A password will be e-mailed to you.

"Çünkü birçok kadın maruz kaldığı psikolojik-fiziksel şiddeti ve tecavüz travmasını dile getirmeye bile cesaret edemiyor."

Yepyeni bir tiyatro; Tiyatro Martı… ‘Uçlar’ adlı oyunla seyirciye yakın bir tarihte ‘merhaba’ dedi… Oyunun tehlikeli adamı Aydın Şentürk’le hem ‘Uçlar’ı hem de keskin uçlarda geçen hayatlarımızı konuştuk. Aydın Şentürk: Hem partner hem de seyirci olarak sanatını övgüye boğmaya doyamayacağım güzel meslektaşım… Buyurunuz röportajımız…


Özlem Ünaldı: Tiyatro Martı’ya güzel uçuşlar ve  alkışlar diliyorum ilk olarak…

Aydın Şentürk: Teşekkür ederim. Daim olsun…


Özlem Ünaldı: Tiyatronuzdan bahseder misin biraz?

Aydın Şentürk: Tiyatro Martı için geçtiğimiz sene ilk adımlar atılmış. Kurucuları Erdal-Güzin Özyağcılar ve kızları Zeynep Özyağcılar. Onlar uzunca bir süredir bir tiyatro kurmanın koşuşturmacası içindelermiş zaten. Birçok oyun araştırmasından sonra bu oyunda karar kılınmış ve böylelikle Tiyatro Martı, Amerikalı yazar William Mastrosimone’nin ‘Uçlar’ oyunuyla "perde" demiş oldu.


Özlem Ünaldı: Ekip nasıl bir araya geldi?

Aydın Şentürk: Benden önce ekibin bir araya gelmesi, aslında tesadüfler silsilesiyle olmuş. Oyunumuzun diğer oyuncuları Zeynep Özyağcılar, Zeliha Bahar Çebi ve Simge Defne Çelik zaten tanışıyorlarmış. Bana gelince, İstanbul Devlet Tiyatrosu ‘Kurban’ oyunuyla Zonguldak turnesindeydim. Yönetmenimiz Yıldırım ağabey  (Fikret Urağ) beni aradı ve ”Uçlar” oyunundan bahsetti: ‘Yer almayı düşünür müsün?’ diye sordu. Hiç düşünmeden kabul ettim. Çünkü sözüne güvenebileceğiniz ve çalışmalar esnasında, bir oyuncu olarak kendinizi hiç düşünmeden teslim edebileceğiniz bir yönetmenle çalışmak çok ender bir durum.


Özlem Ünaldı: Tiyatronun ilk oyunu bu…  Metin seçiminde kriter neydi? Neden bu oyun?

Aydın Şentürk: Sözü olan bir oyun olmasını istemişler; iyi ki de öyle olmuş bana kalırsa. Evet eğlencelik oyunlar olsun, gülelim, dertlerimizi bir iki saatliğine unutalım. Ama bir de hep gözümüzü kapattığımız, duymadığımız bir konu var ki; kadına şiddet, tecavüz, taciz… ‘Uçlar’ oyununun seçiminde, Zeynep’in bir kadın olarak hassasiyeti de elbette önemli bir pay sahibi. ‘Uçlar’ oyunu seyirciyi köşeye sıkıştırıyor aslında; hep o gazetelerin 3. sayfa haberlerinde gördüğümüz ama çoğu kez hızla geçtiğimiz ‘tecavüz vakaları’ ve sonuçsuz kalan davalar… Bütün bu meseleleri ortaya döküyor metin. Taciz ya da tecavüz travmasıyla karşı karşıya kalan kadınların hayatlarından bir kesit sunuyor bize.  Sonuç olarak yönetmenimizle kafa kafaya verip ‘kadına şiddet’ ve ‘tecavüz’ meselesini son derece direkt bir dille anlatmayı tercih eden bu oyunda karar kılmışlar.


Özlem Ünaldı: ‘In your face’ biçiminde bir oyun. Kısaca ‘in your face’ biçiminden bahseder misin?

Aydın Şentürk:  Evet adı üstünde her şey çok direkt olarak seyirciye sunuluyor.’In-your-face’ akımı, seyircinin koltuğunda oturup, kendi ‘güvenli’ alanından oyunu izlemesi’ meselesini kırıyor aslında; seyirciyi her an bir ‘tehlikenin içinde’ olduğu duygusuyla baş başa bırakıyor. Tabi bu akımın ürünü olan metinlerde, hep ‘alan ihlali’ meselesini merkez seçiyor kendine.


Özlem Ünaldı: Türkiye’de karşılığını buluyor mu bu biçim sence?

Aydın Şentürk:  Aslında evet. Bunu genele yaymak mümkün müdür ya da sayıca fazla bir seyirci kitlesine ulaşıyor mudur, tartışılır. Şimdilik daha çok alternatif tiyatroların tercih ettiği metinler gibi görünüyor durum. Çünkü ülkemizdeki yerleşmiş tiyatro algısı, kurumsal tiyatroların ve daha popüler ya da klasik metin tercihleri üzerinden yürüyor. Yani seyirci gelir, 300-400 kişilik bir tiyatro salonunda oyunu izler (komedi ya da dram) ‘kendince’ sağaltımını yaşar ve evine gider. Yani her şeyin kuralları ya da sınırları bellidir. Fakat ‘in-your-face’ metinler, ortaya çıktıkları coğrafyadan (İngiltere) kaynaklı; daha köklü bir tiyatro kültüründen geliyor. Avrupa’da yaşanan tiyatronun tarihî sürecine baktığınızda, birçok şey geride bırakılmış, atlatılmış; yani yaşanmış. Bütün bunların sonrasında artık farklılığa ihtiyaç duyulmuş; yeni bir tiyatro algısına.  Kişisel kaygım ise çeviri zafiyetlerinden kaynaklı ve çok fazla batılı, spesifik olarak sosyo-kültürel donelerle yazılmış metinlerin ısrarlı bir şekilde seyirciye dayatılması… Bu bana inandırıcı gelmiyor. Çünkü batıdaki kültürel yapının bizde bir karşılığını oluşturamazsınız. ‘Müslüman mahallesinde salyangoz satmak’ derler ya, biraz öyle bir risk barındırıyor kendi içinde. Her ne kadar tiyatronun evrensel bir dili olsa da, bazı şeyleri gerek reji gerekse dramaturgide yedirmek zorundasınız. Ama ben yine de ümitliyim. Çünkü tiyatro bu, belli mi olur? Bir bakmışsınız salondaki seyirciden en azından birinin hayatına dokunuvermişsiniz.


Özlem Ünaldı: Oyundaki karakterinden biraz bahseder misin?

Aydın Şentürk:  Oyunda 4 karakter var. Marjorie, Terry, Patricia ve Raul. Üç kız arkadaş aynı evde yaşıyorlar. Bir gün eve bir adam geliyor ve kişisel sınırlar, güvenlik, bellek, ruh, merhamet vs. ortadan kalkıveriyor. Raul öyle bir yerden kızların hayatına dokunuyor ki, kim haklı kim haksız, bütün bunları sorgulamaya başlıyorsunuz. Aslında sorguladığınız kendi insaniyetiniz oluyor, karakterler değil(!) …


Özlem Ünaldı: Oynadığın karaktere tek bir cümle söylemen gerekse ne derdin ona?

Aydın Şentürk:  "HAKLISIN!" Bu sorunun cevabını Raul’e hak verdiğim için değil, Raul gibi adamların bir kadın üstünde ‘hak iddia edebildiği’ gerçeği gün gibi ortada olduğu için söylüyorum. Ne yazık ki öyle. Karakter kendine hak veriyor, hak görüyor yaptıklarını…


Özlem Ünaldı: Oyunun bütününde ‘adalet’ kavramının sorgulanışı hissediliyor. Sürekli değişen bir denge, seyirciye anlık taraf değişimleri yaşatıyor…

Aydın Şentürk:  Evet. Yanan hayatların tabii ki telafisi olmaz ama tecavüz, taciz ya da cinsel istismardan hüküm giyen bir suçlunun cezası, bir daha böylesi bir hakkı kendinde göremeyecek kadar caydırıcı olmalı.


Özlem Ünaldı: Adalet sistemine olan güvensizliğin suç oranını arttırdığı bir çağdayız ne yazık ki…

Aydın Şentürk:  Düşünsene, cinsel istismar ve ırza geçmenin cezası hala şikâyete bağlı olarak şekilleniyor. Düşündürücü.


Özlem Ünaldı: Kadın cinayetleri çılgınca artıyor. Erkekler sahip olamadıkları kadını yok etme eğiliminde. Canını alamazsa yüzüne kezzap atıyor; gücü varsa işten çıkarıyor vs… Bir erkek olarak bu durum hakkında fikrin ne?

Aydın Şentürk:  Ne diyebilirim ki? … ‘Töre’ adı altında, daha buluğ çağına girmemiş bir kız çocuğunu evlendiriyorsunuz; telli duvaklı… Bu sapıklık. Boşanan kadınlara ne demeli? Savcılıklar ihbarlarla dolu; can güvenliğinden endişe eden kadınların yardım çığlıklarıyla… Sonra? Akşam haberlerinde izliyoruz, kocası bilmem kaç yerinden bıçaklamış diye. Bunun hiçbir yerinde erkeklik, insaniyet ya da mağduriyet olamaz. Bir cana kıymanın hiç bir hafifletici sebebi olamaz.


Özlem Ünaldı: Çözümü ne sence?

Aydın Şentürk:  Düşünen bir toplum yaratmak! Okumak. Sonra ceza sistemini gözden geçirmek.


Özlem Ünaldı: Prova süreci nasıldı?

Aydın Şentürk:  Bol yüzleşmeli, acılı, yorucu ama kazançlarla dolu. Çünkü bir insan ve erkek olarak zorlu bir süreçti benim için. Bir erkeğin bir kadını anlayabilmesi hiç mümkün olmadı olamayacak da. Biz ‘insan’ olarak birbirimizi anlamaya çalışalım da sonra erkek-kadın çatışmasına bakarız. Bence en büyük yanılgımız bu. Birbirimizi şablonların içine hapis etmek. İşte biz ekip olarak en çok bundan kaçındık. Birbirimizin ağzından çıkacak en ufak bir kelime bile her birimiz için altın değerindeydi. Çok şey öğrettik birbirimize. Tabi ki bunda  en önemli pay sahibi yönetmenimiz Yıldırım Fikret Urağ’dı.


Özlem Ünaldı: Devlet Tiyatrolarındaki "Kurban" oyununda da benzer bir karakter oynuyorsun. Buna rağmen ikisi birbirinden çok farklı. Becerini kutlayarak soruyorum; ikisini birbirinden farklı kılmak için nasıl bir yoldan geçtin?

Aydın Şentürk:  İtiraf etmeliyim ki bu beni başta epey korkuttu. Ama süreç ilerledikçe aslında ne kadar da birbirinden farklı bir şekilde hayattan beslendiklerini fark ettim. ”Kurban” oyunundaki ‘Kirk’ karakteri hayatın içinde çok fazla talihsizlikler yaşamış bir adam. Kendi tercihleriyle yaşamamış hayatını. Hep maruz bırakılmış ve bütün eylemlerinin sonucunda onun ‘kurban’ olduğunu anlıyorsunuz. Fakat ”Uçlar” oyunundaki ‘Raul’ her şeyi ama her şeyi bile-isteye yapıyor. Hayatındaki bütün tercihler kendine ait. O yüzden kendini ‘HAKLI’ görüyor. Yaşamdan beslendiği yer bu ve bundan zevk alıyor. Bu arada cümlelerimi o kadar dikkatli seçmeye çalışıyorum ki; oyundan ve karakterlerden fazla ipucu vermemek için… Çatlayacağım…  (gülüşmeler)

 

Özlem Ünaldı: Seyircimiz salonda geçsin şaşkınlıktan şaşkınlığa, bozmayalım sürprizleri… Aynı anda üç oyunda oynamak nasıl bir şey? Hiç başıma gelmedi, hakikaten merak ediyorum? İyisin değil mi? Bir delilik filân yok? …

Aydın Şentürk:  Yo yo hayır gayet iyiyim. Evet, bir yandan Theatre Deng û Bej’ in ”Tirs û Xof (Korku ve Sefalet)” oyunundayım o devam ediyor. Sadece yorgunlukla başa çıkmaya çalışıyorum. Bana hiç de üç oyunda oynuyormuşum gibi gelmiyor aslında(Gülüşmeler). Her seferinde başka bir tavşan deliğinden içeri giriyorum ve orada ki dünyanın tadını çıkarıyorum sadece. Evet, takvim olarak yakın tarihler denk geliyor oyun aralıkları ile ilgili ama mutluyum bu durumdan; başka bir tecrübe benim için. Aslında bakarsan bunu planlamadım da. Sadece hayatın önüme çıkardığı sürprizlere izin verdim.


Özlem Ünaldı: Ekranda bir proje var mı?

Aydın Şentürk:  Şu an pek vakit yok açıkçası. Sezon ancak mayıs gibi kapanıyor, o zaman bir şeyler yapılır belki. Bakalım hayat başka ne sürprizler çıkaracak?

 

Özlem Ünaldı: Yapmak istiyor musun?

Aydın Şentürk:  Tabi ki istiyorum. Ama dediğim gibi, tiyatro sezonu içinde dizi yapmak pek mümkün olmuyor. Ya da sahiden programlamanın denk gelmesi gerekiyor.

 

Özlem Ünaldı: Ne okuyorsun şu sıralar?

Aydın Şentürk:  ”Uçlar” oyunun prömiyerinde bir arkadaşım Ercan Kesal’ın ‘Peri Gazozu’ kitabını hediye etmişti, ona başladım şimdi.

 

Özlem Ünaldı: Tesadüfe bak; ben de! (Gülüşmeler…) Türk sineması çok hareketli bir süreç yaşıyor. Kendini yakın hissettiğin bir yönetmen, bir sinema dili var mı?

Aydın Şentürk:  Birini diğerinden ayırt etmek istemem. Çünkü ne kadar çeşitlilik, o kadar fazla kalkınmak demek sektör için. Bağımsız filmler de bir yer oluşturmalı kendine,  dev prodüksüyonlu olanlar ya da sadece gişe kaygısı güdülerek yapılmış ‘popcorn’ filmler de. Çünkü her şey çeşitlilikle daha yaşanır bir hal alıyor bana kalırsa. Ama sanırım her oyuncu için, bağımsız bir filmin senaryosuna dâhil olmak daha ayrı bir anlam taşır; benim de öyle.


Özlem Ünaldı: Ve son olarak seyircimizi oyuna davet eder misin?

Aydın Şentürk:  Kadına şiddeti görmezden gelmeyin. Çünkü birçok kadın maruz kaldığı psikolojik-fiziksel şiddeti ve tecavüz travmasını dile getirmeye bile cesaret edemiyor. Siz ses çıkarın. Biz sahneden bunu anlatmaya çalışıyoruz. Gelin beraber ses çıkaralım.
 

Daha fazla yazı yok
2024-05-08 08:42:00