A password will be e-mailed to you.

 

Ünlü filmci Charles Atlas’ın 9 kanallı dans ve harekete doyamayacağımız yerleştirmesi Salt’ın üçüncü katında yerini aldı. Ayşegül Sönmez, Atlas’la bir konuşma gerçekleştirdi.

Charles Atlas’ın 9 kanallı yıllar içinde dans üzerine yaptığı filmleri gösteren, bir tür miksleyen yerleştirmesi Salt Beyoğlu’nun üçüncü katına kuruldu. Her ne kadar çok içeriden modern dans ve çağdaş dans üzerine kayıtlar içerse de 9 kanalın yarattığı bir manzara. Mekan ve zaman üzerine bir manzara… Hareketin kendisinin esas olduğu ve gerçekleştiği an’daki ritimle, izleyicinin fiziksel gerçekliğinin ritmini buluşturabilen bir sihre de sahip. Tuhaf, bir sürü dansçının içinde daha da pasifleşmiyorsunuz. Bir sürü dansçının içinde sık sık geri sayım işareti ve uyarı sesiyle irkilip yeni danslar aslında manzaralar kendi bedeniniz üzerine büyük bir araştırmanın parçası oluyorsunuz.

Ayşegül Sönmez: Bu yerleştirme bir manzara gibi mekan ve zamanla ilişkili… Sürekli değişiyor. Tam bir harekete yakalanmışken bir başka hareketi yakalıyor olmanın kurgusu gerçekten etkileyiciydi. Bu kesinlikle bir reprodüksiyon değil! Bu sahane bir kurgu…

Charles Atlas: Ben bir yerleştirme yaptığımda mekanı canlandırmakla ilgileniyorum. Bu iş Hollanda’da bir yerde gösterildi mesela… Eski bir pazarda… Yine 9 kanal vardı. Tamamen farklı bir kombinasyonla… Sonra Tate Modern’de gösterdim. Tanklar diye bir bodrum katında. Burada da çok farklıydı. Ben düzenlerken her yerden bir şeyler görmeni istiyorum. Bazen bir köşe. Bazen çok geniş bir şey. Bazen aynı şeyin tekrarını… Kanalları bir dansçı olarak görüyorum aslına bakarsanız… Fiziksel olarak izleyicinin varlığı önemli o halde… Elbette… Bu mekan için bazı malzemeleri tekrar editlemek zorunda kaldım. Galiba aslında canlı kılmak amaç. Dansçılar sanki mekanda gerçekten dans ediyormuş gibi… Malzeme çok yıllara dayanan bir malzeme. Çok erken filmlerim, bazıları çok modern işlerim. Çok farklı bir deneyim sunmak istedim. Tiyatroda ya da televizyonun karşısında oturup seyrederken yaşayamayacağın bir deneyim…

 

Bu deneyimin hazırlığına binanın dışında olan girer mi? Bu binanın İstanbul’un en kalabalık caddesine baktığı gibi mesela… 

Hiç… Hiçbir fikrim yok zaten bu sokakla ilgili. Sonuçta ben üçüncü kattayım. İşle bu sokağın bağlantılı olduğunu ya da olması gerektiğini düşünmüyorum öte yandan. Bazı politik durumların farkındayım ama işime girmedi kesinlikle…

 

Merce Cunningham’ın yaşlılık günlerinden o dans çok etkileyici. Zor yürüyor ama ne dans ediyor. Nasıl hissettiriyor….

O son dansıydı hayatındaki… Ayağının üstünde…

 

Çok dramatik…

Filmim için bir şey yapmak istemişti.

 

Dansa katkısı üzerine ne söylemek istersiniz Merce Cunningham’ın?

Çok özel biriydi. O büyük bir sanatçıydı. Onunla çalıştığım için çok şanslıyım. Maceraperest ve deneyime açık, yeni şeylere aç biriydi. Onun tekniği diğer modern tekniklere göre klasikti. 20 yaşındaydım onunla çalışmaya başladığımda…. Ondan çok şey öğrendim. 13 yıldan sonra tekrar çalıştık. O bir dansçıydı sonuçta. Çok büyük bir katkısı oldu modern dansa… Martha Graham’le başladı sonra ona karşı çıktı. Soyut baleler yaptı. John Cage’le çalıştı. Onların müzikle ilişkisi çok farklıydı. Modern müzik işin içindeydi. Bir araştırmadan ibaretti yaptıkları…

 

Dansçı ve koreograf bir araştırma halinde peki onları çeken filmcinin durumu üzerine neler söylenebilir? O, onların ne araştırdığının değil de kendi araştırmasının mı peşinde?

Aslına bakarsanız biz bir iş yapmadan önce benim nasıl bir ‘filmlik’ iş istediğime dair konuşur, birlikte karar verirdik. Önce çekim yapardık. Sonra koreografi gelirdi.

 

Bu çok ilginç. Yani media dans dedikleri bu o halde… Dansın da verili olmaması hepsinin kamerayla birlikte şekillenmesi bir ortaklık içinde…

Evet… Tamamen…

 

Sizce ayrılabilir mi: Film çeken sizle kamera arasında bir ayrım var mıdır? Kamera mı görüyor? Siz mi görüyorsunuz?

Evet malum soru. Yanıtım şöyle… İki şeyin karşılaşması… Ve aynı zamanda başka karşılaşmalar… Kamera ve dansçılar. Ya da bazen montaj görür. Orada çıkar ne çıkacaksa. Ama sanırım filmin dilini dansçılar belirler.

 

Çağdaş ya da modern dansla ilgili hiçbir şey bilmeyen bir insanın işinizle ilişki kuramayacağını düşünüyor musunuz?

Merak ediyorum. Bilemiyorum kim gelecek bu yerleştirmeye… Ama ilginç olmalı herkes için. Hareketler yüzünden. Tate’de çocuklar bayıldı. Hep dans ediyorlardı. Hareket hissi çok canlı çünkü…

 

Bu yerleştirme Tarkovski’nin söylediği bir sözü aklıma getirdi. Film çekmek montaj yapmak zamanı traşlamaktır gibi bir söz… Siz de farklı onlarca zamanı bir araya getiriyorsunuz. Bütün bu kayıtlar birdenbire kayıtdışı oluyor sanki… O bulundukları Kronos’tan kopup yeni bir zamana tevil ediliyorlar.

Çok haklısınız. Ben zaten aracımın (medium) zaman olduğunu düşünürüm. Gerçekten ne yapıyorsam kesinlikle zaman temelli araçlarladır. Film, videolar, canlı videolar, televizyon işleri… Hepsi zaman temelli medyalardır.

 

Peki bu yerleştirmede geri sayım işareti görseli ve sesinin rolü nedir? Sahne fikrini güçlendirmek mi?

İzleyiciyi bölmek ve tekrar taze bir bakış kazanmasını sağlamak için yaptım. Her seferinde tekrar başlıyor gibi düşünülebilir. Çıkıp tekrar içeri girmesini kolaylaştırmak gibi… Sizin için pek geçerli olmamış anladığım kadarıyla… Zamanı da sanki gündeme getiriyor.

 

Sahnenin kendi aurası mı vardır? Sahne bambaşka bir yer midir? Şu sahne tozu filan doğru şeyler midir?

Ben bir filmciyim sonuçta. Sahnede çok işler yaptım ama öte yandan… Canlı şeyler yaptım. Kostüm işleri, aydınlatma işleri…

 

Zaman içinde 1970’lerden beri değişti mi insana bakışınız? Bir sonuca vardınız mı insan bedeniyle ilgili?

Ben hep insan bedeniyle ilgileniyorum. Hiç post-human beden, robotun yapabildikleri filan ilgimi çekmiyor. Ya da kameranın insan yerine yapabilecekleriyle…

Hala heyecanlanıyor musunuz?

Evet… Heyecanlı bir dans gördüğümde hala heyecanlanıyorum. Çok genç insanlarla çalışıyorum. Aslında yansıtmıyor buradaki bir yerleştirme bütün işlerimi…

 

Bir filmci olarak insan bedeni kullanmakta usta dediğiniz başka bir filmci var mı?

Benim için bir kategori değil insan bedeni. Bazı sanatçılar diğerlerine göre dahi ilgimi çekiyor. Artık kahramanlarım da yok. 20 yaşındayken kahramanın olur sonuçta…

 

20’lerinizde 1970’lerde olduğunuzu düşünürsek kimdi bu kahramanlar?

Üç sanatçıydı: Andy Warhol, Robert Rauschenberg ve Jasper Johns. Bunlar benim üç kahramanımdı. Çok film izlerim. Hep izliyorum. Ama artık televizyon dizisi seyrediyorum daha ziyade.

 

Hangilerini?

Galiba hepsini… True Dedective, Borgen, Killing, The Bridge… Çok iyi. Hepsini izliyorum.

 

Ne oldu da biz bütün Dünyalılar dizi izler olduk. Üstelik anladığım kadarıyla aynı dizileri? Kahramanlarımızı kaybettiğimiz için mi?

Hayır bence nedeni iyi hikaye anlatmaları. Vizyon filmlerinden çok daha iyi hikaye anlatıyorlar. Vizyon filmleri çok tahmin edilir. Bir buçuk saat içinde yönetmenin yapabilecekleri kestirilebilir. Ama diziler için bu geçerli değil. Bambaşka yönlere akabiliyorlar. Tahmin etmeniz imkansız. Çok saatler sürüyor. Daha özgür ve ilginç.

 

Önemli Not: Atlas’ın yerleştirmesi şunu fark etmemi sağladı: Modern dansla ilişkimizin neredeyse hiç olmadığı bir şehirden gelen biri olarak modern dansın bedene yaptığı vurguya çocukken izlediğimiz olimpiyatlardaki yer jimnastiği, buz pateni, uzun atlama gibi yarışmalar sayesinde aşina olduğumuzu. Üzerinde hala düşünüyorum.

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 09:00:30