazen yanlarında (arabada, sahilde) taşırlar. Bazen de takıldıkları cafe ya da publarda  radyo yerine jukebox denilen jetonla çalışan müzik kutuları bulunur. Yani müzik illâ ki vardır. Kendim için kullanmaktan çok keyif aldığım bir cümleyi onun yakasına bir broş olarak takmak istesem bu kesinlikle “Müzikle yaşar!” olurdu .

Aki Kaurismäki tıpkı filmlerinin ana karakterleri gibi gerçek hayatında da “kaybeden”lerden biridir; ekonomik anlamda çok zor zamanlar atlatmış, hatta bir dönem evsiz yaşamıştır. Yönetmen olmadan önce de bulaşıkçılık, postacılık ve film eleştirmenliği gibi çok farklı işler yapmış. Finlandiya dışında Britanya ve Fransa’da da filmler çekmiş, yönetmen-yapımcı olan abisi Mika Kaurismäki ile kurdukları şirketleri 1980’den beri Fin film endüstrisinin toplam üretiminin beşte birine sahip olsa da Aki’nin çalışmaları abisi Mika’ya nazaran yurtdışında daha fazla beğeni bulmuştur.

Şirketlerine de Godard’ın Alphaville‘ine saygı duruşunda bulunarak Villealfa ismini vermişler. Hatta Mika Kaurismäki’nin 1981 yapımı ilk uzun metrajı “Valehtelija”nın başrolünde oynayan Aki’nin karakter ismi de Alfa Ville’dir! O filmde henüz 24 yaşında olan Aki (fotoğrafta sol taraftaki) tembel, işsiz, kimsenin pek de ciddiye almadığı bir yazarı canlandırmaktadır; iş görüşmesi için gittiği bir tanıdığının ofisindeki sahnede kendisine alaycı bir üslupla söylenen şu replik belki o an için filmin karakterine söylense de Aki Kaurismäki kimdir?” sorusuna verilebilecek en kısa ve net cevabı daha o zamandan öngörerek hoş bir ironi yaratır: “Geleceğin en büyük Finlandiyalı işçi sınıfı yazarı nasıllar?” 

“Valehtelija / Yalancı” Filminden (1981)

“Hollywood’dan Nefret Ediyorum”

“Çektiğim filmlerin sebebi Hollywood’dur, çünkü Hollywood’dan nefret ediyorum.” minvalinde bir cümle okumuş ya da duymuştum; zaten onu tanıyanlar bunu da bilir. Mesela Aki’ye göre bir Hollywood filmi izlemek zaman kaybıdır; saygı duymadığını, çünkü onca imkâna rağmen Hollywood ‘un berbat ve sadece tüketime yönelik filmler çektiğini söyler. Emperyalist Amerika’yı her fırsatta eleştiren ve gerektiğinde kafa da tutmuş biri olarak (ABD, 2002 yılında Abbas Kiyarüstemi’ye vize vermediğinde New York Film Festivali’ne katılmayı reddetmişti) tüm bunlara rağmen filmlerinde Rock ‘n’ roll ezgileri ve Amerikan arabaları vardır, çünkü  Aki’nin sevdiği Hollywood, 60’lı yılların Hollywood’udur.  Ayrıca bağımsız filmleriyle tanıdığımız Amerikalı yönetmen ve “arkadaşım” dediği Jim Jarmusch’un fimlerini de çok sever. Hatta Jarmusch, Aki’nin çok sevdiğim ve en eğlenceli bulduğum filmlerinden olan “Leningrad Cowboys Go America” (1989) filminde rol almıştır.

Jarmusch dışında Bresson’u, Godard’ı, Ozu’yu, Jean Vigo’yu, Dardenne Kardeşler’i, Ken Loach’u, Idrissa Ouedraogo’yu ve Abbas Kiyarüstemi’yi sever.

Aki’nin Filmlerinde Sinemanın Büyüsünü Bulmak

Kiyarüstemi demişken kendisinin çok evvelden not aldığım bir cümlesi vardı ve bu cümleyi hatırlayıp, burada tüm yazdıklarımla birleştirince direkt olarak Aki Kaurismäki sinemasının temelinden söz ediyormuş hissiyatını alabiliyorum. Şöyle diyordu Kiyarüstemi: ”Varolmanın bir illüzyondan ibaret olduğunu, her şeyin bir geçiş halinde olduğunu, hareket etmenin yaşamımızın asıl doğası olduğunu kabullenirsek, bir hedefe saplanmaktan vazgeçersek, yaşamı daha iyi kavrayıp, ondan daha çok tat alabiliriz.”   

Aki Kaurismaki işçi sınıfına duyarlı, onların sorunlarını dile getiren filmler çeken, dünyanın en büyük refah seviyesine ve eğitim düzeyine sahip olan Finlandiya’nın bir vatandaşı olarak ülkesini toz pembe gösteren hikâyeler anlatmak yerine işsizliği, mültecileri, yoksulluğu, ezici kapitalizmi, sendikayı, yalnız bireylerin varoluş ve gelecek kaygısını ele almayı tercih etmiş bir sinemacıdır. “Varjoja Paratiisissa / Shadows in Paradise” (1986), “Ariel” (1988) ve “Tulitikkutehtaan tyttö /The Match Factory Girl” (1990) filmlerinden oluşan “Proletarya Üçlemesi”ni çekmiştir.

Filmlerinde biçimsel anlamda tekrara düşen bir yapı kurar; prodüksiyon – sanat –  kostüm tasarımında eski dönem stili kullanır. Yoksulluğun, yalnızlığın, hüznün hikâyeye olan hakimiyetine karşı kostümden, dekora dek kadrajında canlı renklere yer vererek sinematografisindeki tezatlık devamlılığını da sürdürür. Karakterleri gayet sıradan, bazen bohem ve sisteme uyum gösteremeyen insanlardır ancak bir yönetmen olarak aktörlerinin “oynamasına” asla izin vermez.

Bert Cardullo’nun Kaurismäki’yle yaptığı röportajda kendisine yönelttiği “Sizin oyunculuk kuramınızla Bertolt Brecht’inki arasında benzerlikler var mı?sorusunu Aki şöyle cevaplar:[1]

“Zannediyorum ki var. Şöyle ki, filmlerde aktörlerin “oynamaktan” ve kendilerini karakterleriyle fazlaca özdeşleştirmekten kaçınmaları gerektiğini düşünüyorum. Ben öğrenciyken Brecht tiyatrosuna çok ilgi gösteriliyordu ve onun dramatik ve aldatmaya dayalı tiyatroya karşı savunduğu epik ya da diyalektik tiyatro fikri muhtemelen beni etkiledi. Brecht’in aktörün kendini sadece karakterinden alıntı yapan bir anlatıcı gibi görmesi gerektiği fikrini seviyorum. Böylece seyirciler gördükleri şeyle duygusal olarak irtibat kurmak yerine entelektüel çıkarımlar yapmaya teşvik edilmiş oluyor.”

Konu buraya gelmişken iki ismi anmadan geçmeyelim madem. “Sadece kötü oyucular duygularını gösterir, karakterlerin hislerini saklama biçimi onun kim olduğunu anlatır. Kimse gerçek hayatta ağlamaya çalışmaz, ağlamamaya çalışırsınız. Kötü oyuncular ağlamaya çabalar, kötü oyuncular gülmeye çabalar.” diyen aktör ve oyuncu eğitmeni Martin Landau ile “Oyunculuk gizlemektir, göstermek değil.” diyen Nuri Bilge Ceylan’ı… Aki ise rejisinde repliklerini ekseriyetle düz ve duygusuz söyleyen “deadpan” oyunculuk tarzını, melankoliyi, hayatın zorluklarını ve bu zorlukların üstesinden absürt mizahla gelen bir yalınlığı resmeder. İşte bu yalınlık, onun sinemasının büyüsüdür. Ve hayatının büyüsünü sinemada bulan Kaurismäki, hemen her filminde mesleğine saygı duruşunda bulunurcasına karakterlerini sinemaya götürürken seyircisine de sinemaya gitmenin büyüsünü bir kez daha hatırlatır.

Laitakaupungin Valot / Tulitikkutehtaan tyttö / Kuolleet Lehdet

“Proletarya Üçlemesi”nin Dördüncü Bölümü Olarak “Sararmış Yapraklar”

Aki, “Mies Vailla Menneisyyttä / Geçmişi Olmayan Adam” (2002) ile Cannes’da Grand Prix Juri Ödülü’nüve filmlerinin demirbaşı sayılan oyuncularından Kati Outinen ile En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’nü aldıktan tam 21 yıl sonra, 5. kez Palme D’or için yarıştığı “Kuolleet Lehdet  / Fallen Leaves / Sararmış Yapraklar” filmiyle bu kez de Jüri Ödülü’nü kazandı.

Aki’nin “Proletarya Üçlemesi”nin dördüncü bölümü olarak düşündüğü “Sararmış Yapraklar”, bir karaoke barda tanışan Ansa (Alma Pöysti) ve Holappa’nın (Jussi Vatanen) aşk hikâyesi ya da aşkı arayış hikâyesi üzerine yazılmış, sıcacık, yine yönetmenin mizahıyla donanmış ancak bir o kadar da buruk hisler bırakan,  Anna ve Kaisa Karjalainen kardeşlerden oluşan Maustetytöt müzik grubuyla tanıştığımız, umut dolu finaliyle de gönlümüzde taht kuran bir film oldu.

Jussi Vatanen ve Alma Pöysti / Sararmış Yapraklar

“Sararmış Yapraklar” için belki tek başına “dokunaklı bir aşk filmi” bile denilebilir ancak film, Ansa ile Holappa arasında aşktan da öte duyguların varlığını vurgular.  Çünkü bu sefer karşımızdaki karakterler çok daha olgun ve daha çözüm odaklıdır; biri çalıştığı süpermarketten, son kullanma tarihi geçmiş ürünleri çantasına attığı (bu şekilde beslenir) için kovulan, diğeri ise alkol sorunu olan ve işinden kovulunca da parktaki bankta yatmak zorunda kalan bir yalnızdır. Her ne kadar bu iki yalnızı aynı kadraja ilk kez sokan sahnede birbirlerinden etkilendiklerini anlasak da onlar, yaralı ortak ruhlarının, bir elmanın iki yarısı gibi birbirlerinde tamamlanarak iyileşeceklerinden emindirler.  Ansa Holappa’da, Holappa da Ansa’da kendi eksik tarafını bulduğunun ve en büyük sevginin sağlam dostluklar üzerine inşa edildiğinin bilincindedir. Sadece bu iki karakterle de değil; Aki, filmdeki yan karakterlerle de dostluğu, paylaşmayı ve dayanışmayı ön plana çıkaran mizansenler yaratır. Filmin başlarında yer alan süpermarketteki bir sahnede Ansa’nın kovulmasına kendi gerekçelerini göstererek “beni de kovun” diyen çalışma arkadaşlarının tavrını, ezilen işçi sınıfının dayanışması üzerinden olduğu kadar kadın dayanışması üzerinden okumak da mümkündür.

2023 yılının en iyi filmlerinden biri olmasının yanı sıra Aki Kaurismäki’nin filmografisinde de zirvede yer alan bir yapım.

Daha çok “Arı Kovanının Ruhu” filmiyle tanıyıp sevdiğimiz 83 yaşındaki usta İspanyol yönetmen Victor Erice de 2023’teki favori filmleri sorulduğunda çok fazla film izleyememiş olsa da diğerlerinden açık ara önde gördüğü iki film olduğunu söylemiş. Bunlardan biri Pedro Costa‘nın kısa filmi “As Filhas do Fogo”su iken diğer film de Aki Kaurismäki’nin “Fallen Leaves”i olmuş. Erice şunu da söylemeyi ihmal etmemiş: “Aki ve Pedro, her zaman olduğu gibi dürüstler ve dirençliler.”

İşçi şınıfı, sigara, köpekler, hep gidilen bir cafe/pub/müzikhol, melankoli, nordik mizah, çiçekler, canlı renk paleti, eski mobilyalar, duvarda asılı olan halılar, radyolar ve müzik denildiğinde Kaurismäki’nin alametifarikalarından bahsediyoruzdur mutlaka ancak bu kez radyosunda şarkılar değil, Rusya-Ukrayna savaşı vardır. Buna rağmen filmin dönemini yine de belirgin kılmamaya çalışmıştır. Ancak dikkatli gözlerden kaçmadığını düşündüğüm,  Ansa’nın  California Pub’ta işe başladığı gün duvarda asılı olan 2024 takvimi, yönetmenin savaşın devam edeceğine dair fikrinin simgesi olarak yerini almış ki yanılmadığını da yaşayarak hep birlikte görüyoruz maalesef.

Alma Pöysti / Sararmış Yapraklar

“Ben Her Şeyin Onların Düşündüğü Gibi Basit Olmadığını Göstermek İstedim”

Dostoyevski’nin 1866 tarihli romanı “Suç ve Ceza”sını aynı isimle uyarlayıp ilk uzun kurmaca metrajını çeken Aki Kaurismäki çok cüretkar bir tavırla giriştiği bu işin altından kalkmayı da becermiştir. Tabii ki Petersburg’taki hikâyeyle Finlandiya’daki hikâye birebir aynı değildir; Aki’nin ana karakteri Antti Rahikainen her zamanki gibi bir işçidir ve her filminde olduğu gibi ilk sahne o işçinin çalıştığı iş yeri ve oradaki bir olayla başlar. Raskolnikov’un baltasını en başta bir hamamböceği öldürürken kullanan  Rahikainen, şirketin sahibini silahla öldürür. Film boyunca neden böyle bir cinayeti işlediğini sorguladığımız Rahikainen’in şu çarpıcı repliği filmi izleyenlerce asla unutulmaz:

“Öldürdüğüm adam önemli değil, ben bir biti öldürdüm; kendim de bir bit oldum. En başından beri onlardan biri değilsem tabii. Ben bir adamı değil bir ilkeyi öldürmek istedim.”

Romanın finaline ters düşen bir finale sahip olan filmde kendini ihbar eden Rahikainen, vicdanı temsil etmektedir. Vicdanıyla cebelleşen ve bunun bedelini ödemeye razı olan bir adam… İlk filminde kahramanına“hepimiz bir gün öleceğiz ve ölümden sonra bir cennet olmayacak, bizi bekleyen örümcekler ya da başka şeyler olacak.” dedirten Aki,dünya daha da kötüye giderken sinemasındaki umudu çoğaltmanın ve hiç olmazsa yaşarken yüzümüzü güldürmenin yollarını arar.

Onun derdi “Ben her şeyin onların düşündüğü gibi basit olmadığını göstermek istedim.” diyen  Rahikainen’le birdir. “Onlar”… Burjuvazi, kapitalist düzen, alt sınıfı, ötekileri, mültecileri daima ezip yok sayanlar, emek sömürücüsü patronlar, işbirlikçiler…

“Suç ve Ceza” Filminin Afişi

Finlandiya sinemasının önde gelen yönetmeni ve sinema tarihinin de gelmiş geçmiş en özgün isimlerinden biri olan Aki Kaurismäki en son “İnsanlığın bir geleceğe sahip olabileceği temalar hakkında bir hikâye yazmaya karar verdim.” demişti. Kaurismäki’yi yine merakla ve heyecanla bekleyeceğiz demek ki. Onun ömrü bolca film çekmeye, bizim ömrümüz de onun filmlerini izlemeye yetsin. Bu dünyaya onun filmleriyle katlanabilmek dileğiyle…   

***Yazımın başlığı için, bir yazışmamızda Aki Kaurismaki için kullandığı “yoksulluğun en iyi ressamlarından biri” ifadesinden ilham aldığım Naim Dilmener’e sonsuz teşekkür ve sevgilerimle.


[1] Çev. Filiz Karaküçük, Yazıhane

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 14:27:17