A password will be e-mailed to you.

Dün sona eren 35. İstanbul Film Festivali’nde Türkiye prömiyerini yapan ve hemen sonrasında vizyonda kendine yer bulan Yemekteydik ve Karar Verdim’i yönetmeni Görkem Yeltan’la konuştuk.

Görkem Yeltan’ın ilk uzun metrajlı filmi Yemekteydik ve Karar Verdim, Başka Sinema aracılığıyla vizyondaki yerini aldı. Film Yeltan’ın deyimiyle; bildikleri bir ailenin bir anına bakıp, çıkıyor. O an bir Kurban Bayramı yemeği ve ailenin tüm fertlerinin kendince sırları, mutlulukları, mutsuzlukları, söyleyemedikleri var. Filmin oyuncu kadrosu epey kalabalık. Bu aileyi Mehmet Güreli, Arzu Okay, Sema Poyraz, Gökçer Genç,  Ayçıl Yeltan, Kaan Çakır, Turgay Aydın, Ilgaz Kocatürk, Yasemin Zamanpur ve Görkem Yeltan oluşturuyor. Cameo rollerde ise Emre Altuğ, Ayça Bingöl, Ruhi Sarı, Gürkan Uygun başta olmak üzere pek çok isim karşımıza çıkıyor.

 

Seni ilk olarak oyuncu kimliğinle tanıdık. Ardından çocuk kitapları ile karşımıza çıktın. Şarkı sözleri yazdığını biliyorum. Şimdi de yönetmen koltuğunda. Planlı bir süreç miydi bu? Yönetmenlik yapmak zaten kafandaydı ve zamanı geldi mi dedin?

Ben biraz her şeyi yapmak isteyen bir tip olduğum için kafamda vardı. Ama hemen şimdi bu zamana planlanan bir şey değildi. Tek Çilekli Pasta diye bir film çekmiştik. Onun sonrasında da bir ilk film yapalım istedik. Artık sinemada bir şeyler yapmaya karar verdiğimiz dönemdi bu. Adım adım gittiğimiz ve planladığımız işlerimiz oluşmaya başladı. Yani bir anlamda çizelgeye oturttuk diyebiliriz. Ben şarkı sözü yazmayı da düşünmüyordum ama Mehmet Güreli hayatımda olduğu için, bir gün bana dener misin dedikleri için şarkı sözü işine girmiş oldum. Çocuk kitabına çocuk tiyatrolarında oyuncu olarak oynadığım ve Türkiye’dekilerin kötülüğünü fark ettiğim için biraz girmiş oldum. 

Bir aile hikâyesini beyazperdeye taşıma fikri hangi sebeple oluştu? 

Genelde şöyle oluyor; yeni çıkacak romanımda da öyle oldu. Masada bazı hikâyeler oluyor. İnsanın o dönem hoşlandığı, kurduğu, çattığı… Ama o dönem onlardan bir tanesi bir şekilde öne geçiyor. Biz 4 kişi; Nilüfer Uğur Dalay, Burcu Aktaş, Yalçın Akyıldız ve ben oturduk, masamızda hikâyeler oluştu. Bu hikâyelerin hepsinin üstünde kalan ve öne çıkan aile hikâyesi olduğu için, bağımsız sinemamızda kalabalık kadrolu filmler olamadığı için bize cazip gelmeye başladı. Bir de tabii aile meselesi bizim çok bildiğimiz bir meseleydi. Biraz önce seninle röportaja başlamadan önce konuştuğumuz “bizim ailemizde böyle, bizim ailemizde şöyle”lerin hayatımızda olması ve böyle şekillenen ailelerden gelmemiz bizi biraz etkiledi ve onları konuşurken bir anda baktık ki hikâyeler genişliyor. Hepimizin anekdotları, yaşadıklarımız ya da çevremizde yaşananlar hikâyeye katmanlar sağlamaya başlıyor. Aynı zamanda çok çevremiz, sevenimiz, dostumuz olduğu için büyük bir kadroyla bütçesi yüksek de olsa bağımsız sinemada bunu yapabileceğimize karar verdik. Biraz cahil cesareti denebilir ama iyi ki de o cesareti göstermişiz. Sonrasında oyuncularımızla konuştuk. Rolleri almak istediklerini söylediler. Rolleri onlara göre yazabilme imkânımız oldu. Mekânlarımız belirlendi ve 1 sene önce çalışıp, mizansenleri kurma ve oyuncularımızla çalışabilme fırsatı bulduk. Bu benim yönetmen olarak işimi çok kolaylaştırdı. Çünkü her şeyim hazırdı sete girmeden önce. O yüzden süreç benim için kolay ilerledi diyebilirim.

Tabii filmde daha evvel karşılıklı oynadığın insanlarla yönetmen olarak çalışıyor, hatta daha önce yönetmenin Mehmet Güreli ile ilişkini de tersine döndürüyorsun. Bu anlamda nasıl bir deneyimdi?

Üreten insanlarda başta altta üstte gibi bir şey olmaz. Ben bağımsız sinemada çalıştığım projelerde de bazısında oyuncuyum, bazısında senaryodayım, bazısında çay taşıyorum, bazısında yönetmenin notlarını tutuyorum falan. Bağımsız sinemada işi ucundan ne kadar tutabilirsen tutmaya çalıştığın bir yapı var. O yüzden o yönetmen bu oyuncu diye değil de daha çok kime ihtiyaç varsa neyin çözüme ihtiyacı varsa ona odaklanıyoruz. Böyle ilerledik bu filmde de.

Zaten bir yandan da o dayanışma ruhu çok belli ediyor kendini. Çünkü küçük rollerde bile ünlü oyuncuları görüyoruz. 

Bu filmde çok büyük bir destek söz konusu. Buna oyuncuların cameo rollerde oynaması dahil. Türkiye ve dünyada ödül alan teknik kadronun emeğini, bilgisini, her şeyini bu sete dökmesi dahil. O yüzden çok şanslı bir set olduğumuzu söyleyebiliriz. Filmin baştan sona çok şanslı olduğunu söyleyebiliriz.

Çok geniş bir kadrosu var filmin oyuncu olarak, herkes de çok değerli ama tabii oyunculardan Arzu Okay’ın bu filmde olmasının da apayrı bir anlamı var. 37 yıl sonra beyazperdede izliyoruz onu. Nasıl ikna ettin?

Ben Arzu ile tanıştığımda çok küçüktüm ve Arzu o zaman sinemaya küstü. Ciddi bir küskünlük yaşıyordu. Türkiye sinemasının geçtiği dönemlerden biri erotik filmlerin olduğu dönem.  Arzu Okay’ın 107 filmi var. Bunların altıda birinden daha azı bu döneme ait. Şu anki film anlayışından daha abartılı ya da farklı bir yapı yok. Ama o dönemde oynayan erkek olan ustalarımız o dönemi çok güzel atlayıp diğer etaba geçebilmişler, kadınlarsa sinemadan uzak tutulmak da dahil olmak üzere çok kötü şeyler yaşamışlar. Bu yüzden ben o dönemi yaşayan kadın oyuncuların mutsuzluklarını paylaşıyorum. Çok içim parçalanıyor onları düşündükçe. Türkiye sinemasının onlara çok büyük bir borcu olduğunu düşünüyorum. Bunu her yerde de söylüyorum. Çünkü oyuncusunuz ya da sinemanın içindeki her hangi bir büyük ya da küçük taşsınız. Yapmayı bildiğiniz başka hiçbir şey yok ve Türkiye, siyasi koşullardan ya da geçilen bir dönem yüzünden bir şeye sürüklenmiş ve onun içinde sinema bir yer edinmiş. Arzu’nun şansı çok küçük olması. O dönemden kaçıp, Türkiye’yi bırakıp, yurtdışına yerleşmiş olması. Orada kendine bir iş kurup, vergi rekortmenliğine varan başarılara ulaşmış olması. Ama diğer oyuncuları incelediğimiz zaman intiharları, öldürülmeleri, yok edilmeleri, linç edilmeleri görüyoruz. Biraz Türkiye’nin kadınla hesaplaşması gerektiğini düşünüyorum. Bu sadece sinema üzerinden değil. Pek çok alanda gerekiyor bu hesaplaşma.

Kadınlardan bahsetmişken filmin kadınları nerede duruyor, nasıl kadınlar?

Biz karakterlere hep eşit mesafede bakmaya çalıştık. Kadın, çocuk, anne diye ayırmadan. Genel bakış açımız bu olduğu için senaryo grubu ve yaratım kadrosu olarak. Çocuk da kadın da erkek de ailenin içinde bir birey. Tabii ki Türkiye koşulları yüzünden şekillenen başka bir yapı da söz konusu hepimizin ailelerinde olduğu gibi. Ancak biz bildiğimiz bir aile biçimine odaklandık. Ben Ege’liyim. Ege’de yaşadığım aile yapısı böyle bir aile. Kadının da çocuğun da erkeğin de ailenin içinde yeri var. Ama tabii ki toplumsal roller yüzünden öne çıkan ya da “Aslında ben baskı altındayım, aslında ben bu aileyi böyle yürütüyorum” diyen karakterler de var. Hepimizin ailesindeki gibi. Ama çattığımız aile, bildiğimiz bir yerden sesini ya dışa vurarak ya da içeriden tepkileriyle belli edebilen karakterlerden oluşuyor. Bu bizim bildiğimiz aile modeli. Tabii ki Türkiye’de çok fazla aile yapısı, farklı bakışlar var. Fakat biz kendi bildiğimiz aile yapısını anlatmak istedik. Bu nedenle aile bir araya geliyor. Bu tabii ki Kurban Bayramı olabilir, yılbaşı olabilir ya da doğum günü. Herhangi bir sebepten olabilirdi. Biz aileyi bir arada görmek istedik. Bir arada gördüğümüz yapıda da işte sırlar vardır, söylenenler vardır, söylenemeyenler vardır, sevgiler vardır, nefretler vardır, dipte tutulanlar vardır, üste çıkarılanlar vardır, biliyor olduğu halde bilmiyor gibi davranılanlar vardır. Bu yüzden biz bildiğimiz yerden bakarak, karakterlerimize eşit mesafede durarak bir hikaye anlatmak istedik. Hiçbir şeyin altını çizmeden üstüne çıkmadan yapmaya çalıştık. Bildiğimiz aile filmleri bizim yol göstericimiz oldu. İtalyan, Fransız sinemasındaki filmler hatta Amerikan sinemasında ya da diğer kültürlerin filmlerinde bildiğimiz aile bir araya toplanır ve ailenin bir meselesi vardır. “Mesele olmasa da bir mesele vardır”ın kalıpları üzerinden, bu janr üzerinden gittiğimiz bir yapıyı, kendi bildiğimiz yerden işledik. 

Filmde Mehmet Güreli’nin canlandırdığı baba karakterine bakarsak aslında otoriter ve herkesin hayatını zorlaştırıyor gibi ama kırıp döken, herkesin korkudan titrediği bir adam değil. Nasıl bir baba karakteri var filmde?

Rıza Gürsoy pasif agresif bir karakter. Her şeyin kendi kontrolü altında olduğunu zannediyor ya da öyle göstermeye çalışıyor. Çünkü onun var olması için böyle görünmesine ihtiyacı var. Belki çıkarcı olarak davranan aile bireylerinin de onun böyle görünmesinden faydaları var. Ancak bütün ilişkilerimizde olduğu gibi altta dönen o kadar çok dolap var ki… Biz bir şeye tam olarak bu böyledir, bu şöyledir diyemeyiz. Onun altında o kadar çok şey vardır ki. Babaya ne tek başına aileyi raptı zapt altına almaya çalışıyor diyebiliriz ne de karakterlere babaya koşulsuz bir saygı duyuyorlar, adam yüzünden mahvolmuşlar diyebiliriz. Aslında ailenin içinde biraz al gülüm ver gülüm ilişkiler vardır. Herkes bir olay karşısında bazı tavırlar takınır. Biri bilmiyorumu oynarken biri bildiğini açık açık söyleyebilir. Diğeri açık açık söylendi diye rahat edip susabilir. Bu aslında kendi kendine var olan ve eğer iyi çatıldıysa devam edebilen bir yapı. Biz de bunu filmde Gürsoy ailesinde bu şekilde görüyoruz.  Bizim ailenin çok anlatılan Türkiye yapısına uymadığı düşünülebilir. Bu yüzden bazı şaşkınlıklar yaşanıyor yurtdışındaki gösterimlerimizde. “Türkiye böyle bir yer miydi, böyle evler var mıydı, böyle bir yapı var mı” diyen oluyor. Ben bu yüzden de bu filme karar verdiğimiz için seviniyorum. Çünkü genelde Türkiye sinemasının kabul gördüğü belki de bizim kabul gördüğünü düşündüğümüz oryantalist bakışla algılanmak istenen bir yapı var. Bunun içinde de töre cinayetleri, sefillik, kadına şiddet gibi konular var. Ben bunların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bir yandan da bizim yaşadığımız ortamın bu olmadığının da bilinmesinin de önemli olduğunu düşünüyorum. Tabii ki sanatın görevi bir sivil toplum kuruluşu gibi ya da bir siyasi yapının görevi gibi “Türkiye’de şöyle bir hayat var” demek değil.  Ama biz kendi bildiğimiz yerden baktığımız, böyle bir tabloyla izleyiciyi buluşturabildiğimiz için ben kendimi mutlu hissediyorum açıkçası.

Filmde bir aile görüyoruz kendince dertleri olan. Peki o gördüğümüz ailenin altında başka neler var?

Alt metinde tuttuğumuz çok fazla şey var. Tabii ki sade bir şey yaptığımız için onları alt metinde tutmaya ve seyircinin empati kurduğu noktalarda, almak istediği oranlarda almasını düşündük. Hiçbir şeyin öne çıkmasını istemedik. Bu yüzden ailenin içinde çok karakter ve çok hikâye var. Kendi aralarındaki ilişkiler çok katmanlı. Aynı zamanda alt metinde tuttuğumuz kendi anlatmak istediğimiz başka hikâyeler de var. Çok ip oynatmaya çalıştık. O iplerin de oynamamış olmasına özen gösterdik aslında. Ana hikâyede alt yapıya yerleştirdiğimiz şeylerden bahsedebilirim. Kurban Bayramı’nda geçiyor film. Ailenin içinde bir erkek çocuk var ve erkek çocuk aslında baba tarafından kurban edilmek istenilen karakter. Tabii ki bizim anladığımız şekilde değil ama eğer hikâye anlamında örtüştürürsek böyle bir yapısı var. Koyunu seven, saklamak isteyen bir çocuk var. Bu çocuğu kız çocuk olarak seçmemiz bu nedenle. Ya da erkek egemen olduğu düşünülen bir ailede kızlardan birinin, benim oynadığım karakterin gayri meşru bir çocuk yapmış olması ve bunun kabul görmüş olması da var. Herkesten gizli bir ilişki yaşayan bir karakter de var. Babasının yanında çalışmak değil de kendine sanatta bir yer edinmek isteyen bir çocuk da var. Babasının taş ocağından kurtulduğunu zannedip suyun altına girip, oradaki taşlarla bir arada yaşayan kız da var. Bir sarmal olarak düşündük. Edebiyatla da ilgili olduğumuz için karakterleri geçmişlerinden başlatıp ileride ne olacaklarını düşünerek kurgulamaya çalıştık. Bunu da bir roman olarak düşündük aslında. Bir roman anlatımı yerine oradaki bir ana odaklanıp oraya girip çıkmak istedik. 

Filmin izleyiciye geçmesini istediğin bir cümlesi var mı?

Bizim öyle büyük büyük laflarımız, büyük bir hikâye anlatımımız ya da bir şey başlar gelişir sonuçlanır gibi bir kurgumuz olmadı. Biz bir ailenin Kurban Bayramı’ndaki toplanma anına girdik, çıktık. Seyirci buradan almak istediğini alır, almaz, hoşlanır ya da hoşlanmaz. Bunları hedeflemedik. Şu anda festival dünyasında bu geçer akçe buraya gidelim, ya da şu anda vizyon için bu geçer akçe şuraya gidelim ya da şöyle şöyle yaparsak doğru yolda oluruz bugün için gibi şeylere hiç girmedik. Hedef kitleler gibi şeylere de hiç girmedik. Yaptığımız bütün şeylerde sanatı bir üretim olarak görüyoruz ve ürettiğimiz şeyi de ortaya bırakmayı seviyoruz. Bilmediğimizden değil tabii, biz gönlümüzün istediği, içimizi ısıtan şeyi yapmak istedik.

Sırada ne var, yönetmenliğe devam mı?

Mehmet Güreli’nin dayısı Salah Birsel’in Türkiye’nin ilk felsefi romanı olarak geçen Dört Köşeli Üçgen’i çekeceğiz. Onun romanından benim senaryosunu yazdığım film başlayacak. Mehmet Güreli çekecek. Benim özel olarak çalıştığım bir proje daha var. Yine Arzu Okay’ın da oyuncu olarak yer alacağı Fransa ve Türkiye’de geçecek ikinci filmim. Paris’te çekeceğim ilk filmim olacak. Onun da senaryosunu Tarık Tufan’la çalışmaya başladık. Daha pek çok da proje var ama birlikte çalıştığımız kişilerin iznini almadan henüz söyleyemiyorum.

Daha fazla yazı yok
2024-05-03 20:44:25