A password will be e-mailed to you.

1923 yılında Türkiye ve Yunanistan arasında imzalanan Lozan Antlaşması ile başlayan Nüfus Mübadelesi, milyonlarca insanın hayatını sonsuza dek değiştirirken kaçınılmaz olarak birçok romana da konu oldu. Biz de hem bu romanlardan bir seçki yaptık hem de yazar Yasemin Özek ile mübadele romanları hakkında konuştuk.

Mübadelenin Gölgesinde Anlatılan Hikâyeler

Lozan Antlaşması’nın eklerinden biri olan mübadele sözleşmesiyle yaşanan zorunlu göç dalgası ile 2 milyondan fazla insan yüzyıllardır yaşadıkları topraklara veda etmek zorunda kaldı. Bu zoraki ayrılık, travmalar ve acılarla dolu bir dönemi başlatırken iki ulusun da sosyo-kültürel ve demografik yapısını kökten değiştirdi.

Geçtiğimiz yıl mübadelenin 100’üncü yılıydı. Bu vesileyle geçtiğimiz yıldan beri sergi, konser, konferans gibi mübadeleyi konu alan ya da ondan etkilenen pek çok etkinlik düzenlendi. Bu yılın temasını Kökler olarak belirleyen İstanbul Müzik Festivali de Türkiye-Yunanistan nüfus mübadelesinin 100. yılına odaklanarak, müzik aracılığıyla bu coğrafyanın kültürel ve tarihi hikâyelerini aktarmayı hedefliyor. Bu hikâyelerin daha doğrudan anlatıcısı ise son yıllarda sayılarında önemli bir artış gözlemlediğimiz mübadele romanları.

Bu travmatik deneyim birçok yazarı derinden etkileyerek eserlerine konu oldu. Mübadele romanları göçmenlerin yürek burkan hikâyelerini, umutlarını ve direnişlerini anlatan önemli bir edebiyat birikimi yarattı. Bu eserler, mübadelenin sadece politik bir olay olmayıp aynı zamanda insanların en derin duygularını, kimlik arayışlarını, aidiyet hislerini ve dirençlerini de barındırdığını gözler önüne seriyor.

Biz de tarihin tozlu sayfalarında saklı kalmış bu insan deneyimlerini anlatan romanlardan bir seçki hazırladık. Bu seçkide yer alan eserler, mübadele döneminin getirdiği acıları, umutları ve insanlık hallerini farklı bakış açılarıyla ele alıyor. Kendisi de bir mübadil torunu olan ve son yıllarda mübadeleyle ilgili en çarpıcı kitaplardan birine imza atmış olan Yasemin Özek’in de katkılarıyla geçmişle yüzleşmenin, farklılıkları anlamaya çalışmanın ve ortak bir gelecek inşa etmenin önemini bir kez daha birlikte hatırlayalım istiyoruz.

100’üncü Yılında Mübadele Romanları Seçkisi

Benden Selam Söyle Anadolu’ya – Dido Sotiriyu – Can Yayınları

Mübadele denince akla ilk gelen kitap Benden Selam Söyle Anadolu’yadır sanırız. 1982 Abdi İpekçi Türk-Yunan Dostluk Ödülü’nü kazanan Benden Selam Söyle Anadolu’ya, Türkiye’de doğup mübadele ile Yunanistan’a göç etmek zorunda kalan Dido Sotiriyu’nun en önemli ve etkileyici eseri. Sotiriyu, bu romanında Anadolu’da geçen çocukluk ve gençlik yıllarından kopuşunun derin izlerini ve anılarını okuyucuyla paylaşır. Sotiriyu mübadele öncesinde Aydın’ın Şirince köyünde yaşamış. Benden Selam Söyle Anadolu’ya’nın merkezinde de bu köy var. “Yeryüzünde bir cennet varsa, orası Şirince olmalı…” sözleriyle tanımlıyor kitabında Şirince’yi. Sadece bu cümle bile mübadeleyle topraklarını terk etmek zorunda kalan insanların hissettiklerini anlatmaya yeter aslında. Ama Sotiriyu’nun kitabında bundan çok daha fazlası var.

Benden Selam Söyle Anadolu’ya Balkan Savaşları öncesi dönemden başlayarak mübadeleye kadar geçen süreçte Manolis adlı bir Rum gencinin yaşadıklarını anlatır. Bitmek bilmeyen bu savaşlar dönemi kitabın orijinal ismine de yansımış; Kanlı Topraklar. Adına rağmen Sotiriyu’nun romanı bütün bu savaşlar başlamadan, söz konusu topraklar kanlı topraklar olmadan önce Türkler ve Rumlar arasındaki barışçıl ortamı da anlatır. Balkan Savaşları’yla gerginleşmeye başlayan topluluklar arası ilişkiler Birinci Dünya Savaşı sonunda Yunan ordusunun Anadolu’ya gelmesiyle çatışmaya döner. Kendisi de Yunan ordusuna katılan Manolis ise Yunanistan’ın mağlup olduğu savaş sonunda topraklarını terk ederek Yunanistan’a gitmek zorunda kalır.

İki Gözüm Despina – Yasemin Özek – Çınar Yayınları

İki Gözüm Despina aşk, kayıp ve umut temaları etrafında şekillenen; mübadele döneminin getirdiği acılar ve değişimleri doğrudan yaşayan bir ailenin hikâyesine odaklanıyor. Yasemin Özek’in kaleminden çıkan bu eserde, mübadele sürecinin zorlu koşullarında birbirlerinden koparılan iki çocuğun etkileyici öyküsünü okuyoruz. Özek oldukça zor bir işin üstesinden büyük bir başarıyla gelerek mübadeleyi bir çocuğun, yedi yaşındaki Emin Ali’nin gözünden anlatıyor.

Üstelik Emin Ali’nin babası Türk, annesi ise Rum. Kurgudaki bu tercih hem mübadele öncesi toplumsal dinamikleri hem de mübadele sürecini farklı açılardan da görmemizi sağlıyor. Türklerin ve Rumların bir arada huzur içinde sürdürdükleri yaşam Emin Ali ve Despina’nın arkadaşlığında, kendilerinin de tam ayırdına varamadıkları aşklarında vücut buluyor. Kendisi de bir mübadil torunu olan Özek, okuyucuyu zamanda bir yolculuğa çıkararak tarihle iç içe geçmiş kişisel dramlar aracılığıyla, dostluğun, aşkın ve bağlılığın en umutsuz anlarda bile nasıl umut olabileceğini ortaya koyuyor. Yunancaya da çevrilen kitabın Yunan okurlar tarafından da büyük bir ilgi ve beğeniyle karşılanmasının altında bu yatıyor.

Mor Kaftanlı Selanik – Yılmaz Karakoyunlu – Doğan Kitap

Yılmaz Karakoyunlu’nun sürükleyici romanı Mor Kaftanlı Selanik, mübadeleyi tarihi, toplumsal ve dini arka planıyla ele alıyor. Mübadelenin Ege’nin her iki tarafındaki etkilerini göstermek için İzmir, Mürefte, Selanik ve Hanya gibi şehirlerde yaşanan dramatik göç hikayelerini aşk, kavga, barış ve hüzünle örerek okurları o dönemin karmaşık atmosferine çekiyor. Lozan öncesi günlerden başlayarak ilk mübadillerin yeni yerleşim yerlerine varışına kadar geçen bir yılı aşkın dönemi anlatan Mor Kaftanlı Selanik’te farklı şehirlerden gelen tüm karakterler, mübadeleyi benzer bir üzüntü ve kasvetle karşılıyorlar.

Kitap mübadelenin psikolojik yönünün yanı sıra bu dönemde Mustafa Kemal Atatürk ile Lozan’daki Türk heyetinin başkanı İsmet İnönü ve Eleftherios Venizelos ile İzmir Valisi Aristeidis Stergiadis arasında geçen hayali diyaloglar aracılığıyla yaşanan resmi süreci de yansıtıyor. Atatürk’ün doğduğu yer olan Selanik ve Venizelos’un memleketi olan Girit’in mübadeleden en çok etkilenen yerler arasında yer alması bu diyalogları daha da çarpıcı hale getiriyor. Karakoyunlu, gerçekçi karakter tasvirleri ve akıcı üslubuyla bölünmüş toplumların yeni başlangıçlarını, anavatan özlemini ve yeni topraklarda filizlenen hayatları ustalıkla betimlerken mübadelenin sadece siyasi bir olay olmadığını, aynı zamanda insanların ruhuna kazınan derin bir travma olduğunu da gözler önüne seriyor.

Bir Avuç Mazi – Fügen Ünal Şen – Mona Kitap

Bir Avuç Mazi romanı, 1924’te Selanik’ten Türkiye’ye göç eden Fethi Bey ve ailesinin ve İstanbul’dan Selanik’e gönderilen Rum Bayan Mitra’nın mübadeleyle sarsılan hayatlarını konu alıyor. Kendisi de mübadil bir aileden gelen Ünal Şen, Bir Avuç Mazi’de tek bir ailenin mübadele sırasında yaşadığı maddi ve manevi zorluklara odaklansa da hem Yunan hem Türk mübadillerin benzer zorluklar yaşadıklarına da dikkat çekiyor. Bu zorlukların en önemlilerinden biri yalnızca doğdukları yerin dilini konuşabilen bu insanların gittikleri yerlerde yabancı olarak görülerek dışlanmaları. Oysa romanda birlikte yaşadıkları dönemde Türklerle Rumlar arasındaki dostane ilişkiler olduğu da anlatılıyor.

Böylece huzur ve barış içinde yaşadıkları yerlerini bırakarak yabancısı oldukları ve yabancı olarak görüldükleri topraklara yerleşmek zorunda kalan insanların yaşadıkları dramın bir kez daha altı çizilmiş oluyor. Eser, mübadelenin duygusal yükünü, özlemleri ve umutları, göç edenlerin yaşadıkları zorlukları ve uyum süreçlerini bireysel hikâyeler üzerinden ele alarak hem tarihi bir döneme ışık tutuyor hem de o dönemi yaşayan insanların duygusal derinliklerine iniyor.

Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana (Bir Ada Hikayesi Dörtlemesi) – Yaşar Kemal – Yapı Kredi Yayınları

Yaşar Kemal’in Bir Ada Hikayesi Dörtlemesi: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları veÇıplak Deniz Çıplak Ada adlı eserlerden oluşur. Bu dörtleme, mübadele dönemi sonrası Karınca Adası’na yerleşen göçmenlerin hikâyelerini merkezine alır.  Mübadele öncesi Rumlar ve Türkler arasındaki iyi ilişkiler anlatılırken Rumların adadan ayrılmasını kimsenin istemediğinin de altı çizilir. Yaşar Kemal, mübadelenin yol açtığı travmaları, yeni bir hayata uyum sağlama süreçlerini ve umut dolu yeni başlangıç çabalarını ustalıkla işler.

Özellikle Karıncanın Su İçtiği kitabıyla göçmenlerin adaya yerleşimi, yerel halkla kurdukları ilişkiler ve yaşam mücadeleleri detaylı bir şekilde anlatılır. Bir Ada Hikayesi Dörtlemesi, mübadillerin umutlarına, özlemlerine ve direnişlerine ışık tutarken, aynı zamanda Anadolu’nun kültürel zenginliğini de ön plana çıkarır. Mübadele dönemi edebiyatında özel bir yere sahip olan bu eser, Yaşar Kemal’in eşsiz anlatımıyla tarihi bir dönemin sosyal ve kültürel detaylarını okuyuculara aktarır.

Büyük Ayrılık – Kemal Anadol – Doğan Kitap

Kemal Anadol’un Büyük Ayrılık romanı, Kurtuluş Savaşı öncesinde Foça-Ayvalık-Midilli üçgeninde yaşanan ve Ege’nin iki yakasında oturan halkların belleklerinde derin izler bırakan olayları yalın ve gerçekçi bir dille ele alıyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun 20 inci yüzyıl başında, mali ve yönetimsel çöküşün eşiğinde olduğu bir dönemde geçen hikâye, özellikle ekonomik hayatta ön planda olan Ege Rumları ve iç içe yaşadıkları Türklerin yaşamını detaylı bir şekilde anlatır.

Foça’nın zengin ticaret kapısı olarak öne çıktığı, iç iktidar mücadelelerinin ve Osmanlı yönetimine karşı ayaklanmaların anlatıldığı bu eser, sadece tarihi bir roman değil, aynı zamanda yerel tarih çalışması niteliğindedir. Anadol, bu belgesel romanla, Ege’deki toplulukların karşılaştığı sınamaları, çatışmaları ve tarihin akışını belirleyen önemli olayları derinlemesine inceliyor ve dönemin sosyal, kültürel atmosferini başarıyla yansıtıyor.

Savaşın Çocukları-Kuşaklar-Girit’ten Cunda’ya (Üçleme) – Ahmet Yorulmaz – Remzi Kitabevi

Ahmet Yorulmaz’ın Savaşın Çocukları-Kuşaklar-Girit’ten Cunda’ya üçlemesi, Girit kökenli bir ailenin Türkiye’ye göç hikayesini, üç farklı kitapta anlatır. Bu eserler, mübadele döneminin getirdiği zorlukları, kültürel ve toplumsal değişimleri, aynı zamanda bireylerin yaşadığı içsel çatışmaları ve yeni hayatlarına uyum süreçlerini detaylı bir şekilde işler. Giritli mübadil bir aileden gelen Yorulmaz bu seride mübadele öncesi Müslüman Giritlilerin Girit’teki yaşamını ve mübadeleye yol açan olayların yanı sıra mübadillerin yeni yerleştikleri bölgelerdeki yaşantılarını bir şekilde anlatır. Girit’te geçen bölümlerde Türkler ve Rumların tarih boyunca birbirleriyle uyumlu ilişkiler kurduklarına vurgu yapar.

İlk kitapSavaşın Çocukları, 1948 yılında Ayvalık’ta vefat eden bir Girit mübadilinin notlarından yola çıkarak, Aynakis Hasan’ın çocukluğundan itibaren yaşadıklarını anlatır. Mübadelenin 100 üncü yılı nedeniyle özel baskısı yapılan roman; Aynakis Hasan’ın yaşam öyküsü üzerinden, Girit’ten zorla göç ettirilen insanların acılarını, yaşadıkları zorlukları ve uluslararası düşmanlıkların barışçıl yollarla aşılması gerektiğini vurgular. Ahmet Yorulmaz, bu eserinde hem tarihi belgelerden yararlanmış hem de bireysel ve toplumsal hafızaya ışık tutmuştur​. Kuşaklar Ayvalık’taki yaşamı ve ailenin yeni hayata alışmasını anlatırken serinin üçüncü kitabı Girit’ten Cunda’ya ise, Aynakis’in Yunanistan’dan kaçışı ve ailesiyle olan ilişkileri üzerinedir.

Zesto Psomi – Feyza Hepçilingirler – Kırmızı Kedi

Feyza Hepçilingirler’in Zesto Psomi (Sıcak Ekmek) romanı, mübadele döneminin insan üzerindeki derin etkilerini, Girit’ten Ayvalık’a göç eden bir ailenin hikâyesi üzerinden anlatır.

Bir imza ile değişen hayatların, kaybedilen yurtlar ve yeni başlangıçların acı tatlı anlatımlarla verildiği romanda, hem Türkiye’den Yunanistan’a hem de Yunanistan’dan Türkiye’ye zorla göç ettirilen insanların kuşaklar boyu süren özlemi ve acıları dillendiriliyor. Hepçilingirler, tarihin sızlayan yarasını ustalıkla kaleme alıyor ve okuyucuları derinden etkileyen bir hikâye sunuyor.

İki Gözüm Despina’nın Yazarı Yasemin Özek ile Mübadele Romanları Üzerine

Aile geçmişinizde bir mübadele hikâyesi var. Biraz bundan bahsedebilir misiniz?

Babaannem ve ailesi Selanikli. Her iki yakadaki yaklaşık iki milyon mübadil gibi onlar da mübadelenin ardından o güne kadarki tüm hayatlarını iki üç sandığa sığdırıp evlerini, komşularını geride bırakarak Türkiye’ye gelmişler. İlkin İstanbul’a gidecekleri söylense de Samsun’a gönderilmişler. Mübadele komisyonunda önlerine Samsun’dan giden Rumların ev anahtarları konmuş. Babaannemler özellikle en ufak evi istemişler. “Ne zaman para kazanacağımızı ne zaman iş bulabileceğimizi bilmiyorduk, büyük evi çekip çeviremezdik” derdi büyükannem.

(Yasemin Özek)

Bir başka anım ise büyükannem aniden sinirlendiğinde ya da korktuğunda gayri ihtiyari Yunanca konuşurdu. Biz çocuklar anlamazdık tabii hangi dilde konuştuğunu. Sorduğumuzda da inkâr edip aynı cümleyi Türkçe yineler, bir kelime daha ettirmez ve odasına çekilirdi hemen. O zamanlar anlamazdım tabii çocuktum. Ama büyüdükçe çok dert ettim bunu. Belki de bu yüzden yirmili yaşlarımın başında yunanca öğrenmeye başladım. Ve şimdi tam yüz sene sonra yunanca yaptığım her söyleşide tüm kalbimle göz kırpıyorum onun ruhuna.

İki Gözüm Despina’yı yazma sürecinde nasıl bir araştırma yaptınız? Tarihle kurguyu bir araya getirmenin zorlukları oldu mu?

3.kuşak mübadil olarak Lozan Mübadele Vakfı üyesiyim. Dolayısıyla ellerindeki pek çok kaynakçaya erişim imkânım oldu. Ayrıca Büyükçekmece Mübadele Derneği Başkanı Sn. Sabit Semiz ile de iletişime geçerek sayısız söyleşi, röportaj okudum. Aynı şekilde Yunanistan’daki derneklerle ve buradan giden Rum Ortodokslarla sohbetler ettim. Romanımda mübadelenin sebeplerinden çok iki milyon insanın yaşadıklarına dikkat çekmek istiyordum ve hikâye Yunanistan’da başladığı için özellikle oradaki âdetler, sosyal yaşam hayli önemliydi benim için. Yazmaya İstanbul’da başladım ama büyük kısmını Yunanistan’da tamamladım.

Tarihsel gerçeklerin ışığında kurgulamanın tabii ki bazı zorlukları var ama bunlar benim için işin en keyifli ve heyecanlı yanı. Yaşanmış tüm detaylara dikkat etmeniz, mekân, tarih, dil ile ilgili hata yapmamanız gerekiyor. Karakterlerin konuşurken seçeceği kelimeler, giyimleri, sohbetleri, alışkanlıkları, hikâyeye koyacağınız bir şarkı; hepsinin o yıllarla ve o bölgeyle uyumlu olması gerekiyor.  Ama dediğim gibi dönem hikâyesi yazmayı sevmemdeki en büyük etken de bu detaylar ve geçmişe yaptığım yolculuk.

İki Gözüm Despina Türkiye’de ve Yunanistan’da nasıl tepkiler aldı?

Her iki ülkede de olumlu tepkilerle karşılaştım. Ama Yunanistan’dan Türkiye’ye kıyasla daha fazla davet aldığımı söyleyebilirim. Sanırım bundaki en büyük sebep söyleşilerimi Yunanca yapıyor olmam. Ayrıca mübadil sayısı ve ülkelerin nüfus oranına baktığınızda Yunanistan’da çok daha fazla sayıda mübadil torunu var. Dolayısıyla onlar için mübadelenin anlamı daha büyük. Bir de şöyle bir durum vardı; Anadolu’dan oraya gitmiş Rum Ortodoks yazarları ya da hikâyeleri biliyorlardı ama Yunanistan’dan buraya göçen Müslüman bir ailenin hikâyesini hem de Türk yazardan okumamışlardı. Farklı şehirlerde, farklı yaş gruplarından hep aynı cümleyi duydum: “Bu kitap bizim için önemli çünkü karşı taraftan bir görüşün mübadeleyi nasıl ele alacağını merak ettik.” Çok şükür ki harika yorumlar aldım, alıyorum. Sanırım iki yılda aramızda sahici bir bağ oluştu.

Türkiye’de aldığım yorumlar ise genellikle ailesinde mübadele geçmişi olmayan ve bu konuyla ilgili çok fazla fikir sahibi olmayan okurlardan geldi. Kaynakça olmadığı ve küçük bir çocuğun gözünden bir aile dramını anlattığı için kitabı keyifle okuduklarını, mübadele hakkında daha fazla fikir sahibi olduklarını belirttiler.

Son yıllarda belki de mübadelenin yüzüncü yılının etkisiyle bu konuda pek çok roman yazıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Çok memnunum bu durumdan. Her yazarın mübadeleyi ele alış biçimi, görüşü, değinmek istediği nokta farklı olduğu için okurun da seçme şansı oluyor. Ayrıca biz bugün 1923 mübadelesini konuşuyor olsak da “göç etmek zorunda bırakılan insanlar!” çağımızın en büyük dramlarından biri. Göçün zorlukları, göçmenlerin hayatlarının alt üst oluşu, yaşadıkları aidiyet sorunları evrensel ve zamansız. Bu dramın -maalesef- sürüyor hatta giderek büyüyor olması da her fırsatta kaleme alınması gereken bir konu.

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 04:50:49