A password will be e-mailed to you.

“Salamina Askerleri”, “Bir Anın Anatomisi”, “Işığın Hızı” ve  “Kanun Kaçakları” romanlarının yazarı Javier Cercas Everest Yayınevi’nin konuğu olarak, iki yıllık pandemi yasakları sonrası, kapılarını 39. kez açan Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı’ndaydı.

Javier Cercas ile İstanbul Kitap Fuarı’nda Everest yayınlarının editörlerinden Esin İleri’yle yaptığı söyleşisinden ve sonrasında İstanbul Boğazı turunda sohbet etme şansını yakaladık.

 

Salamina Askerleri romanı bugün sizin için ne ifade ediyor?

Salamina Askerleri benim 39 yaşındayken, çok da tanınan bir yazar olmadığım zamanlarda yayınladığım, en çok okunan kitabım olmaya devam ediyor. Öncesinde yayınladığım üç kitabımı ise sadece annem, kız kardeşlerim ve yakın çevrem okumuştu. O dönemde çok da kaygım yoktu okunup okunmamakla ilgili çünkü küçük bir kasabadaydım ve üniversitedeki çalışmalarıma devam ediyordum. Beş, altı tane olsa bile iyi okuyucunun benim için yeterli olacağını düşünüyordum.

Ancak edebiyat hiçbir şekilde okursuz var olamaz. Ayrıca mutlak hakikat diye bir şey yoktur. Terra Alta, Türkiye’de bir sonraki yayınlanacak olan romanım bir üçlemenin ilk kitabı olacak. Burada bir karakter var, kütüphaneci, kitapta “Bir romanın yarısını yazar, diğer yarısını da okur yazar.” der. Bu mutlak hakikatlerden birisi benim için. Bir eseri yorumlayan kişi okurdur. Her okur kendine göre yorumlar. İşte edebiyatın en büyük sihri buradadır. Buradaki büyük yanlış anlaşılma edebiyatın kahramanını yazar olması kanısıdır. Bu yanlış. Esas kahraman okurdur. O yüzden bir yazarın başına gelebilecek en iyi şey okurlarının olmasıdır.

 

Geçmişin şimdinin üzerindeki ağırlığı

Kitaplarınızda pek çok tarihi referans noktası var. Kitaplarınızı tarihi romanlar olarak sınıflandıramayız ama tarihteki olgulardan, geçmişteki referansların öneminden biraz bahsedebilir misiniz?

Evet, ben tarihi romanlar yazmıyorum fakat bir keresinde İtalya’dan bir tarih ödülü de almıştım. Romanlarımda önemli tarihi olaylar geçebiliyor. Bu Salamina Askerleri’nde başladı. Salamina Askerleri’nde çok önemli bir şey farkettim, geçmişin şimdinin üzerindeki ağırlığını. Bugün bütün dünyada şimdinin diktatörlükleri çeşitli kanallardan, iletişim ağları ve sosyal medya üzerinden bize şimdinin yanıltıcı vizyonunu sunuyorlar. Hayat şimdiden ibaret diyorlar. Geçmiş önemsizleştiriliyor. Bu tamamen yanlış. Hafızamızda yer eden, şahitlerinin olduğu bir geçmiş hala geçmemiş bir geçmiştir. Geçmiş şimdinin başka bir boyutudur. O boyut olmasaydı şimdi zaten var olamazdı. O nedenle benim kitaplarım bir aşamadan sonra bunu göstermeye çalıştı. Bu geçmişin günümüzde bizimle yaşadığını göstermeye çalıştım. İspanya’nın şimdiki zamanı 1936 İspanya iç savaşı ile başladı mesela. Avrupa’nın şimdiki zamanı ise 1939’daki 2. Dünya Savaşı ile başlamış oldu. Bu nedenle ben şimdiki zamana bakış açımızı genişletmek istiyorum.

“Geçmiş asla ölmüş değildir, geçmiş geçmiş bile değildir.” demiş William Faulkner. İşte ben de tam olarak bunu söylemeye çalışıyorum. Bakış açımızı genişletmeye çalışıyorum. Diğer yandan romanlarım sadece iç savaş ve Franco ile ilgili diktatörlükten demokrasiye geçiş sürecini anlatmıyor. Geçmişin günümüzde nasıl hayatta kaldığını söylüyor. Bu sadece İspanyada değil her yerde böyle. Edebiyatı evrensel yapan şey de işte bu oluyor. Edebiyatın tarih gibi olmaması, evrensel gerçeklerden bahsetmesi.

 

Javier Cercas

“Edebiyat bir politika değil. Kural kanun koyamazsınız.”

İstanbul ile ilgili bir anınız var mı?

İlk kez İstanbul’a gelişim yaklaşık 10 yıl önceydi. 2 haftada bir İspanya’nın en çok okunan gazetelerinden El Pais’de yazıyorum. İspanya’ya döndüğümde Türkiye hakkında “Türk Aynası” adıyla bir makale yazdım. Çünkü iki ülke arasında geçmişe ve şimdiye dair bir çok benzerlikler gördüm. Çok seyahat etmeme rağmen farklı ülkeler hakkında çok bilgim olmadığı için yazılar yazmıyorum aslında. Fakat Türkiye ziyaretimde bir çok benzerliği görmüş olmam, ülkenizi tanımıyor olmama rağmen ilk gözüme çarpan bu paralellikleri temel yaptım yazıma.

 

İspanya gibi Türkiye’nin de iyi ve kötü mirasları söz konusu. Karanlığın Hükümdarı kitabınızda da bahsettiğiniz kötü miras ile ne yapmalı?

Gençken ülkemi diğer ülkelerden farklı sanıyordum. Fakat sonra fark ettim ki berbat bir durumdaymışız meğer. Bilmiyordum. Hatta o zaman geçmişi karşıma alıp yüzleşmeyi, onu özümsemeyi bilmiyordum. İşte zamanla bunu keşfettim. Bunun içinde yaşarken ve yazarken yanıldığımı fark ettim. Bütün ülkeler, dolayısıyla insanlar geçmişleriyle sorun yaşarlar. Toplumların iyi ve kötü miraslarının hangisi bizimle yaşıyor. Biz bununla ne yapalım? Kötü mirası ne yapalım, saklayalım mı? Yenisini mi uyduralım?

 

Sartre’ın da söylediği gibi “Edebiyat dünyayı değiştirmek için bir harekettir.” Katılıyor musunuz?

Edebiyat bir politika değil. Kural kanun koyamazsınız. Edebiyat okurun dünya algısını, bakış açısını, gerçeği görme şeklini değiştirir. Büyük eserler bizi anlatır, karşımıza bir ayna koyup bize kim olduğumuzu gösterir.

 

Sahtekar kitabındaki gibi mi?

Evet onun gibi. O da bir örnek. Orada kahramansı bir hikaye uyduruluyor. Bir korkaklığı örtmek için kötü mirasları saklıyoruz, bin bir hikaye uyduruyoruz. Gerçeklerle yüzleşmek lazım. Kendi kitaplarımda da bunun için uğraştım. Bütün karmaşıklığı ile birbirinden ayrılamaz kişisel ve toplumsal geçmişi anlamaya çalışmalıyız. Anlamak ise bunu haklı çıkarmak anlamına gelmiyor. Ben ailemin kahramanını anlamaya çalışıyorum. Benim ailem Francocu bir faşist aileydi. Neden bunu seçtiklerini anlamaya çalıştım.

“İlham geldiğinde bunu çok çalışarak desteklemek gerekir”

Romanlarınızı yaratma sürecinizden biraz bahsedebilir misiniz? İlham ve araştırma ikilisi bu süreçte nasıl rol oynuyor?

Çıkış noktam takıntı. Araştırma demezdim, çok çalışma ve ilham vardır derdim ama ilham geldiğinde bunu çok çalışarak desteklemek gerekir. İlham benim çalışmamla paralel olarak da gerçekleşen bir şey. İlham alarak daha önce bilmediğiniz şeyleri söyleyebilirsiniz. Ama bu sadece çok çalışmak ile oluyor. Bu sihir değil, çok çalışmanız gerekiyor. Mesela köşe yazılarımı yolda yürümek gibi kolayca yazabilirim. Ancak roman çok fazla çalışma gerektirir, saatlerce, haftalarca, aylarca. Bazen araştırmanız, bazı yerleri ziyaret etmeniz veya insanlarla konuşmanız, kitap okumanız gerekir. Diğer yandan tüm kitaplarım deneyimlerimden yaratılmış eserlerdir, hayatımdan. Profesyonel bir yazar olmak bunu değiştirmiyor.

 

Romanlarınızda kendinizi en yakın bulduğunuz karakter hangisi?

Aslında hepsi bana yakın. Ama diğerlerinden daha çok sevdiğim karakter Outlaws romanımdaki Tere. Romanda genç bir suçlu olan El Zarco’nun yardımcısı ve sözde kız arkadaşı olan Tere.

Bazen insanlar bana onun gibi bir kadını tanıyor muydum diye soruyorlar. Hayır diyorum çünkü onu tanısaydım burada olmazdım. O, var olmayan kurgusal bir karakterdir. Kurgu her zaman gerçeklikten çıkar. Gerçekliğin başkalaşımı. Gerçeği dönüştürür. Benim kurgularım gerçeklikten gelir. Deneyimlerimden.

 

En çok etkilendiğiniz eser? Yazar?

Miguel de Cervantes!

Diğer romancılar için olduğu kadar benim için de önemlidir. Çünkü o modern romanı yarattı. Don Kişot bir sihir kitabıdır ve bu kitap modernliği yaratmıştır. Bu kitap olmasaydı tamamen farklı olurduk. Cervantes ironiyi yeni jargonun merkezine yerleştirdi. İroni nedir? Don Kişot delidir ama aynı zamanda hayalperesttir. Gülünç ama aynı zamanda acıklıdır. Bu ironidir. Bu yeni jargonun ortasına çok başarılı bir şekilde konuluyor. Modernite yaratıyor. Bu totaliter rejime karşı ilk kitle imha silahıdır. Gerçek her zaman net değildir, bazen beyaz bazen siyah fakat kesinlikle gri değil. Demokrasiyi bu yarattı. Yazarın totaliter dünya görüşüne karşı önemli bir vizyonuydu.

Daha fazla yazı yok
2024-05-02 08:58:02