A password will be e-mailed to you.

Ali Şimşek’in, 20 Aralık 2013’te Sanatatak’ta yayınlanan “Müdahale son kez!” başlıklı yazısına yönelik Fırat Arapoğlu’nun kaleme aldığı yanıt…

Son günlerde sıklıkla kullanılmaya başlanan retorik kalıplardan birisi “Zamanlama açısından çok manidar”. 17 Aralık yolsuzluk operasyonuyla birlikte sıkça kullanılan ve zamanında rüşvet vb. suçlara karışan ya da karışma olasılıkları nedeniyle gözaltına alınanların ürettikleri bir söylem. Bu suçu/suç olasılıklarını gözden saklama amacı doğrultusunda davrananlar da aynı sözcüğe sığınıyor. Türkiye’de gündemi hızlıca değiştirebilme ve manipüle edebilme olasılığı çoğu ülkeye kıyasla kolay olunca, hata yapanlar ya da suç işleyenler, olayın/olgunun kendisini konuşmaktansa topu “taca” atarak, zaman kazanmayı tercih etme arzusuyla zaten bu tarz demeçleri kullanmakta. Türkiye’de gündem o kadar hızlı değişmekte ki, konunun biri bitmeden diğeri başlamakta, daha sonra da ilgili problem, derinlikli analizler için vakit yetmediğinden, abartılı ve magazinel bir popülizmle incelenerek, tüketilmektedir.

Olabilir, bu yöntemi tercih edenler var. Fakat benim tarzım bu değil. Spekülasyonun bir bilgi üretim yöntemi olduğunu kabul ediyorum, ama “derin düşünceler derin cümlelerle ifade edilebilir” ve bu yüzden hızlı kaleme alınmış köşe yazısı refleksiyle yazılan ve belirli vuruş sayısıyla daraltılan metinler, ancak ve ancak kısa, bilgilendirici veya belirli bir yargının kısa kesitini içeren metinler olabilir. Bundan dolayı “Müdahale Var Mı?” sergisindeki yapıtların, serginin, bağlamının ve en nihayetinde yaşanan sansür ve müdahale olayının analizini uzunca yapmak ve değerlendirmek için E-Skop Dergi’nin bülten kısmına bir yazı yazdım.[1]

Yazımda kısaca serginin analizini yaptıktan sonra, Nova Kozmikova’nın “Akıyordu!” çalışmasıyla ortaya çıkan ve oradan sergiye uzanan baskılara dair süreci ve bu noktada basında çıkan yazılar, haberler ve tartışmaları özetlemiştim. Amacım “sansür” ve “baskı” konusunu vurgulamak ve yapılan yanlış edimlere dikkat çekmekti. Konunun üzerinden bir ay geçti, bu arada Sanatatak’la olan ilişkisini, internet tabanlı derginin kurucusu Ayşegül Sönmez’in Milliyet’teki köşesinde yazdığı “Müdahale Etme Sanatı” yazısıyla bitirdiğini öğrendiğimiz Ali Şimşek’in dergiyle flörtünün başlama nedeni, benim “Yeter Artık Ya Polis Çağırıcam!” başlıklı makalem olmuş. Bu ilişkinin tekrar başlamasına vesile olmaktan çok mutlu oldum.[2]

Şimdi gelelim yazıda benim suçlandığım noktalara. Girizgahtan sonraki bölümlerde Ali Şimşek,  beni “örtük niyetli” olmakla suçlayarak, bahsettiğim yazımdaki eleştirilerimi çarpıtan yorumlara yönelmekte. Ali Şimşek haklı, hatta yılbaşında Prag’taydım ve dış mihraklarla görüştüm, hatta “çağdaş sanat yazmaya devam et” deşifreli bir ültimatom da aldım. Şaka bir yana, “Müdahale Var Mı?” başlıklı ve Ali Şimşek’in küratörlüğünü üstlendiği serginin oluşturulduğu ve geliştirildiği toplantılara katılmaktan ve sanatçı isimleri önermekten mutluyum; zira kolektif çabaya dayalı ve sanatın bıktırıcı üst-dil kuran ve networkleriyle işleyen sergileri ve usandırıcı piyasaya entegre sunumlarının –ama maddi ama sembolik sermaye hiç fark etmiyor bu bağlamda benim için– aksine çalışan her bir serginin küçük bir parçası olmak benim için çok önemli. Ama bir serginin, projenin parçası olmak, ona eleştirel bir mesafe alamayacağım anlamına da gelmez.  Ali Şimşek’in küratörlük enerjim için sarf ettiği sözcüklere müteşekkirim; evet tam zamanlı olarak bir özel üniversitede çalışan, eleştiri metinleri/sempozyum bildirileri yazan ve paneller oluşturan/katılan birisi olarak yılda birkaç sergiye küratöryel emek verebilme zamanı bulabilmek önemli.

Eleştiri yazılarımı kaleme alırken “soğukkanlı” olduğum doğru. Zaten bir eleştirmenin alması gereken mesafe de bu. “Sergideki işlerin vasatlığından dem vurmuşum” ki olabilir, yazılarımın biraz ağırlığı varsa, bunun da her bir sergi için, beraber sergi açtığım sanatçı dahi olsa, bağımsız ve eleştirel bir yorum geliştirebilme refleksimden kaynaklandığını düşünüyorum. Basın daveti alayım ya da almayayım benim yaklaşımım bu. Önce şunu belirtmeliyim: Yazılarım hakkında karar mercii sadece ve sadece okuyuculardır. Öte yandan çoğu İstanbul içi ya da dışı etkinliğe kendinden-sponsorlu olarak gitmişimdir ve bu da yargılarımı asla etkilemedi ve etkilemez.

Örneğin sergide yer alan, Komet’in Fluxus’vari işleri sadece TÜYAP’taki sergide değil, birçok işinde tespit edilebilir. Bana sorarsanız da, hala, bu serginin konseptine uyan bir çalışma olduğunu düşünmüyorum. Bunu belirtme özgürlüğü de her eleştiri yazarı için bakidir. “Önerdiği sanatçıları övmüş” tespitine gelince, Ali Şimşek yine burada çarpıtıyor ve bunu sıklıkla yapıyor. Sergiye ismini önererek, sergilediği işini beğendiğim ve yazımda adını verdiğim sanatçı sayısı “1” (yazıyla “BİR”). İzninizle, onun adını vererek konuyu iyice basitleştirip, giriş paragrafımda bahsettiğim “algı kaymasını” yapmış olmayayım.

Sergi siyah ile kapatılmadan önce sanat tarihçilerden, bilenlerden oluşan bir kurula danışılmalıymış”; yine bir Ali Şimşek klasiği olarak, tahrif etme denemesi. Çünkü neymiş “…onca gerilim ve baskı yaşarken nöbetçi sanat tarihçisi mi bulacak[mışız]”(Köşeli parantez içindeki vurgu bana ait, F.A.). Panel ve sempozyum programını kurarken ulaşabildiğiniz sanat tarihçisine ve eleştirmene, baskı ortamında size destek olmasını istediğinizde mi ulaşamıyorsunuz? Yardım almak ve akıl istemek, ne zamandan beri aciz görüldü ki? Sansürün görsel sanatlarda nasıl işlediğinin bilinmediği, zaten bu “gerilim ve baskı” ortamında sergi organizasyonunun verdiği reaksiyonlarda gayet açık. Nöbetçi sanat tarihçisine gerek yok. Ali Şimşek’in Facebook hesabında zaten çoğu, arkadaş olarak eklidir. Ama yok “Ben biliyorum” retoriğini sürdürürseniz, bu kolektif ve iyi niyetli çabalarla oluşturulan sergi ve ona uygulanan baskı ortamında, hala sizin kendinizi nasıl ve nerede “konumlandırdığınız” gayet açık belirir. Ki; Ali Şimşek yazısında asla “ego”sunun değişmeyeceğini itiraf ediyor; “daha iyi biliyorum” diyerek. Madem biliyor; kendisine Susan Sontag’ın 1964 tarihli “Yoruma Karşı” makalesine ivedi olarak bakmasını ve onu sindirerek “bilmesini” önermekteyim.

Sergiye alınan bir yapıtın, hukuki bir müdahaleyle olsun ya da olmasın, sergiden kaldırılması ‘sansür’ kapsamına girer” tespitim, Ali Şimşek’e göre benim “yapılan eylem sansürdür” demem anlamına geliyor. Yani ben, hem de destek verdiğim bir projeye “sansür uyguladınız” demekteyim ve tüm iyi niyetli sanatçıları, küratörleri, panelistleri ve sergiye katkısı olan herkesi bir torbaya koyarak ve genelleyerek, suçlamaktayım.  Ama nedense, sergiyi analiz ettiğim yazıda, genellemelerden kaçınmaya çalışarak ve isimler vererek sergiden bahsetmekteyim. Hâlbuki yapıtı kaldırmak, yapıt çekmek ya da sergiyi siyaha kapatmak yerine, farklı bir yol bulmak gerekirdi diye yazdım. Yapıt kaldırmak ise, evet sansür kapsamına girer. Ayşegül Sönmez’e bir daha katılıyorum: Çalışmaların hukuki süreç nihayetlenmeden kapatılması, süreci meşrulaştırmıştır.[3]

Sanat üzerinde kurulan baskı ve gerilim ortamı uzun zamandır var. TÜYAP bunun ilk örneği değil ve korkarım sonuncusu da olmayacak. Bu sergide küratöryel ve organizasyonel bağlamda yapılan “hata”, yine de bu hatayı yapan meslektaşların ve bu süreçte yer alanların desteklenmeyeceği anlamına da gelmez. Ne yani, “ölürsem kabrime gelme” sendromu mu yaşayalım? Ben gizlice “Korktunuz işte” demekteymişim. Bu anlamı yazımdan çıkarmak için, bu korkuya gerçekten inanmak gerekir. Ya da Ali Şimşek’in bilinçaltında mı yer alıyor, bu olgunun vurgulanma olasılığı.

Serginin oluşturulma çabaları, yapısı, kurulması ve sunulması aşamalarıyla ilgili kimsenin bir sorunu olduğunu düşünmüyorum. Karşı Sanat’ın geçmişte ve nispeten bugün de görsel sanatlar alanında kaplamakta olduğu alan ve TÜYAP’ın her yıl Artist Sanat Fuarı ekseninde sağladığı bağımsız alanların varlığının önemini zaten yazımda belirtmiştim. Sanırım Ali Şimşek tarafından yazımın belirli kısımlarının okunması şerefine nail olamamışım.

Daha fazla uzatmak istemiyorum, çünkü sıkıldım” demiş yazar: Sıkılma Ali Şimşek, bu daha başlangıç. “Sanat dünyası, bir baskı sürecinde nasıl davranacağını bilemiyor!” derken, ne diyeceğimi bilemedim. Bir yandan 2011 Aralık ayında İstanbul Modern’de yaşanan sansür krizi, Proje 4L/Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi’ndeki “Müze içinde bir Müze” sergisinde yaşanan ihtilaflı noktalar ve İstanbul Bienali’nin Kamusal Simya programı eksenindeki protestolar, baskı süreçlerinin yapısını kırmaya çalışan edimlerdi. Görmezden mi geliyorsun? Öte yandan, evet haklısın, bazı durumlarda sanat dünyası –nasıl bir yekpare yapıysa bu, birisi anlatıversin Ali Şimşek’in neyi kastettiğini– nasıl davranacağını bilemiyor, e ne diyeyim: Günaydın!


[1] Fırat Arapoğlu, “Yeter Artık Ya Polis Çağırıcam!”, e-skop.com, yayınlanma tarihi 17.11.2013. Bkz. http://e-skop.com/skopbulten/%E2%80%9Cyeter-artik-ya-polis-cagiricam%E2%80%9D/1653

[2] Ali Şimşek, “Müdahale Son Kez!”, sanatatak.com, yayınlanma tarihi 20.12.2013. Bkz. http://sanatatak.com/view/Mudahale-son-kez/577

[3] Ayşegül Sönmez, “Müdahale Etme Sanatı”, 13.11.2013, Milliyet Gazetesi. Bkz. http://gundem.milliyet.com.tr/mudahale-etme-sanati/gundem/ydetay/1791174/default.htm

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 20:56:14