A password will be e-mailed to you.

İKSV Galaları’nın üçüncüsünde tüm dünyada aynı gün ve sadece bir seferliğine salonlarda gösterilen Nick Cave belgeseli One More Time With Feeling izleyiciyle buluştu. 

Andrew Dominik’in Nick Cave’in Skeleton Tree albümünün kayıtları sırasında çektiği belgeselde sanat eserinin kazaen şekillenmesine dair bir bölüm var. Nick Cave bir yandan stüdyoda yürürken, bir yandan da yine onun sesi görüntü üzerine biniyor ve Cave “Ben sanatta kazaya inanmam” diyor. Bunu dediği anda da onu takip eden kameramanın ayağı takılıyor ve bir anda kamerası yere düşüyor. Sanki “Al sana kaza, inanmaz mısın” dercesine birebir oturan bir zamanlama. Ama öte yandan Cave’in başka bir zamanda kaydedilmiş sesini o andaki görüntünün üzerine düşüren de Andrew Dominik ve filmin montajcısı. Gel de çık işin içinden; kaza, planlı kaza, kazaya göre planlama… Sanata tanım ve sınırlama getirmeye gelmiyor.

Tam da bunu demişken Dominik’in filmine de tanımlama getirmenin zorluğuyla yüzyüzeyiz. One More Time With Feeling bir belgesel mi gerçekten? Bugüne dek izlediğimiz müzik belgesellerine çok benzemiyor doğrusu. Daha ilk dakikalarda Nick Cave’in ceketini giyip kapıdan çıktığı bir sahne var örneğin, Dominik hemen bir kez daha çekmek istiyor. “Ne yapayım” diyor Cave, o da “Aynı şeyleri yap, çok iyiydi” diyor. Bu, belgesellerden çok kurmaca filmlerde kullanılan bir üslup elbette. Kayıtlar sırasında da birçok anın tekrar tekrar çekildiğini düşünmemizi gerektirecek kadar mükemmel bir kamera kullanımı var karşımızda. Zaten belgesel ile kurmacanın arasındaki ayrım çizgilerinin gitgide flulaştığı bir dönemden geçiyoruz, One More Time With Feeling’in de bu belirsiz kesişimler bölgesinde belirmesi çok şaşırtmamalı aslında. Bir şey daha var tabii burada bahsetmemiz gereken: film siyah beyaz ve 3 boyutlu (gözlükle izleniyor). Sadece tek bir şarkının renkli olarak kaydedildiği bir kısım var ki muhtemelen müzik kanallarında klip olarak kullanılması için o şekilde bırakılmış. Yine de filmin bütününe bir videoklip muamelesi yapmak son derece yanlış olur, zira müzik kadar konuşma da var ve işin asıl vurucu kısmı da o konuşmalarda ortaya çıkıyor.

Biliyor ya da bilmiyorsunuzdur, Nick Cave bundan bir süre önce 15 yaşındaki oğlu Arthur’u kaybetti. Bu bir insanın hayatında yaşayabileceği en büyük acı şüphesiz. Telafisi, tesellisi olmayan bir durum. Atlatılması, üstesinden gelinmesi mümkün olmayan bir travma. Skeleton Tree bu travmadan sonra Cave’in kaydettiği ilk albüm ve büyük ölçüde bu acı olayın izlerini taşıyor. Koyu, acı yüklü çağrışımlarla ilerleyen, hikaye anlatmak yerine duyguların akışına yol vermiş bir albüm. Film boyunca albümdeki şarkıları da dinliyoruz ve aralarda Cave’in (ve karısı Susie’nin) söyledikleriyle resmin bütününü görmeye çalışıyoruz.  Bir noktada Nick Cave “Bunları neden anlattığımı, bu filmi neden yaptığımı da bilmiyorum” diyor. O böyle deyince Andrew Dominik de “Ben de rahatsız oldum şimdi” diyor ve huzursuzca gülüyorlar karşılıklı. Sahi, biz neden izliyoruz peki? Yardım elimizi uzatalım diye karşımıza çıkarılmış acılı bir baba yok ki perdede. Acısını yaşayan, hayatı boyunca bundan kurtulamayacağını bilen, zaman geçse de yerinde sayacağını anlayan bir adam var. Filmin başlarında “Tüm zamanların aynı anda yaşandığını söyleyen bir öğreti var. Yani mağara adamı da, Mars’ta koloni kurmaya çalışan astronotlar da şu anda varlar. İyimser bir felsefe ama ben inanmıyorum zamanın bu esnekliğine” diyor Cave, ama sonlara doğru “Aslında zamanın esnekliği çok doğru, bu trajik olaydan ne kadar uzaklaşsam da bir yerde zaman bir lastik gibi geri gelip çarpıyor bana” diyor. Acı, ama çok haklı.

Andrew Dominik’in filmi 3 boyutlu çekme fikrinin deneysel bir yanı olduğu kesin (buyrun bakalım, deneysel sinemayla da kesişti yollarımız), hele ki siyah beyaz olduğu da düşünülürse. İtiraf etmek gerekirse ilk başta son derece gereksiz bir lüks gibi gelmişti 3 boyutlu olması filmin ama başladıktan çok kısa bir süre sonra izlediğimizin sıradan bir 3D kullanımı olmadığını anladık. Jean-Luc Godard’ın Adieu Au Language filmindeki kadar kuralları alt üst eden bir 3D uygulaması yok elbette ama One More Time With Felling neredeyse baştan sona olağanüstü görüntülerle bezeli bir mücevher. Özellikle kapalı mekanlardaki derinlik algısı, çerçevenin farklı noktalarında beliren doku zenginliği ve gün ışığında dış çekimlerde elde ettikleri benzersiz görüntüler kolay kolay unutulacak cinsten değil. Kameranın Londra’nın sokaklarında dolaştığı bir kaç an var ki, tekrar tekrar izlesek doymayız herhalde. Kısacası Andrew Dominik bir kez daha görsel yanının ne kadar güçlü, yaratıcı ve yenilikçi olduğunu kanıtlıyor.

Yaratıcılık dedik de; Nick Cave bir yerde “Travmatik olayların yaratıcılığı kamçıladığı söylenir hep ama bende tam tersi oldu, yaratıcılığıma hiç de iyi gelmedi yaşadıklarım” derken, moda tasarımcısı eşi Susie “İyi ki iş vardı, bir şeyler tasarlamak kafamı meşgul etti ve beni acıdan biraz olsun uzaklaştırdı” diyor. Her ikisinin de haklı ve gerçek olduğunu görmek insan ruhuna dair çok şey söylemiyor mu?

Son olarak, hatırlarsınız bir dönem Nick Cave ciddi ciddi Tanrı’yla yakınlaşmış, inanç dünyasına dalar gibi olmuştu. Skeleton Tree için yazdığı şarkılardan birini dinlerken görüyoruz ki artık başka bir Cave var karşımızda: “Tanrılarımızın bizden uzun yaşayacağını söylemişlerdi bize/ hayallerimizin bizde uzun yaşayacağını/ yalan söylemişler bize”.

One More Time With Feeling büyük bir trajedinin ertesinde, henüz çok taze acıların eşliğinde çekilmiş bir film. İzleyiciyi çarpan, hayat hakkında düşünmeye zorlayan, müziğin aslında nereden kaynaklandığını işaret eden bir film. Salonlarda tekrar gösterilmeyecek gibi görünüyor ama olur da bir yerde bulursanız muhakkak izleyin.

Daha fazla yazı yok
2024-04-30 01:42:09