A password will be e-mailed to you.

Yoğun bir celebrity akınının yaşandığı “Dünyada Karşılaşmış Gibi“nin galasında Arena’da kurulan iki ayrı sahnede biletimize göre dikkatle yerimize geçtik.

Birazdan iki farklı grup olarak bölünerek karşısına geçtiğimiz sahnede karakola, camekan arkasından ve kulaklıklarımızla bakıyor olacaktık.

Ara olduğunda yerlerimizi değiştirip bu kez diğer sahnenin önüne geçip biz orada oturmuyorken neler oynandıysa, onu izleyecektik.

Ve tam da ara sırasında, iki ayrı sahne izleyicileri olduğumuzdan, öbür sahnede izleyemediğimiz oyunun diğer yarısıyla ilgili, aslına bakarsanız oyunun rejisiyle ilgili, nice umutlar yeşertecektik içimizde.

Berkun Oya, eşzamanlı, birbiriyle birkaç sayılı an’da kesişen iki perdeli oyununda, oyuncularına bir oyunu bir gecede, iki kere oynama zorunluluğunu şart koşarken izleyicisini fena halde ihmal etmiş görünüyor.

İzleyici, kulaklıkla dinleyip camekan arkasından izlemek zorunda olduğu, eşzamanlı olarak öbür odada gerçekleşenleri bir sonraki perdede izleyebileceği oyunda epey dışlanıyor.

“Ne Bakırköy ne otel” bir karakolun  üç memuru ve komiserinin gözaltına aldığı bir aşık ve bir torbacı arasında geçen öykü, kahramanların her birinin kendi küçük öykülerini bir çırpıda deşifre ettikleri bir “teatral” zemin.

Karakterlerin her birinin her fırsatta yapmaktan imtina etmedikleri dokunaklı itiraf ve adeta psikanalitik yüzleşmeleri, Netflix dizilerinde şu sıralar epey popüler uzun tıpkı gerçek gibi terapi seanslarını andırıyor.

Fakat her bir karakter dokunaklı hayat hikayesini, monolog /diyalog arası aktarır, dramaya dram katarken ilginçtir izleyici gülüyor. Hem de kahkahalarla…

İzleyicinin, bu ölüm fikriyle haşır neşir, ölümün mana ve manasızlık kattığı hayatların sergilendiği aşırı duygusal, fazla hesaplı monolog ve diyaloglarda, karakterlerin adeta döktürdükleri oyunculuklarına eşliği ancak gülerek mümkün oluyor çünkü…

Yazarın tüm oyunu bir tiyatro gibi değil bir TV dizisi senaryosu gibi tasarladığından kimbilir…

Belki de iki sahneden birine koyduğu camekan, bir beyaz cam.

(Kaldı ki Masum dizisi bu işe göre çok daha katmanlıydı.)

Dünyada Karşılaşmış Gibi’nin sorunu, tiyatronun ana meselesini unutması kesinlikle. Onun bir form olduğunu… Bu formun her seferinde kendi tarihine, kendi oluşuyla ilgili sürtünmelere aşındırmalara açık olduğu… Tiyatronun sadece onun süreli, zamana dayalı bir sanat oluşuyla ilgili bir buluşun arkasına sığınılamayacak kadar katmanlı bir form olduğunu unutmuş yazar ve yönetmen.

Yazar yönetmenin, ikinci yarıda, diğer bloktakilerin birinci yarıda izlediği sahneyle diğerini eşzamanlı kılmak için başvurduğu ekrandaki video film, oyunun en vasat anı hiç şüphesiz!

Videoda izlediğimiz, tiyatro sahnesinde ve neden camekanın arkasında olduğunu bilmediğimiz küçük burjuva bir aşk öyküsü. Harika kiremit duvarlı çiftin video ekrandan izlediğimiz ayrılık öyküsünde neden taksi şöförünü de gördük inanın bilmiyorum. Kötü bir yerli dizide aniden, uzun uzun çalan cep telefonu sahnesi gibi bu film.

Sahnenin üzerinde kullanılan her bir malzemenin hem tarihi hem de bir materyal olarak izleyiciye çağrışımlarının kıymetli ve sembolik olduğu tiyatro sahnesine, bir ekran indirerek bir aşk öyküsü anlatmak, -meyhaneli sahneler dahil- bu derece kolaya kaçmak en çok şuna zarar verdi:

Komiserin açacağı kapıyla diğer bloktaki başka bir perdeyi seyretmekte olan izleyiciyle bakışmaya.

Bu benzersiz Brechtyen anın ateşini söndürmekle kalmadı üzerine sular serpti.

Metine gelirsek…

Oyuncuların her birinin o en pahalı aktörlük okullarında verilen derslerin alasını verdiklerini ekleyerek; Berkun Oya, light ve zamane bir Kemal Tahir’i olmuş meğer. Teknik ve içerik açısından sanki onu çalışmış, okumuş ve öyle yazmış.

Fakat ilginç bir durum, o duygusallıkta sınır tanımaz, torbacıya göremediği çocuğunu anlattırır, komisere Avustralya’ya daha gitmeden kızını özlettirir, memura, trafik kazasında kaybettiği karısı ve çocuklarının yasını tutturur, diğer memuru babasının intiharı yüzünden ağlatırken, izleyici kahkahalarla gülüyor.

Dayak yiyen sürekli oğlundan bahseden torbacı Öner Erkan’a, hamile karısını çocuklarını kaybeden polis memuru Serkan Keskin’e, babası intihar eden oğul Fatih Artman’ın ağlayışına, eski karısının saçlarıyla alnının buluştuğu yerde uyumak istiyorum diyen kör aşık Okan Yalabık’a da kahkahalarla gülüyor.

Çok ilginçtir bu tepki bir kenara not edilmeli.

İyi oyunculuğun da Diderot’dan beri hep eleştirilmesi gereken bir unsur olduğunu da hatırlayarak buna aşırı izin veren metinleri, asla iyi oyunculukları değil! Sorgulamaya devam.

Ve elbette bugüne kadar tiyatro formunun ne menem bir form olduğunu araştırmaya meraklı olduğunu bildiğimiz Berkun Oya’nın bir senaristten, bir kurgu yazarından önce tiyatro için kimbilir başka neler yazıp yöneteceğini takip etmeye de tutkuyla devam!

DÜNYADA KARŞILAŞMIŞ GİBİ

Yazan, Yöneten: Berkun Oya

Yapımcı: Nisan Ceren Göknel

Oyuncular (alfabetik sırayla):

Alican Yücesoy, Defne Kayalar, Fatih Artman, Okan Yalabık,

Öner Erkan, Serkan Keskin ve Settar Tanrıöğen

Sahne ve Kostüm Tasarım: Berkun Oya

Işık: Cem Yılmazer

Dekor Uygulama: Muhtar Pattabanoğlu

Prodüksiyon Sorumlusu: Evrim Zeybek

Proje ve Reji Asistanı: İrem Avcı

Teknik Sorumlu: Emrah Altıntoprak

Ses Tasarım ve Uygulama: Hakan Atmaca

 

İLGİLİ HABERLER

Modern dünyanın karşısında “festivallemek”

JULIE ve sınıflar arası imkansızlık

Daha fazla yazı yok
2024-05-11 08:32:10