A password will be e-mailed to you.

Brüksel Wiels Çağdaş Sanat Merkezi küratörü Devrim Bayar, Ahmet Öğüt’ün işlerini sosyokültürel zeminine de bakarak değerlendiriyor. 

 

1961’de Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, mühendislere tamamen Türkiye’de üretilecek bir otomobil sipariş eder. Tumturaklı diçimde “Devrim” olarak adlandırılan ilk araba prototipi geliştirilir ve tanıtımının Ankara’da Cumhuriyet Bayramı törenine yetişmesi planlanır. O gün gelince cumhurbaşkanımız törene prototiplerden birinin içine atlamış olarak katılacaktır. Ama birkaç yüz metre sonra benzin biter; kimse depoyu doldurmayı akıl edememiştir! Cumhurbaşkanı ile arabasını ulusun kahkaha malzemesi yapmış olan bu kaza, “Devrim”in imalatına dair tüm umutları söndürür. Ama tüm bu trajikomik epizotla ilgili uzun bir altyazı, Ahmet Öğüt’ün 2007 tarihli “Devrim” işinin ortaya çıkmasını sağlayacaktır.

İlk olarak bu işten söz etmemin nedeni yalnızca benim adımı taşıması değil; “Devrim”, sanatçının favori konularından birinin erken tarihli bir göstergesine göz atma olanağı da sağlıyor. Bu işten sonra Öğüt sıklıkla Türkiye ve ötesindeki sospolitik bağlamı araştıran bürlesk efsaneleri kullandı. Örneğin 2008 tarihli “Yokuş Boyunca” yerleştirmesinin başrolünde, 1970’li yıllarda Türk orta sınıfının tahayyülünü yansıtan bir araba olan Fiat 131 vardı. Sanatçı Fiat’ın biçimini, lüks bir Amerkan sedan otomobiline benzetecek şekilde uzatmıştı. Kişiye özel hale getirilen araba galeri içinde oluşturulmuş bir tepeciğin zirvesine tünemiş şekilde sergileniyordu. Açıktır ki otomobilin oransız boyutları, düşmesini önlüyordu. Arabanın ötesinde, yol imgesi –ve analoji yapasak hareket ve değişim (ya da bunların olmayışı) imgeleri- Öğüt’ün işlerinin genelinde var olan bir unsur. 2008 Beşinci Berlin Bienali’nde olumlu eleştiriler alan “Ground Controle”’da (Zemin Kontrolü) örneğin, KW Institute for Contemporary Art’taki 300 metrekarelik alanı asfaltla kaplamıştı. Daha yakın bir tarihte de sanatçı, Yeni Zelanda’da Christchurch’teki bir sokağa atlıkarıncayı andıran bir otobüs durağı yerleştirmişti: (Waiting for a Bus, 2011) [Otobüs Beklerken]. 

Yine de sanatçının işlerinin tümünü tek bir temaya bağlamak doğru değil. 1981’de Diyarbakır’da Kürt bir ailenin çocuğu olarak doğan Öğüt, İstanbul, Amsterdam ve Berlin arasında mekik dokuyor. Çok sayıda ve birbirinden farklı işleri var. Tüm bunlarda sabit olan bir şey varsa, o da işlerinde açıkça veya örtülü olarak hep okunabilen siyasal angajmanı. 2012’deki bir sergi için yerel bir sosyalist kooperatiften esinlenen “The Castle of Vooruit” (Voorit Kalesi) adlı işini yaptı. Magritte’in 1959 tarihli “Le Château des Pyrénées” (Pireneler’deki Şato) resmindeki şato tepesindeki kayaya öykünen dev bir helyum balonuydu bu. Ama Öğüt, kaleyi, orijinal haliyle Ghent’te, işçi sınıfı için inşa edilmiş bir sanat merkezi olan Vooruit’in replikasıyla değiştirmişti. Sanatçının bazı işleri de açıkça aktivist bir duruş sergiliyorlar. Mesela Tate ile Londra merkezli Delfina Vakfı’yla işbirliği içinde, yakınlarda sığınmacı ve sığınma hakkı isteyenler için bilgi alışverişi yapılacak bir platform olan Sessiz Üniversite’yi başlattı o –kendi Kürt kimliğini çağrıştıran kültürel azınlıklarla başlatılan bir girişim.

Öğüt’ün işleri daha önceden Robert Smithson gibi geçmişteki adlar veya Anri Sala gibi çağdaş figürlerle karşılaştırılmış olsa da, ben, kendi adıma Thomas Bayrle ile sağlam bir yakınlık içinde olduğunu görmekten alamıyorum kendimi. Brüksel’de, Wiels Çağdaş sanat Merkezi’nde Barlyle’ın retrospektifini düzenliyorum şimdilerde. İki sanatçının çalışmalarının kökeninde birbirinden çok farklı sosyokültürel perspektifler –birinde “Wirtschaftswunder” veya Batı Almanya’nın ‘60’lardaki ekonomik mucizesi, diğerinde Kemalizm sonrası Türkiye- olmasına karşılık her ikisinin de ele aldığı konular şaşırtıcı şekilde benzerlikler taşıyorlar: Kentsel çevre, aktivizm, siyasal propaganda, terörizm ve orta sınıf ile otomobil endüstrisi… Bayrle’ın 1999–2000 tarihli “Holz Relief Stadt (Philip Johnson)” adlı işi ile Öğüt’ün 2009’da tamamladığı “Exploded City”sinin (Patlamış Şehir) karşılaştırılması, oldukça aydınlatıcı. Bayrle’ın işi itibari modernist Titan tanrısının yere koyulmuş büyük bir portresi: Küçük bina maketleri piksel görevi görerek Johnson’un imgesini betimliyorlar. İlk olarak 2009 Venedik Bienali’nde Türk Pavyonu’nda sergilenen “Exploded City” de, dünyanın dört bir tarafında saldırıya hedef olmuş binaların ufak röprodüksiyonlarını bir araya getirerek minyatür bir metropolis biçimini alıyor.

Bayrle’ın titizce düzenlenmiş işi, kültürel hegamonyanın siyasal hegamonyadan doğduğu Soğuk Savaş dünyasına bakıyormuş gibi duruyor. Öğüt’ün düzensiz oyuncak bina yığınları ise parçalanmayı hem tehdit hem de fırsat olarak gösteriyorlar. Bayrle’ın grafik süper-formları –araba veya telefon veya Başkan Mao’nun daha küçük yığınlarca görüntüsünü içeren baş döndürücü imgeler- ilk olarak ve öncelikle ideolojiye, kapitalizm, komünizm veya faşizmin “yazılım”ına hitap eder gibiler. Öğüt ise “donanım”a, küresel güç akışlarına karşı veya onlar için çalışan arabalar ve binalar ve insanların fiziksel varlığına sesleniyor. Arabalar bozulabilir veya binalar akıp gidebilir, ama direniş, öğrenme ve değişim potansiyelinin, tam da gerçeğin böylesi inatçı temsillerinde yattığı görülüyor böylece. 

 

Devrim Bayar, Brüksel Wiels Çağdaş Sanat Merkezi’nde küratörlük görevini sürdürmektedir. Yazı Artforum’un Nisan sayısından alınıp çevrilmiştir. 

Çeviren: Meltem Cansever. 

Fotoğraflar (üstten alta):

 “The Castle of Vooruit”, 2012.

"Devrim", 2007.

Sanatçının portresi.

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 05:22:04