A password will be e-mailed to you.

Sanatatak yazarı Efe Beşler bu hafta ve her hafta yeni çıkan kitaplardan en önemlilerini seçiyor. Bu haftanın önerileri: Cin Aynası, Doğu Avrupa’da Yolculuk ve Son Patron

Cin Aynası 

Bu haftanın beklenen kitaplarından biri: Ercan Kesal’ın ‘Cin Aynası. İletişim Yayınları tarafından geçen hafta raflara gelen kitabı kısaca tanıtmak istiyorum. 

Ercan Kesal, Peri Gazozu’ndan sonra ikinci kitabını da yayımladı. Eminim, Kesal’ın eski Radikal’deki yazılarını takip eden, ilk kitabını okuyan, söyleşilerini merakla onu izleyen ve değer veren bir topluluk var.  Bu kitabı da bu okuryazarların nezdinde “çok satanlar” arasına girecektir. Kitabında daha önceleri kültür dergilerinde yazdığı 52 makalesi bulunmakta. Belki birçoğumuz bu makaleleri okuduk veya söyleşilerinde rast geldik.  Her biri birbirinden değerli ve duygulara direkt olarak hitap eden yazılar, düşünceler. Kesal, doktorluğunda deneyimlediği kıymetli anları tarihimizde yaşanan karanlık ve utanç dolu olaylarla birleştiriyor, harmanlıyor ve o ağırlaşan duyguyu bizim sırtımıza da yüklüyor. Berkin Elvan’dan 12 Eylül kanlı darbesinde işkence gören devrimcilere, Maraş katliamından 1915 Büyük Felaket‘in sıradan insanları ezip geçtiği anlara, Dersim katliamından Soma’ya kadar birçok ağır bagajın taşındığı olaylarla ilintiliyor. Utanmayı hatırlatıyor, okurken yüzümüzün kızarmasını ve duygu yüklü hissiyatı anlamamızı istiyor Kesal. Öteki olma halini hissettiriyor.  Evet bu kitabında ölüm, zulüm, acı ve kötülük üzerine giderken ve hatırlamamızı sağlarken, bir taraftan da hayatın anlamlarından olan sinema, edebiyat, çocuklar ve insanlığı kötülüğün karşısına bir kalkan gibi çıkarıyor. Bize inancın anlamını, her yazısında yüreğimize ve beynimize çakıyor. 

Kitaptan bir bölüm:

İşveçli yönetmen I. Bergman’ın 2002 yılında Positif dergisine verdiği cevap:

“İnsanlığın yaşadığı acılar, tarih kitaplarının sayfalarında, bir takım evrak ve belgelerin arasında ya da süslü söylevlerin şehvetinde göstermez kendini. Tüm bunların dışında ve çok daha derinlerde saklı olan, çok öznel acılardır söz konusu olan. Bu yüzden ortak sorunlar ya da birliktelikler din, dil, bayrak, ya da kimlik üzerinden tarif edilemez. İnsanlığın ortak değerleri, aşk, acı, umutsuzluk, keder, sevinç ve coşku gibi kavramlardır. Yine bu yüzden, iyi bir filmin başka bir dilde oynaması ondan etkilenmememize engel değildir.”

Tüm insani duyguları anlayabilmek ve yüreğiniz ve vicdanınızda hissedebilmek için okumanızı tavsiye ederim. 

 

Doğu Avrupa’da Yolculuk

Bu haftanın diğer önemli kitabı ise Latin Amerika’nın eşsiz yazarlarından biri olan Gabriel Garcia Marquez’in Doğu Avrupa’da Yolculuk adlı romanı. Can Yayınları tarafından yayımlanan kitabın çevirisini İnci Kurt yapmış. 

Gabriel Garcia Marquez’in okuryazarlar tarafından en tanınan romanı 1967 yılında yayımlanan Yüzyıllık Yalnızlık kitabı olmuştur. Kült bir romadır. Fakat Marquez bu romanın dışında da on beş roman ve öykü daha yazmıştır. Diğer bilenen ünlü romanı ise 1981’de yayımlanan Kırmızı Pazartesi adlı romanıdır. Bu eserlerinin yanında gezi, oyun, senaryo yazmıştır. Size tanıtacağım Marquez’in 1983 senesinde yazdığı gezi kitabı.  

Hukuk ve gazetecilik okuyan Marquez, üniversiteyi bırakıp, uzun yıllar gazeteciliğe devam ediyor. Kitapta, 1950’lerde gazeteci kimliği ile gittiği Doğu Avrupa’daki sosyalist ülkelere yaptığı seyahatlerde tuttuğu günlükleri okuyoruz. Seyahatine Doğu Almanya’dan başlayan, Çekoslovakya (o dönemki ismiyle), Polonya, Macaristan ve Sovyetler Birliği’ne uzanan maceranın kısa bir özeti bu kitap. Bu serüvende Marquez yolda tanıştığı kişilere ve dönemin toplumsal ve siyasi gelişmelerine dair çarpıcı tespitler ve yorumlar yapıyor. Tabii ki Gabriel Garcia Marquez’in kendine has üslubuyla.   

 “Sınıfların ortadan kalkması hayret verici bir şey. Herkes eşit, herkes aynı düzeyde, herkes kötü dikilmiş eski püskü giysiler içinde, ayaklarında kalitesiz ayakkabılar var. Hiç acele etmiyorlar, telaş yok, sanki yaşamak için her şeyi ağırdan alıp tüm vakitlerini kullanıyorlar. Burada da köylerdeki aynı saf, iyi kalpli ve sağlıklı kalabalık kitleler var ama devasa boyutlarda.”*

*Kitabın arka kapağından alıntıdır. 

 

Son Patron

Bu hafta Can Yayınları’nın yeni basım yaptığı bir kitabını kısaca tanıtmak istiyorum. Amerikalı yazar F. Scott Fitzgerald’ın ‘Son Patron’ adlı kitabının çevirisini Püren Özgören yapmış. Penguin Yayınları’nın 1965 yılki baskısı esas alınarak çevrilmiş. Ayrıca Son Patron, 1976’da sinemaya uyarlanmış, Kayseri Germirli bir Rum olan Elia Kazan’ın yönettiği filmin başrolünde ise Robert De Niro rol almıştı.

1896 yılında Minnesota’da doğan Fitzgerald, 1. Dünya Savaşı bitiminde reklamcılığa başlamış ve 1920’de “This Side of Paradise” (Cennetin Bu Tarafı) adlı ilk romanını yayımlamıştır. Yazarlık hayatı boyunca çeşitli dergilere öyküler de yazan Fitzgerald, 1940 yılında bu kitabını da tamamlayamadan vefat etti. 

Fitzgerald’ın bu kitabı aslında ümitsiz bir aşk hikayesini anlatıyor. 1930’larda Hollywood’da geçen bu ümitsiz aşk hikayesinin kahramanı yapımcı Monroe Stahr. Bizim için uzaktan büyülü, sihirli bir dünya olarak düşündüğümüz Hollywood’u Fitzgerald, ardındaki gerçeklerle, güç oyunlarının oynandığı ve hayal kırıklıklarının her an daimi olduğu illüzyon yaratan dünyasına ışık tutarak anlatıyor. Bu romanını tamamlayamasa da, 20. yüzyılın en büyük edebiyatçılarının maharetini taşıyor. Yazar, Stahr karakterinde tüm yaraları ve burukluğuyla yeni bir Gatsby yaratıyor. Amerikan rüyasının hayal kırıklıklarını göstermesi adına Fitzgerald, etkileyici bir dille aşkı merkezine koyarak Hollywood’u ele alıyor.  

"Stahr’la Kathleen’in bakışları buluştu, kenetlendi. Bir an, daha sonra hiç kimsenin cesaret edemediği bir biçimde seviştiler. Bakışmaları bir kucaklaşmadan daha yavaş, bir seslenişten daha acildi."*

*Kitabın arka kapağından alıntılanmıştır. 

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 04:14:58