A password will be e-mailed to you.

Langen Foundation’daki Otto Piene solosu küratörü Christian Maria Schneider’la Zero kurucularından Otto Piene’nin dehası üzerine Düsseldorf Langen Foundation’da ormanın içindeki o sıradışı kurumda söyleştik.

 

Düsseldorf-

Ayşegül Sönmez- Üzücüdür değil mi Otto Piene’nin sergi açılışına katıldığı gün ölmesi? Yaşadığı sürece bir sanatçı olarak hakkının teslim edildiğini düşünüyor musunuz?

Christiane Maria Schneider: Elbette üzücüydü tam da yaşam ve enerji dolu olduğunda öldü üstelik. İki yıl boyunca onunla çalışma ayrıcalığına sahip oldum. Bu müddet boyunca onun nasıl yeni fikirler geliştirdiğine, hızlı düşündüğüne ve odaklanabildiğine şahit oldum. Sanırım hayatında, tıpkı sanatında olduğu gibi balonları vardı. Ama öte yandan tam da başarısının en üst noktasında ölmek kadar ona uygun bir şey yoktu. Hep olduğu gibi son derece meşgulken… İyi bir kariyerle hayatına başladı ve her zaman başka sanatçılar üzerinde büyük etki bıraktı. Lakin söylediğiniz gibi tam olarak hak ettiği ilgiyi göremedi. Ama bu daha ziyade onun sanat üretiminin pazar odaklı olmayışından kaynaklandı. MIT kurucusu ve direktörü olarak onun en önem verdiği konu, deneysel işler üretmek, sanatçılar ve bilim adamlarının birlikte çalışma özgürlüğü bulmasıydı. Ve bu görüşü, sanata yaptığı katkısı daha yeni insanlar tarafından anlaşıldı ve takdir edilir oldu.

 

-Langen Foundation’daki Piene solosunun küratörü olarak onun savaş sonrası sanatındaki rolü üzerine neler söylemek istersiniz?

Tamamen devrimci olduğunu düşünüyorum sanatının. Savaş sonrası Almanya’sında geçmişle tüm bağları koparacak denli radikal ve yeni, bambaşka bir başlangıç yapacak derecede devrimci. Geriye bakmayarak hep yeni anlamlar ve daha iyi bir gelecek için çabalama… Konvansiyonel olandan uzakta, mevcut teknolojiyi kullanarak, ışık, hava gibi doğal fenomenleri kullanarak idealistik olmayan bir ütopyen düşünce biçimiydi onunki. Böylece kendinden sonraki kuşakları çok temel bir biçimde sanatın maddi olmayan, edinebileceği deneysel ve çeşitli anlamlara açıklığı konusunda çok etkiledi.

 

– Onu Heinz Mack’le birlikte ve diğer pek çok Zero sanatçısını Fluxus ve Minimalizm’in atası, Dada’nın mirasçısı olarak düşünebilir miyiz? Ne dersiniz?

Evet, onların şiir gibi manifestolarını düşününce Dada’yla pek çok fikir paylaşıyorlar. Fluxus ve Minimalizm’e link verme açısından haklısınız. Daha ziyade Fluxus’a… Formu, aksiyon ve hareketle çözmeleri ve birlikte imece usülü çalışma anlayışlarıyla özellikle… Aralarındaki farka gelirsek… O da kinetik ve görsel olana duydukları açık ilgi.

 

-Şu anda Zero bir grup olarak daha sabitlendirilerek bu uğurda bir izm’leştirilmek isteniyor. Minimalizm, Arazi Sanatı, Kavramsal Sanat gibi… Bu yapay değil mi? Aynı zamanda bu istek Zero’cuların sanat anlayışı ve varoluşlarıyla çelişmiyor mu? Özgürlük ve aidiyetsizlik arayışlarıyla?

Bence Zero çok önemli bir akım çünkü savaş sonrası her şeyden önce uluslararası bir network oluşturuyor birbirine karşı savaşmış ülkelerin sanatçılarıyla… Ve bu sanatçıların ortak bir ruhu, paylaşımı var. Oysa bugün Fluxus ya da Kavramsal Sanat başlığı altında yer alan sanatçılara baktığımızda hepsinin farklı olduğunu görürüz. Bu onlara sanat tarihi tarafından yakıştırılmış bir terimdir. Oysa Zero sanatçıları, Avrupalı ve Japon Zero arkadaşları ortak bir ruha ve pek çok fikre sahipti. Son derece gevşek bir bağ içinde çeşitli proje ve sergiler aracılığıyla pek çok ortak fikri paylaşıyorlardı. Performans sanatçılarına, kavramsal sanatçılarına baktığımız zaman bugün, ne kadar çeşitli olduklarını, üretimlerini açıklamaya bu terimin yetmediğini görüyoruz. Zero için geçerli değil bu.

 

-Otto Piene’nin bireyselliği üzerine ne konuşabiliriz? O dönemin teknolojisini kullanıyor ama taze kalabilmiş ilginç bir şekilde…

Evet, her zaman sıradışı medya kullanıyor, daima deney yapıyor. Onu ilginç ve hala çağdaş kılan tam da bu: 1960’lardan itibaren yoğun bir ilgisi ve ilişkisi var mevcut teknolojiyle… Bu teknolojileri sürdürülebilirlik açısından değerlendirerek kullanıyor öte yandan… Onun en büyük özelliği sanırım azami ölçüdeki dinamikliği, aklı ve merakı. 81 yaşında hala dinlenmiyor, üretiyordu. Boston’da bir atölyesi vardı. Sık sık Düsseldorf’a gelip gidiyordu. Amerika’dan geldiği zaman asla jetlag olmazdı. Sabah gelir gelmez çalışmaya başlardı ve bunu nasıl yapardı anlamazdım. Onunla çalışmaktan büyük keyif aldım. Onun sanatsal üretimini muhakeme ederek anlatışına hayran oldum. Bir sanat tarihiyle vakit geçirmek gibiydi onunla olmak.

 

-Light Ballet  NY’da 1965 yılında bir galeride sergilendi. Tekrar üretiminde nelere dikkat ettiniz?

Sergimiz Nisan 2014 yılında açıldığında Otto Piene’nin sağlığı yerindeydi. Sergiden önce iki yıl boyunca birlikte çalıştık. Aslında yaptığımız onun işlerini yeniden üretmek değil, Otto Piene’nin yepyeni 8 metre yüksekliğinde yeni bir iş yapmasıydı. Serginin başlığı Işık ve Hava’ydı. Light Ballet’nin daha kapsamlı bir yorumuydu yaptığı… 8×14 metrelik bir ışık duvarı vardı merkezinde. Bu duvarı çeşitli küre ve küpler çevreliyordu. İzleyiciler Light Ballet’nin içinden geçebiliyorlardı.

 

Peki onun gökyüzü sanatı ve müze dışına olan ilgisi kurumunuz açısından sorun teşkil etti mi?

İzleyiciler de bu projenin bir parçası oldular. Tamamen sosyal bir etkinliğe dönüştü. Otto Piene de buna önem veriyordu: bu gökyüzü etkinliğinin her yapıldığında farklı olmasına… Bu kolektif görsel ve duygusal bir deneyimdi çünkü onun ifadesiyle… Her detayını her seferinde planlıyordu. Bu işe 6000 insandan fazlası geldi. Büyük, keyifli, yoğun bir festivale dönüştü ölümünden hemen sonra…

Zero, Akbank Holding’in katkılarıyla 10 Ocak’a kadar Sakıp Sabancı Müzesi’nde.

Daha fazla yazı yok
2024-05-09 10:08:23