A password will be e-mailed to you.

Gün geçmiyor ki bir KHK daha gelip tepemize oturmasın, tam 17 aydır!

“Zor”, bizi neye gebe bırakır? Daha yaratıcı, daha kıvrak zekâlı, daha çalışkan, daha korkak, daha yandaş, daha aynı, daha tektip… Hangisi oluruz bunlardan ya da olmayız?

Bu “zor”un sanat, edebiyat, sinema… vs.’deki en büyük etkisi sansürle başlıyor ama ne yazık ki sansürle bitmiyor. Sonrasında en tehlikeli kısmı başlıyor: otosansür! Yazarın, yayınevinin, sanatçının, yönetmenin ve diğerlerinin otosansürü.

Böylelikle sansür kusursuz biçimde kurumsallaşıyor, sanatçı eserine kendi eliyle kendi sansürünü uyguluyor. Bunu şöyle düşünebiliriz: eskiden sansürle mücadele eden ya da etmek zorunda kalan eser sayısı bugünkünden çok daha fazlaydı. Artık herkes ne yapması gerektiğini daha mı iyi(!) biliyor peki?

Örneğin bir yayınevi, yazarının kitabını yayına hazırlarken kimi zaman yazarla kafa kafaya verip sansüre takılacak yerleri ince eleyip sık dokuyarak belirleyince herkes işini daha iyi yapmış oluyor!

Sıkıyönetim ve Edebiyat

“Türkçe edebiyatın yasaklanan kitapları” çoğunlukla sıkıyönetimlerin ürünü.

Bazılarını tekrar hatırlamakta fayda var:

1940-1947 sıkıyönetimi ve etkisinde devam eden yıllarda yasağa takılanlar arasında Sait Faik, Medar-ı Maişet Motoru; Rıfat Ilgaz, Sınıf ve Yaşadıkça; Sabahattin Ali, Sırça Köşk; Mahmut Makal, Bizim Köy(1950’de yayımlanmasının hemen ardından); Aziz Nesin, Taşlama; A.Kadir, Tebliğ gibi eserlerin olduğunu görüyoruz.

1980’lerde Adalet Ağaoğlu, Fikrimin İnce Gülü; Pınar Kür Bitmeyen Aşk, Asılacak Kadın, Yarın Yarın; Attila İlhan, Böyle Bir Sevmek

Ve tabii ki Nâzım Hikmet’in birçok şiiri, Can Yücel, Ahmet Şık, Nedim Gürsel, Elif Şafak… liste uzadıkça uzuyor. Araya MEB’in sıkıştırdığı sansürleri de ekleyelim: Ece Ayhan’ın “Meçhul Öğrenci Anıtı”nın toplatılması, Cemal Süreya’nın “Üvercinka” şiirinde “sevişmek” sözcüğünün “sevmek” diye değiştirilmesi, Edip Cansever’in “Masa da Masaymış Ha” adlı şiirinin iki dizesinin silinmesi biçiminde kesilip bükülen şiirler…

Yazı, edebiyat ve diğerleri sansürlenedursun esas tehlike “düşünce otosansürü”nde takılıp kalıyor yine. O da şu demektir: Bu sancılı zamanların, akıldışı olayların bitmeyen tutuklanmaların arasında iki dize atılmış, bir sözcük değiştirilmiş yahut alt tarafı bir kitap yasaklanmış lafı mı olur diye düşünürken bulmak kendimizi.

Mizahın gücü adına…

Bu coğrafyada malumdur mizah geleneği eskiden beri pek gelişmiştir daha ziyade gelişmek zorunda kalmıştır. Bunda zorlama ve sansürün payı epey fazladır. Darda kalanın derdine derman mizah aslında sansüre verilen en güzel cevaplardan biridir. Kısacası hiçbir şey yapılamıyorsa mizah vardı.

Tıpkı Sabahattin Ali, Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz’ların habire kapatılan Markopaşa’ları gibi. Markopaşa yoksa Merhumpaşa o da yoksa , Malumpaşa, Yedi-Sekiz Hasan Paşa, Hür Marko Paşa, Bizim Paşa, Ali Baba ve Kırk Haramiler

Bu kısacık ve sadece birtakım hatırlatmalar içeren yazıda mizahtan alınan güçle demek istiyorum ki bırakınız sansürlesinler(!)

Sansür hep vardı ve devlet hele ki sıkıyönetim devleti bulduğu çatlaklardan sızıp elinin uzandığı her alanı tektipleştirmeye çalışmıştır, en azından şimdilik tarih bize bunu gösteriyor. Sansür varsa edebiyat da var, o da yoksa mizah var…

Edebiyatın, yaratıcısının, yayıncısının otosansürden uzak durmasını dileyerek Ayşegül Sönmez’in Cumhuriyet’teki yazısından ilhamla, “Şimdi risk almak zamanı değilse ne zaman?

Daha fazla yazı yok
2024-04-30 19:29:34