A password will be e-mailed to you.

Rushdi Anwar 1971 yılında Halepçe’de doğdu. 1992 yılında Kerkük Enstitüsü Teknik Ressamlık ve İnşaat Mühendisliği bölümünden mezun oldu. Sanat eğitimine 2002 ile 2006 yılları arasında Sydney’deki Emmore Tasarım Merkezinde Grafik ve Tasarım diplomasını alarak devam etti.

Ardından 2009 ile 2010 yılları arasında Melbourne RIMT Üniversitesi’nde ilk önce yüksek lisans derecesini aldı, sonra da aynı üniversitede 2010 ile 2016 yıllarında sanat alanında doktorasını tamamladı. Şuanda ise Tayland Chiang Mai Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde Öğretim Görevlisi olarak çalışmaktadır. Sanatçı hala Chiang Mai ile Melbourne şehirleri arasında gidip gelerek, yaşamına ve akademik kariyerine devam etmektedir.

Anwar, geniş bir medyum skalasında üretimlerde bulunur. Fotoğraf, resim, heykel, kolaj, enstalasyon, video, ses-efekt, dokuma, seramik, kömür, kurulum gibi farklı medyumları sanat pratiğinde kullanır. Sanatçı konu veya tema olarak da en çok, Ortadoğu jeopolitiğini radikal bir şekilde değiştiren sosyo-politik meseleleri ele alır. Bilhassa eserlerinde, Irak’ın sömürgeci ve ideolojik rejimine maruz kalan insanların (Kürtlerin) yerinden edinme süreçlerini, çatışma ve travmaya ilişkin psikolojik ve fiziki semptomlarını kendi kişisel deneyimlerinden yola çıkarak yansıtır. Anwar estetik bakışında, toplumsal eşitliğin statüsüne sürekli göndermelerde bulunur ve ona ilişkin yeni söylem alanları üretir; biçim ve maddesellik incelemesi aracılığıyla da toplumsal eşitliğin siyasi, toplumsal ve dinsel karmaşıklığa işaret eder. Genel olarak ayrımcılık ve zulme maruz kalan kişilerin, gündelik sıkıntılarını hatırlatarak, onların kurtuluş olasılığını ve sosyal bir zorunluluk olarak empatiyle katılmanın kolektif gerekliliğini sorgulamaya çalışır.

Anwar, sanatçılığın yanında küratöryel projelerde yer almakta, küratörlük ve sanat danışmanlığı da yapmaktadır. Sanatçı, dünyanın birçok ülkesinin önemli sanat merkezlerinde, saygın organizasyonlarında yer alma başarısı göstermiştir. Keza sanatçının çok önemli kamu ve özel koleksiyonlarında eserleri yer almaktadır ve hakkında birçok metin yazılmış, çok önemli ve saygın ödüle layık görülmüştür. Bunlardan birkaç tanesine sadece değinmek istersek; başta Avustralya, Avusturya, Bulgaristan, Kanada, Çin, Küba, Finlandiya, Fransa, Japonya, Norveç, Güney Kore, İsviçre, Tayland, Birleşik Arap Emirlikleri, Birleşik Krallık, ABD ve Vietnam gibi dünyanın birçok farklı ülkesinde kişisel sergiler açmış ve karma sergilere katılmıştır. Geçen sene Cardiff Birleşik Krallık ’ta Artes Mundi Bienali Ödülü’ne aday gösterilen altı sanatçıdan biri olmaya hak kazanmıştır. Sanatçının son dönemlerdeki dikkat çekici sergileri arasında 15. Uluslararası Sharjah Bienali “Şimdiki Zamanda Tarihsel Düşünmek”.  2023 “Çatışma İçinde Sanat” Savaş Anıtı gezici sergisi, Avustralya. 2021 “Yüzyılın Gelgitleri” Okyanus Çiçek Adası Müzesi, Danzhou. 2021 “Kaçış Yolları: Bangkok Sanat Bienali”. 13. Havana Bienali “Intercambio” Casa de Asia Müzesi. 12. Gwangju Bienali “Hayal Edilen Sınırlar” Gwangju. 2018 “Kültürel Kavşak” Aurora Resim Gösterisi, Houston-Teksas. 2017 JAALA Bienali, Tokyo Sanat Müze. 2016 The Installation Zone, The Artist Project Contemporary Art Fair, Toronto. 2011 “Görüntü Biçimlendiğinde” Mølla Kulturhus på Grim, Norveç. 3. Uluslararası Yükselen Sanatçı Ödülü (IEAA), Dubai.

Sanatçının geçtiğimiz günlerde (11 Nisan – 11 Mayıs 2024) Londra’daki Ab-Anbar Gallery de “Endless Tears in the Garden of Eden” (Cennet Bahçesinde Sonsuz Gözyaşı) isimli solo sergisi açıldı. Sergi aynı zamanda sanatçının Londra’daki ilk kişisel sergisi olma özelliğini taşıyor. Sanatçı, sergide kendi coğrafyasının yerli bir üyesi olarak kişisel deneyimlerini, düşüncelerini ve anılarını araştırıyor. Anwar, bu sergide üç önemli konu üzerinde duruyor. İlki, İngiltere ve Fransa tarafından tasarlanarak Ortadoğu’yu stratejik bir şekilde petrol kaynaklı bir kaosa bölen ve aynı zamanda kuşkusuz bir sömürge belgesi olan 1916 Sykes-Picot Anlaşması. İkincisi, Tarihin en çok tartıştığı konularından biri olan, Kürt kültürünün egemenliği altındaki Kürt toprakları. Üçüncüsü ise, İngiliz sömürgesinden Saddam Hüseyin’in kimyasal saldırılarına ve İşid’in vahşetine kadar terör metodolojilerinin sonucunda oluşan hem insan hem de insan olmayan varlıkların kitlesel yerinden edilme ve yıkıma maruz kalma durumları. Kısacası sanatçının üstünde durduğu şey, bugün vekâlet savaşları ve dini aşırılıklar tarafından tahrip edilmeye devam eden coğrafyasının tüm insanlık dışı manzaralarıdır.

Anwar, diaspora da yaşayan diğer pek çok Kürt sanatçı gibi coğrafyasının maruz kaldığı tahakküm, kimlik, dil, asimilasyon, aidiyet, yerinden edilme, sürgün, sömürge, katliam, soykırım gibi kavramları işlemektedir. Hem bu solo sergisinde hem de diğer sergilerinde ortaya koyduğu ortak kavramların ortak işleri söz konusudur. Bu işlerden bir tanesi de “We Have Found In The Ashes What We Have Lost In The Fire” (Yangında Kaybettiklerimizi Küllerde Bulduk) isimli enstalasyon çalışmasıdır. Sanatçının bu çalışması, 2014 yılında Musul’a bağlı Başika kasabasına saldıran İşid’e karşı verilen mücadelenin ardından ortaya çıkan savaş enkazının anatomisiyle ilgilidir. İşid’in kasabayı yakarak ve yağmalayarak oluşturduğu etkiyi sanatçı, kasabadaki harabeye dönüşen kilise üzerinden anlatmaya çalışmıştır. 12 adet cam ve ahşaptan yapılmış ve küçük bir bavulu andıran çantaların içine enkaz parçalarını ve küllerini koyarak eşit ölçüdeki kaidelerin üzerinde belirli bir düzen içinde sergilemiştir. Anwar’ın bu çalışması ekseninde savaş, şiddet, yok etme, ölüm, öldürme gibi kavramları “öteki” olanın bağlamında yeniden ele almaya çalışacağım.

We Have Found In The Ashes What We Have Lost In The Fire”

(Yangında kaybettiklerimizi küllerde bulduk) Ortam: Ahşap kutu içerisine gömülü karışık ortam. 12 kutu: her kutu 32,5 x 22,5 x 9 cm (tek baskı) Boyut: Kurulum boyutları değişkendir.

Savaş, öteki olarak tanımlanan her şeyi en hızlı ve illegal yoldan açığa çıkaran muktedirin kendi öz tahakkümüne verdiği yanıttır. Muktedir ise, tahakkümün onun ontolojik varlığına dair sorduğu sorunun yanıtını, ötekinin varlığıyla girdiği şiddet ilişkiselliğinde verir ve karşılıklı süreci tek taraflı başlatır. Şiddet, süreksiz müdahaleyi sürekli hale getiren en açık ve sonsuz dirimsel yöntemdir. Şiddet olgusunun öteki ile olan bu bağlamını Levinas şöyle açıklar, “şiddet, kişileri incitmekten ve yok etmekten çok, onların devamlılıklarını bozmak; onlara, kendilerini tanıyamaz hale gelecekleri roller oynatmak; kişilerin yalnızca bağlılıklarına değil, kendi tözlerine ihanet etmelerini sağlamak; onlara eylemin imkânını toptan ortadan kaldıran eylemler yaptırmaktır.” (1) Dolayısıyla tahakküm her ne kadar muktedirin varlığından doğmuş olsa da, her zaman muktedire kendi çıkış nedeninin kanıtını ve var olma işlevini sormakla sorumludur. Bu aşamada muktedir, ötekiyi adlandırmakla tahakkümü ikna eder ve ona sürekli şiddet ve enkazı işaret eder. Savaş sonrası enkaz, ötekinin varlığına dair en belirgin maddi materyaldir. Eğer Levinasçı bir perspektifle olaya bakarsak, savaş, ötekinin varlığını, orada olan ve görünen varlık noktasını açığa çıkarandır. Savaş, bu açıklıkla öteki ile bir ilişki kurar ve tahakkümünü ondan çıkararak anlamlandırır. Bu anlamda savaş, ötekiye seslenmez, onun öldürülmesi, yok edilmesi gereken bir varlık olarak adlandırır.

Onun yokluğunu var ederek yadsır. Bu yadsımayı görerek yapar. Görmek ister. Görmeden, görmenin kendisinden, görme eyleminden keyif alır. Ötekiyi görmek, onu görüde açımlamak, tahakkümün kendi kudretinin göstergesidir. Öteki tahakkümün bakışıyla, onun görüsüyle öteki olur. Bir Kürt’ü öteki yapan görü, kendisinin, kendisi gibilerin eş zamanlı kendisine yönelen bakışı değildir, tahakkümün ona yönelen görüdeki açısıdır. Tahakküm tüm bu fenomenal durumları ilk önce adlandırarak ve anlamlandırarak, sonra da amaçlandırarak ve en nihayetinde de yok ederek yapar bunu. Tahakküm için ötekiyi tanımanın ve açığa çıkarmanın yegâne yolu; onun tarihini, sosyolojisini, çevresini, kültürünü ve alışkanlıklarını şiddet yoluyla kavramaktan geçer. Ötekiye dair mitolojik bir bayramı, kutsal sayılan bir günü yasaklayarak gücünün tasdikini alımlar. Sembol haline gelmiş bir kişiye fiziki ve psikolojik şiddet uygulayarak tanışıklığını ifade eder ve memnuniyetini dile getirir. Öteki ile olan iletişimini bu düzlemde sağlar. Algılama biçimini bu sayede temellendirir. Öteki, tahakkümün örtük bilincini ortaya çıkaran en etkili unsurdur. Onun iştirakını ve algısının verili programını işleme koymasına ön ayak olur. Öteki bir anlamda veya Husserlci fenomenal bağlamda, tahakkümün yönelimsel bir metotla deneyimlediği duyulur bir nesnedir. Onun için asıl gerçek sınav güçle sınanmaktır. Kürtlerin, Anwar’ın memleketi olan Halepçe’de soykırıma maruz kalmaları, bir tür olgunun ve nesnenin yeniden adlandırılmasıdır. Nesnenin fenomenal olarak uzaması, görünürün (topoğrafyanın) kayarak yer değişmesidir. Halepçe katliamı muktedir olan Saddam’ın, tahakküm işlevi gören [Baas Partisi] rejimine verdiği bir yanıttı. Çünkü rejim, kendi varlık gücünün, mantıki yargısının ve algısal deneyiminin farkına ötekiyi yok ederek varır. Dolayısıyla Halepçe artık salt bir şehrin ismi değil, bir soykırımın duyulur paylaşımıdır. Yüz yüze bakan bir retoriğin dilinden, terminolojik bir sıfattan öte; imgelemde beliren bir toz bulutunun içindeki kokudur. Dahası imgelemde yeri (coğrafi zemini) belirmeyerek, bir toz bulutunun bitmeyen travmatik kokusudur. Bu bakımdan savaşın kendisi, bıraktığı enkazda değil, imgelemde tekrar edilen kokunun fenomenal tahribatıdır. Anwar, tam da bu nokta da her bir çantaya –enkaz görüntüsünden ziyade- birer fenomenal kokuyu -küllerin kokusunu- bırakmaktadır. Görüntü maddeselliğini bu aşamada yitirir. Marion’un dediği gibi, “Maddesiz biçim olarak görüntü, sadece hayaleti andıran, tamamen ruhsallaştırılmış bir gerçekliği muhafaza eder.” (2) Çantadaki her bir enkaz parçasının görüntüsü maddesellikten yoksundur ve kokusu da geleceğe yönelik bir fenomenal imgelemdir. Başka bir deyişle, enkaz parçaları bize geçmiş bir arşivden ziyade, gelecekte kokusu bir türlü dağılmayan şeyin hatırlatıcısıdır. Savaş nesnesini dilde belirleyen şey, imgelimin tasarısındaki kokunun somut keskinliğidir. Anwar’ın içi görünen cam kapaklı çantaları, çoğu savaş anlatısında olduğu gibi bize dosdoğru bakan birilerinin ölüm anını gösterir. Bu ölüm anı aynı zamanda, ölümün yasasını ihlal eder. Yasa, ölüm kavramının dışarıdan onu önceden kapsamasıyla tamamlamasıdır ve her şeyden önce kendisinin de orada olduğu halidir. Ölüm yasasının yarattığı sürekli eylemliliğin korkusu, ölümün gerçekleşmesiyle ortadan kalkar. Ölümün kendisi, sürekli öldürülme korkusunun travmatik formunu hiç eder. Korkunun kendisi ölümü sezimler.

Yaşayan kişiye korkuyu hatırlatan şey, imgelemde oluşan kokunun zamansız ve mekânsız müphemliğidir. Marcuse’nin tespiti gibi, “Sanat verili olanın yasası altında durur ve aynı zamanda bu yasayı çiğner.” (3) Anwar’ın çantalarındaki enkaz parçaları, ölümün gerçekleştirilmiş halini görünürlükle gösterilmesidir; onun ölümü bu şekilde göstererek gerçekleştirilmesinin yarattığı bu görünürlük kompozisyonu, izleyen kişinin (ötekinin) ölüm ile karşı karşıya kaldığı tuhaf bir andır. Ölüm anının öteki için görünürde değil de, zihinde dolaşan koku imgelemi, bitmeyen öldürülme prosedürünün parodisidir. Başka bir ifadeyle, ölümü göstererek öldürmeden öldürülmeyi imleme durumudur. Ölüme giden yolu kabul buyurarak, sonsuzluğa açmaktır. Sonsuzluk bir anlamda, kendi sonluluğunu ele geçirdiği andan itibaren kendini tekrardan sonluluktan kurtarır. Anwar’da ölümü öldürülmeme olgusuyla öteki olanın bakışıyla yeniden anlatır. Daha doğrusu, tahakkümün pratiğini kendi bakışına ikame eder. Eylemin bakış açısının yerini değiştirir. Kendisinde verili olan a priori ölüm çizelgesini, tahakkümün korku eylemi üzerinden delerek ve süreksiz bir hale getirerek gerçekleştirir bunu. Sonuç itibariyle Rushdi Anwar sanatsal pratiklerinde, biricik yaradılışın sade gizeminin formunu tekrar üreterek ya da mimetik kopyasını yeniden üreterek değil, her defasında sıfırdan üretilme biçimine girerek iştirak eder.

 

Notlar:

  1. Emmanuel Levinas, Sonsuza Tanıklık, s.92, Haz. Zeynep Direk – Erdem Gökyaran, Metis Yayınları
  2. Jean-Luc Marion, Görünürün Kesişimi, s.100, Çev. Murat Erşan, Monokl Yayınları
  3. Herbert Marcuse, Estetik Boyut, s.21, Çev. Aziz Yardımlı, İdea Yayınları
Daha fazla yazı yok
2024-10-31 23:56:58