A password will be e-mailed to you.

Emre Hüner’in [ELEKTROİZOLASYON]: Bilinmeyen Parametre Kayıt-Dışı başlıklı kişisel sergisi, yarı kurgusal bir senaryo metni etrafında şekillenmiş yeni üretimlerden oluşuyor. Küratörlüğünü Aslı Seven’in üstlendiği sergide yer alan heykeller, yerleştirmeler, fotogravürler, serigrafiler, film sekansları ve metinler, mecralar arasında dolaşarak ilerleyen doğaçlamaya dayalı performatif bir üretim sürecini yansıtıyorlar.

25 Mart’ta Arter’de açılan ve 5 Aralık’a dek sürecek sergiyle ilgili, sanatçı Emre Hüner ve küratör Aslı Seven ile serginin nasıl ortaya çıktığı, Elektoizolasyon kavramı, izolasyon süreci, makine-özne kavramı, sanat- zanaat ilişkisi ve serginin Dolapdere ile kurduğu bağa dek pek çok şey konuştuk.

 

Sergi bana arkeolojik bir alanda geziniyormuş hissi verdi…

Emre Hüner: Sergideki yerleştirmelerin ve yapıların temelinde bir doğa bilimleri arşivi (Saint Joseph Lisesi’nin Doğa Bilimleri Merkezi) ve bir kütüphane (Amsterdam Allard Pierson Kütüphanesi’nin Özel Koleksiyonları), Perşembe Pazarı’nın elektrik – elektronik yedek parçacı vitrinleri, oto tamirciler, hurdacılar ve filmin çekimlerinin bir kısmını da yapmış olduğum fabrikaların ürün depolama alanlarındaki düzen ve sınıflandırma bulunuyor. Buluntu nesnelerin, gündelik atıkların, internet görsellerinin bir birikimi olarak arkeolojik bir alana ya da kurmacaya dönüştürülmüş Wikipedia başlıklarının, gazete haberlerinden alıntıların, endüstriyel tasarım ve mimariye dair yeni teknik ve malzemelerin yazınsal olarak bir araya gelişlerinden doğan anlatıya, uzun, gerçek zamanlı, doğaçlama ve yeri geldiğinde belgesel olarak çekilmiş filmin görüntü ve sesleri eşlik ediyor.

Madencilikte, uzay araştırmalarında, uçak ve otomobil fabrikalarında ya da büyük ölçekli 3D baskı cihazlarının bulunduğu mekânlarda makinelerin ve ürünlerin dizilimini, tarih öncesi kalıntılar yerine günümüzün seri üretim stratejilerinin arkeolojisi olarak düşünerek; atölye, laboratuvar, sera veya nadire kabinelerine benzer koleksiyona dayalı fakat parçalar arasındaki ilişkilerden oluşan, müze içinde müze olmaya öykünen kapalı bir alan mimarisi de ortaya çıkıyor.

[Elektroizolasyon] ve makine jestleri

Elektroizolasyon kavramıyla ilgili, bedenin estetik jestleriyle makine jestleri artık oldukça benzer diye düşünmüştüm; hatta özellikle izolasyon sürecinde kendimi sürekli kopyalayan, kaydeden, öğrenme hali içinde bir makine gibi hissettiğimi hatırlıyorum. Bu bağlamda sergiden hareketle makine-özne kavramından biraz bahsedebilir miyiz?

Emre Hüner: [Elektroizolasyon] kavramı, kendini dış etkilere karşı korumak üzere oluşturulmuş kurmaca bir alanı, bir dönemi ve bir ruh halini tanımladığı kadar, elektrik, yalıtım ve geçirgenlik ile kontrol ve kapatma üzerine de düşünmek için ürettiğim bir başlık. Sergi sürecinin ilk aşamalarında, bir kelimeden ve etrafında şekillenen bir terminolojiden yola çıkarak, üretime dahil olacak nesneleri aramak ve bulmak, onlarla karşılaşmaya açık hale gelebilmek, bir yöntem olarak senaryo yazımının ucu açıklığını benimsemek benim için de bir öğrenme, kaydetme, hatırlama ve belgeleme şekli oldu. Şehir gezintilerinde kurduğum tesadüfî ilişkiler, bulduğum mekânlar ve nesnelerin hikâyeleri, kişiler arasında kendiliğinden beliren bağlardan katman katman ortaya çıkan mekanizma benzeri bir işleyişin, bir altyapının yönlendirdiği, sonradan sergiye ve işlere sızacak olan detayların örüldüğü bir ağ, bir bölge yarattı.

Makine-özne kavramı bu anlamda sanırım endüstriyel olarak üretilmiş nesnelerle insan bedeni ya da bedenlilik hali arasında spekülatif bir yakınlaşma, parçalara ayrılmış halde fakat yeniden birleşebilir melez vücutlar, yeni organizmalar, alet-organ karışımı özneler veya altyapılar tasarlamak olarak düşünülebilir. Sinir sisteminin anatomik çizimleri ile yeryüzündeki doğal kaynak ağlarına dair şemaların, şehrin kanalizasyonu ve atık su şebekeleri ile plastikle üretim yapan bir fabrikanın boruları arasındaki benzerlikler üzerinden kurmaca bağlar yaratan bir zihnin kaydettikleri ya da ansiklopedik başlıklar, otomatik şiir ve bilinçaltı arasında gidip gelerek, maruz bırakıldığımız tüm bilgiyi kapsamaya çalışmak da bu jestlerin bir örneği olabilir.

“Pandemi sürecini fırsat olarak kullandım”

İzolasyon sürecinde mekanla ilişkinizde neler değişti?

Emre Hüner: Yaşadığımız kapanma süreçlerinde mekânla olan ilişkiden çok bireyler arası mesafenin, hijyen kavramının, bedensel reflekslerimizin ve bulaşıcılık olgusunun değiştiğini ve de istatistiğe dair yeni bir farkındalık oluştuğunu düşünüyorum. Uzun süre üzerinde çalıştığım işleri üretirken alışık olduğum, doğal bir şekilde kendimi dış etkilere karşı kapattığım, zamanımın neredeyse tamamını atölye ve evde geçirdiğim pandemi öncesi yoğun bir dönemin ardından, fabrikalar, sokaklar, şehrin çeşitli mekânları arasında dolaşıp çekimler yaparken ya da heykel üretimleri için yine bir fabrika ve atölyede çalışırken, aniden gelen eve kapanma zorunluluğu beni yeniden sürecin başlangıcındaki hale, tanıdığım bir duruma geri göndermiş oldu. Bunu da biraz bir fırsat olarak aldım ve o ana dek ürettiklerim üzerine düşünerek yazabilme olanağı buldum. Sonrasında zaten koşullara rağmen ben de herkes gibi çalışmaya devam ettim ve bu yeni yaşama ve üretim biçimine uyum sağlamaya çabaladım. Belki bu durumun aşırılığı da üretimlerime ve sergideki yerleştirmeye de yansımıştır.

“Zanaat hayal etmek adına daha da değerli”

Sizin işlerinizde de bağlantı kurduğunuz zanaat, teknolojinin sonsuz yardımları sayesinde sanatı değişmeye mi zorluyor?

Emre Hüner: Zanaatlerin, teknolojinin sonsuz yardımları olarak tanımladığınız durumdan pek de olumlu bir şekilde etkilendiğini düşünmüyorum. Teknolojik gelişimin getirdiği değişimler ve bunun yeni sayılabilecek koşulları sanatı elbette değişmeye zorluyor olabilirler, fakat bu sadece estetik anlamda değil, aksine daha çok kontrol ve daha çok baskıyla karşılaştığımız dönemlerin ürettiği durumlara verilecek tepkiler olarak da ortaya çıkıyor. Bu anlamda el üretimlerinin, zanaate dayalı mesleklerin, bireysel hikâye ve durumların yeni yaşanabilir dünyalar hayal etmek adına daha da değerli olduklarını düşünüyorum. Donna Haraway’in bahsettiği gibi makineleri, kimlikleri, kategorileri, ilişkileri, mekânları, öyküleri hem inşaa ederek hem de yıkarak çok sesli bir dil bulabilmek için.

 

Serginin oluşum sürecinden bahsedebilir miyiz?

Aslı Seven: Bu sergi henüz ortada yokken, 2018’in son günlerinde Emre Hüner’e atölye ziyaretine gittiğimde bazı çizimlere ve fotogravürlere bakıp yapıt ve belge arasındaki ilişki üzerine, ve yapıt ve sergi kurgusunda üretim sürecinin konumu üzerine konuştuğumuzu hatırlıyorum. O zamandan bugüne yayılarak, dönüşerek ilerleyen bu aynı sohbet gibi bir bakıma. Sürecin başlangıcında Hüner’in kaleme almış olduğu senaryo metni, hem yerleştirme ve heykellerin oluşumuna aracılık eden, hem de farklı mecralarda şekil bulan bu yapıtlar oluştukça kendi yazım süreci de devam eden ve dönüşen bir metin olarak üretimin bir parçası oldu ve aynı zamanda filmin çekimlerinde oyuncular Esme Madra ve Cem Özeren için bir performans ve doğaçlama aracı işlevi gördü.

Filmde kullanılan nesnelerin kalıp ve dökümlerinden çoğaltılan heykel parçaları sergideki yerleştirmelere sızdı, bazen çekimler sırasında, örneğin Dolapdere’de, yeni sekansların yazımına sebep verdi ve kayda geçerek seramik veya poliüretan kopyaları da üretildi, çoğaltıldı ve bir araya getirildi. Nesnenin kayıt, belge, yapıt, prop, prototip, iz ve eyleyen olma potansiyelleri arasında hareket ettiği bir dünya kurgusu, kendi üretimini hiç durmadan belgeleyerek yeni katmanlar oluşturan ve çoğalan bir makine-sergi oluştu.

Bir “gelecek zaman arkeolojisi”

Serginin kavramsal çerçevesinden söz ederken spekülatif şimdi-şimdinin spekülatifleşmesinden söz ettiniz. Sergi bağlamında “spekülatif şimdi” ne ifade ediyor?

Aslı Seven: Serginin bağlamını oluşturan, hem İstanbul ve Türkiye’de, hem de küresel anlamda içinden geçmekte olduğumuz çağı tanımlayan bir paradigma değişikliği söz konusu. Bu biraz kapitalizmin dayandığı maddesel sınırlarla ilişkili, biraz küresel ısınma, göç hareketleri, hafriyatçılık ile veri bazlı arazi yönetim sistemleri ve yokoluş isyanları gibi birbiriyle karşılıklı bağlantıları göze doğrudan görünmeyen fakat katmanlanarak yoğunlaşmış bir ilişkiler ağı olarak beliren fenomenlerin belirlediği, ikamet ettiğimiz dünyayı giderek anlaşılması ve içinde hareket etmesi zor bir yere dönüştüren bir süreç. Buna dair en keskin çözümlemelerden biri, Timothy Morton’un “hipernesne” kavramı, üretim sürecinde Emre ile paylaştığımız okumalardan biriydi.

Bildiklerimizin ve bugüne dek nesilden nesle aktarılmış bilimsel ve idari sınıflandırmaların, ayrımların ve kategorilerin anlamlandırmakta ve işlemekte yetersiz kaldıkları, “arılık” fikrinden uzak, melez biçimlerin ve biyolojik, mekanik ve bilişsel anlamda ortak evrim süreçlerinin geçerli olduğu bir dünyada yaşıyoruz.

Yalnızca geleceği değil, şimdiki anı ve geçmişi de spekülatif bir alana çeviren bu aslında. Bir düşünce yöntemi olarak spekülasyon bilinmeyenle birlikte varolur, eksik bilgi ile birlikte ve ona rağmen üretilen bir hipotez veya fikirdir. Bilinmeyen ile bu temel ilişkisi yüzünden spekülatif olanı zamansal olarak geçmiş veya şimdiden ziyade gelecekle ve bilimden ziyade sanatla ilişkilendirme alışkanlığımız var. Altını çizmek istediğim, Emre Hüner’in sanatsal pratiğinde çok uzun zamandır izleyebildiğimiz bir “gelecek zaman arkeolojisi” ile belki bu sergide ilk defa bu ölçekte paylaştığı kurmaca ve yazın aracılığıyla biçim bulan spekülatif yöntemlerin, yukarıda bahsettiğim dönüşümlerle paylaştığı geniş bir eş zamanlılık, ve belki serginin, kendi üretim sürecine ve dönemine tanıklık eden, kayıt tutan niteliğiydi.

“Altyapısal alanları set olarak kullandık”

Serginin bulunduğu mekanla ilişkisi nasıl kuruldu? Özellikle Dolapdere bölgesinden söz ediyorum.

Aslı Seven: Dolapdere’de Arter çevresinde yürünebilir mesafede karşımıza çıkan kaportacılar, manken döküm atölyeleri, park köşelerindeki gece kondu kulübeler, sokak köpekleri, bit pazarı gibi mekanlar, buradaki karakterler ve nesneler, onların birbirleriyle olan ilişkileri, küçük ölçekli, derme çatma, doğaçlama çözümlere yaslanan bir endüstriyel üretim ve tamir ağı ve onun içerdiği maddesel dolaşım ve tasarım fikri sergiye yansıyan temel unsurlardan biri oldu.

Mimari anlamda mekan ile ilişkiden bahsetmek gerekirse, sergi ile aynı adı taşıyan filmin çekimlerinde Arter’in hem galerilerini hem de otopark, araç asansörü, yangın şu deposu gibi ziyarete kapalı çeşitli altyapısal alanlarını set olarak kullandık. Mekan filmin kurgusunda hem belgelenen, hem de performans ve film kurgusu üzerinden kurmaca bir alana dönüşen bir nitelik kazandı. Örneğin filmdeki karakterlerin Arter’in mimari maketi etrafında bir performans gerçekleştirdikleri, Arter’in içinde çekilmiş bir sahnede, izleyici bugün sergiyi gezerken hem içinde bulunduğu binanın ölçekli bir kopyasıyla karşılaşıyor, hem bu maket etrafında gerçekleşen bir performansın kaydını izliyor, hem de sanatsal üretim sürecinin bir dokümantasyonuna ulaşıyor: aynı anda hem kendi üretim sürecinin kaydını tutan ve paylaşan bir yapıtla, hem de mekana özgü olarak okunabilecek, mecralar ve ölçekler arası alana yayılan bir jestle karşılaşıyor.

 

İLGİLİ HABERLER

Açık bir üretim yöntemi olarak senaryo

Bu kontrolcü yaşamda sanat üretimi nasıl şekillenecek?

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 07:15:03