A password will be e-mailed to you.

20. yüzyılın başında petrol, bir gecede dünyanın en zengin insanlarından bazıları hâline gelen Osage halkına bir servet kazandırdı. Amerikan yerlilerinin bu zenginliği, cinayete başvurmadan önce manipüle edebildikleri, gasp edebildikleri ve çalabildikleri kadar Osage parası çalan beyazları çok cezbetti.

Dünya prömiyerini (yarışma dışı) Cannes Film Festivali’nde yapan Martin Scorsese’nin son filmi “Killers of the Flower Moon / Dolunay Katilleri”, gerçek bir hikâyeye dayanan 3,5 saatlik epik bir western olarak karşımıza çıkıyor.

David Grann‘ın çok satan kitabından uyarlanan ve senaryosu Eric Roth – Martin Scorsese tarafından kaleme alınan Dolunay Katilleri, merkezine Ernest Burkhart (Leonardo DiCaprio) ve Kızılderili Mollie Kyle’ın (Lily Gladstone) aşkını koyarak Osage cinayetlerinin araştırılması için kurulan FBI’ın doğuş hikâyesinin de anlatıldığı bir suç filmi.

DiCaprio ve Kyle filmin en iyi performansına sahip olan oyuncuları ancak castın geri kalanında da çok güçlü isimler ve performanslar yer alıyor: Ernest’in sinsi amcası William Hale rolünde Robert de Niro’yu, cinayet davasındaki kanun adamı eski Teksas Korucusu Tom White rolünde Jesse Plemons’ı, Hale’in avukatı rolünde Brendan Fraser‘ı görüyoruz.

Dehşet dönemi ve Osage halkı

Pek çoğumuzun “Yaşayan en büyük yönetmen” olarak adlandırdığı Martin Scorsese, filmlerinin temasını belirlerken Amerikan tarihinden yol almayı ve onu deşmeyi seviyor. “Killers of the Flower Moon / Dolunay Katilleri” uyarlaması için başlangıçta Eric Roth‘la Osage cinayet davasını çözen FBI ajanı Thomas Bruce White Sr. merkezli yol almayı düşünen Scorsese, daha sonra yönünü değiştirerek Osage ulusuna daha fazla odaklandığı bir film inşa etmiş. Filmin seti de Dehşet Döneminin yaşandığı aynı bölgede, Oklahoma’daki Osage bölgesinde kurulmuş.

Amerikan tarihinin utanç sayfalarından birine yazılı olan Osage katliamının anlatıldığı film, Osage topluluğunun büyük değişim yaşadığı bir zaman diliminde gerçekleştirilen kutsal bir ritüelle, kabile üyelerinin ağıdıyla başlar. Üst açıda, bir çubuğu iki ucundan tutan el detayından açılan ve sonra genişleyen kadrajda kabile üyelerini görürüz. Bu çubuk, ortada olmayan ama ölmüş olan birini temsilen gömülmesi gereken bir çubuktur. Filmdeki tüm Osage rolleri yerli Amerikalılar tarafından canlandırılmış ve Osage karakterleri de olabildiğince Osage oyuncuları tarafından oynanmış; belli ki Osage halkını onurlandırmak istemiş Scorsese.

Gizemli ölümler

Beyaz Amerikalı erkeklerin evlendiği Osage kadınları bir süre sonra gizemli bir şekilde tek tek ölmeye başlar. Cinayetlerin nedeni, ABD hükümetinin Osage halkını Kansas topraklarını terk edip kuzeydoğu Oklahoma’ya taşınmaya zorladığı 1870’lerin başlarına kadar uzanıyor. 

Osageler, Oklahoma’daki rezervasyonlarını satın aldı; bu, oyunun kurallarını değiştiren ve onlara yeni topraklarının haklarını veren bir karardı. ABD hükümeti, Osage’lerin sahibi olduğu Oklahoma bölgesinin değersiz olduğunu düşünüyordu, ta ki buranın petrol açısından zengin olduğu keşfedilene kadar! 1894’te büyük petrol yatakları keşfedildikten sonra, ortak maden haklarını elinde bulunduran Osageler muazzam bir servete kavuştu; maden arayıcıları, kabileye petrol çıkarma kiralarının yanı sıra imtiyaz haklarını da ödemek zorunda kaldı.

Robert De Niro / William Hale

Paraya ve cinayetlere doymayan beyaz bir “Osage Kralı”

Kendisini “Osage Kralı” ilân eden Amerikalı beyaz çiftçi William Hale, Osage halkıyla yakın ilişkiler kurmuş, onlarla arkadaş olmuştur. Kusursuz kötülük ve gündelik hayata yaydığı acımasızlıkla yaşayan ve üstelik Osage Halkının gerçekten dostu olduğuna inanan(!) William Hale, tam manasıyla Amerika’nın dünya sahnesindeki tarihsel karşılığı. İstediği tek bir şey var: Osageler’in servetine konmak. Bunun için de beyaz Amerikalılar olarak Osage kadınlarıyla evlenirlerse eşlerinin sahip olduğu servete, onların ölmesi halinde miras yoluyla konabileceğini bilen Hale, yeğeni Ernest’i de dahil ettiği komplo planı dahilinde Osageli kadınları öldürmeye başlar.

Lily Gladstone / Mollie Kyle

Mollie Kyle da bu büyük servete sahip olan ailelerden birinin kızıdır. William Hale, yeğeni Ernest‘i, ailesinin servetini çalması için zengin Osage kadını Mollie ile evlenmeye iknâ eder. Ernest, dayısının dediklerini bir bir yapan, ona hürmette kusur etmeyen, aklı biraz kıt, saf  ve zayıf karakterde bir gençtir. Hale, şeker hastası olan Mollie’nin erken yaşta ölmesinin garipsenmeyeceğini ve araştırılmayacağını düşünür. Ancak Mollie’den önce Mollie’nin kız kardeşi Minnie (Jillian Dion) ve annesi Lizzie Q (Tantoo Cardinal)’nun zehirlenerek öldürülmesini planlar. Mollie’nin bir diğer kız kardeşi Reta (Janae Collins) da evde meydana gelen patlama sonucu hayatını kaybeder. Hale için sıra, tüm servetin kaldığı Mollie’nin ortadan kaldırılmasına gelmiştir. Paranın ve gücün her daim sahibi olmak isteyen Amerika misali William Hale de mirasın yeğeni Ernest’e kalabilmesi için, Ernest’in Mollie’yi iğnelerle zehirlemesine sebep olur.

O zamana kadar gerek Mollie’nin ailesinde meydana gelen bu ölümler gerek başka ailelerde yaşanan kayıplar göze batmamış, sebebi araştırılmamıştır. Öyle ya, ya yedikleri bir şeyden zehirlenmişlerdi ya da evlerinde patlama olmuştu. Mollie’nin diğer kız kardeşi Anna Brown(Cara Jade Myers)’ın başının arkasından silahla vurulması bir kırılma anı yaratır. Bu cinayetlere dikkati çekmek isteyen Mollie, Washington’a gitmek ister ancak silahlı ölümün meydana gelmesi FBI dedektifi Tom White (Jesse Plemons) ve diğer dedektiflerin Washington’dan gelmesini sağlar.

Ernest aşkına sahip çıkıyor

Bundan sonrasında tutuklanan dayı ve yeğenin mahkeme ve hapishane sürecine dahil olduğumuz  filmde, amcası Hale’in avukatı Hamilton (Brendan Fraiser) Ernest’in  de avukatı olduğunu vurgular. Ancak Ernest için amcasıyla yaptığı işbirliğinin sonuna gelinmiştir artık. Aşkına büyük bir ihanette bulunsa da her şeyi itiraf edip, amcasını da ispiyonlayan Ernest, Hale’in ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasını sağlar. Ancak 1937’de şartlı tahliye edilir.

Scorsese’nin demirbaşları

Pek çok filminde beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Rodrigo Prieto’nun kadrajları yine çok şık ve çok etkileyici. Hareketli kameranın hareketli mizansenle birleşmesiyle filmin girişinden itibaren seyirciyi içine çeken bir atmosfer yaratmış bu ikili. Işığından, kostümüne, sanat yönetiminden müziklerine kadar kadrajı dolduran bir sinematografisi var filmin.  Osage’nin zengin halkının geçmiş dönemdeki görüntüleri de siyah-beyaz, dar aspect ratio’da verilmiş. Işığı içinse hikayenin karanlığa doğru gidişatıyla eş zamanlı olarak daha aydınlık resimlerden daha koyu/karanlık resimlere geçiş yapmış.

Müziklerin bestekarı Robbie Robertson da kurgucusu Thelma Schoonmaker da Scorsese’nin tabiri caizse demirbaşlarından. Diğer bir demirbaş ise Mean Streets, Taxi Driver, New York New York, Raging Bull, The King of Comedy, Goodfellas, Cape Fear, Casino, The Audition, The Irishman‘den sonra onuncu kez çalıştığı Robert de Niro. De Niro, “This Boy’s Life” filminde, birlikte rol aldığı Leonardo DiCaprio ile tam 30 yıl sonra aynı seti paylaşıyor. O filmde henüz 17-18 yaşlarında olan DiCaprio’nun “dev” performansını Scorsese’ye övgüyle anlatan De Niro, ikilinin tanışmasına vesile olan isimdir. DiCaprio ile beşinci işbirliğini gerçekleştiren Scorsese, geçtiğimiz günlerde Dolunay Katilleri’nden sonra çekeceği yeni projesinde de DiCaprio’dan vazgeçmeyeceğini açıkladı.

Osage halkının ritüeliyle başlayan film yine Osage halkıyla bitiyor. En yakın plandan açılarak en geniş plonje resmiyle final yapan Scorsese, filmin sonlarına doğru sürpriz bir cameoyla karşımıza çıkıyor; böylece hem filmdeki hem de ülke tarihinin korkunç katliamlarından sadece biri olan Osage cinayetlerindeki duruşunun altını çiziyor.

Dijital platforma çekilmiş olan bir önceki filmi The Irishman’i hem teknik hem dramatik yapısıyla çok daha güçlü ve duygu aktarımında seyirciye daha çok dokunan bir film olarak bulmuştum. Bu yönüyle benim için Killers of The Flower Moon biraz daha zayıf kalan bir yapım oldu. Temposu hiç düşmüyor ancak uzayan diyaloglar bazı anlarda sahnenin sarkmasına sebep oluyor. Filmin buradaki en büyük kozu oyunculuklar oluyor tabii, performanslar bu sarkmaları nefis bir şekilde kamufle ediyor.

Her ne çekersin çeksin o bir efsane, sinemanın yaşayan efsane yönetmeni!  Martin Scorsese filmi gelmişse bize de izlemek düşer. Keyifli seyirler…

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 23:35:10