A password will be e-mailed to you.

Yıldız Savaşları (Star Wars serisi), Yeni Bir Umut’un (A New Hope) çıkışından 42 yıl sonra, Skywalker’ın Yükselişi (Rise of Skywalker) adlı dokuzuncu filmle sona eriyor. Üç kuşak boyunca devam eden bu popüler sinema destanının geneli düşünüldüğünde günümüzün siyasi iklimine uyarlanmış, yeni seriyle eski serileri ustaca birleştiren, yer yer abartılı olsa da etkili bir final yapıyor. JJ Abrams farklı ve yaratıcı bir film yerine bir “Best of Star Wars” albümüyle veda ediyor sadık izleyicilere. Klasik, ama enerji dolu, heyecanlı ve sürükleyici, hatta Şekspiryen…

2015 tarihli Yıldız Savaşları: Güç Uyanıyor’da (Star Wars: The Force Awakens) imparatorluk yıkılmış, Ken Anakin (Darth Vader) onu gücün karanlık yanına düşüren İmparator Palpatine’i öldürmüştü. Abrams’ın Chris Terrio ile birlikte yazdığı yeni seri, klasik Yıldız Savaşları üçlemesine Joseph Campbell’ın pek çok sinemacının başucu kitaplarından biri olan Kahramanın Sonsuz Yolculuğu’nun Mit ve Toplum başlıklı son bölümünde yazdıklarının iyice gözden geçirilerek yön verildiğini düşündürüyor öykü itibariyle…

Özellikle de sekizinci film Son Jedi‘ın (The Last Jedi) açık seçik bir ‘gelecek kadındır’ mesajı vardı, ergenlikte sıkışıp kalan erkek fanların önemli bir kısmını rahatsız eden. Oysa çok uzakta bir galakside geçen olaylar aracılığıyla gezegenimizin tarihine göndermeler yapan, burada, şimdi, ta içimizde iyilikle kötülüğün mücadelesini simgeleyen, kadim mitlerden yeni bir mit derleyen Yıldız Savaşları 42 yıl önceki güncelliğini korumak için elbette yüzünü geleceğe çevirecekti. 42 yıl öncesinin çocukları bile artık torun sahibi olacak yaşta…

2. Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisi geçer geçmez Batılı gelişmiş ülkeler Ortadoğu, Afrika ve Asya ülkelerini kana bulayan sürekli savaş halini yarattı. Batı uygarlığı Soğuk Savaş ile çatışmayı geçiştirirken sömürmeye devam ettiği eski kolonilerine ürettiği silahları ve başka her şeyi ilelebet satacak bir kapitalist düzene geçti. Büyük bir düzenli ordu ve gelişmiş silahlara sahip güçlü bir devletin rejimi demokrasi olsa ne olur olmasa ne olur? İhtiyaçlarını karşılamak ve iktidar alanını genişletmek için şöyle ya da böyle o askeri ve ekonomik gücü kullanır, doğrudan saldırgan olmasa bile varlığı bir tehdittir. Artık Orwell‘yen bir distopyayı yaşıyoruz. Yıldız Savaşları’nın üç kuşağı direnişçi romantizmiyle saran anti-emperyalist yaklaşımı çoktandır daha iyi bir galaktik düzen için yetersiz kalıyordu. Sorunun kaynağına inip tümden değişim için mücadele vermesi gerekiyordu… Galaksinin bütün gezegenleri birleşin çağrısında bulunmalıydı…

Anti-faşist ve anti-emperyalist yaklaşıma güncelleme

1977’deki anti-faşist ve anti-emperyalist yaklaşımı tam da beklendiği şekilde güncelliyor Skywalker’ın Yükselişi. Bir kişiyi ve onun iktidarını şeytanileştirerek saplantı haline getirmeyip onu olduğu yere taşıyan zihniyeti değiştirmeye odaklanmanın sonuçlarını sergiliyor. Artık bundan beteri olamaz dediklerimiz, belki gencecik bir kadının bileğini bükemeyecektir…

Son Jedi olarak işaret edilen Rey (Daisy Ridley) ve İlk Düzen’in Yüce Lordu Kylo Ren (Adam Driver) bu filmin de protagonist ve antagonisti. Her ikisi de çok iyi oynuyor ve karmaşık karakterlerini incelikle yansıtıyor. İkisinin arasındaki bağın niteliği bu filmde netleşiyor ve filmin en ilginç yanını oluşturuyor. Yin ve yang’dan, gücün aydınlık ve karanlık taraflarından öteye geçiyor. Yıldız Savaşları’nda genetik hep öne çıkan bir meseleydi, ama bireyin bağımsız iradesi bu filmde genlere baskın geliyor.

Konuya hiç değinmeyeceğim, tek bir ipucu vermekle yetineceğim: Millennium Falcon ekibi, çölde kayan kumlara kapılıp bir tür obruk içine düştüklerinde karşılarına çıkan devasa yılanı öldürtmüyor Rey. Yaralı olduğunu fark edip yarasını iyileştiriyor. Acısı dinen yaratık minnet içinde çekiliyor yollarından, çıkışı işaret eden ışık da tünelin ucunda görünüyor o gidince.

Son Jedi’da bizzat Luke Skywalker, Nietzsche‘vari bir tavırla Jedi mabedini yıkmış, kutsal sayılan ne varsa kırmıştı… Genel olarak o filmde gücün özüne işaret edilmiş, güce kimsenin ‘sahip’ olamayacağının altı çizilmişti. Skywalker’ın Yükselişi’nde asıl düşman olarak belirlenen ataerkil düzen büyük ölçüde bitiyor. İmparatorluk, prenseslik ve babadan geçen diğer asalet unvanlarının, hatta soyadının, toptan soy sop, kan bağı, din ve kutuplaşmanın sonu geliyor. Bunlardan kaynaklanan militarist düzenin de biteceğini finaldeki sembolik eylemlerde görüyoruz. Campbell’ın da vurguladığı birey yükseliyor modern kahraman olarak. Ki o kahraman, bizzat Campbell’ın sözünü ettiği mağaranın içine, düşmanın inine giriyor ve onunla yüzleşiyor! Bu filmdeki düşmanla ilgili ‘içimizde kötü bir his var’dı, hiç şaşmaz, doğru çıktı.

Romeo ve Jülyet göndermeli final dışında sürpriz yok

Skywalker’ın Yükselişi’nde o üç aşamalı, Romeo ve Jülyet göndermeli, görkemli final dışında sürpriz yok, ama olumlu anlamda. Uzayda takip ve savaşlar, en olmadık mekanlarda ışın kılıcı düelloları, şaşırtıcı canlı türleri ve karakterlerin yaşadığı çatışmalara önceki filmlerden aşinayız. Özgün üçlemenin kült sahnelerine göndermelerle zenginleştirilen aksiyon mükemmel biçimde gerçekleştirilmiş. Teknoloji ilerledikçe yaratılan illüzyonun da etkisi artıyor özenli yapım tasarımı ve efektlerle. Uzaklardaki galakside olduğumuza inandırıyor bizi. Uzay gemisinin üstünde at sürmeye varıncaya kadar, aramızdaki ve içimizdeki çocuklara hitap edecek eğlenceli ayrıntılardan da vazgeçilmemiş öte yandan.

Hep olduğu gibi direnişçiler organik bir dünyada yaşıyor. Farklı yaratıklarla karşılaşıyor, orman, çöl, okyanus gibi dünyamızı çağrıştıran gezegen coğrafyalarında hayatta kalmaya çalışıyor. Karşılarında hep tükenmez maden ve enerji kaynaklarından yararlanan ve insansıları sömüren, yüksek teknoloji üreten ve şeytani bir güçle donanan düşman var. Bu filmde ikisinin arasındaki uçurumun büyüdüğüne tanık oluyoruz. Direnişçiler hâlâ hurda araçlarla idare etmeye çalışırken imparatorluk artığı stormtrooper’lar uçmaya bile başlamış!

Eğlence sinemasını inşa eden bütün ögelerin baskınlığının yanı sıra yapımcıların sosyo-politik değişime uyum sağlamak için cinsiyet ve ırk çeşitliliğine özen göstermeleri, elbette samimi değil. Öte yandan her şey bu kadar samimiyetsiz ve ticariyken bir de cinsiyetçi, ırkçı ve her türlü ayrımcı olmalarındansa kendilerine ideolojik bir çekidüzen verdirecek baskıyı üzerlerinde hissetmeleri, direnişçiler bir zaferi kutlarken iki kadının öpüşmesini de göstermeleri Amerikan liberalleri ve Hollywood sineması için kayda değer bir gelişme. O uzak galaksidekiler ermiş muradına, darısı gezegenimizin başına!

 

İLGİLİ HABERLER

Modern bir mitoloji olarak Star Wars

Star Wars’un gerçek asisi: Kylo Ren

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 11:32:44