A password will be e-mailed to you.

Çağdaş sanatçı Haluk Akakçe’yi kaybettik. Onu genel yayın yönetmenimiz Ayşegül Sönmez’le 2007’de yaptığı bir söyleşiden bazı bölümlerle uğurluyoruz…

Mükemmele yapılan yolculuk

Mevlana, içinde semazenlerin de yer aldığı Mevlevi tarikatını kuran, dönerek yaptıkları “Sema” dansını biçimlendiren bir şair ve sufiydi. Mevlevi geleneklerine göre “Sema”, zihinsel ve sevgisel yollardan geçerek, ruhani bir yükselişle “Mükemmel”e doğru yapılan mistik bir yolculuğu temsil eder. Bu yolculukta, arayışta olan kişi, sembolik olarak gerçeğe doğru döner, aşkla gelişir, egosunu geride bırakır ve “Mükemmel”e varır. Yolculuktan olgun bir biçimde geri döner. Böylece bütün yaratım sürecine aynı şekilde sevgisini sunabilir.

“İsmail Tunçbilek dinliyorum”

“Mesela en son kışın, İsviçre’deki agentim Brigitte ki çok önemli bir galerinin müdürü ve aynı zamanda yazar, ben, Küçük Emrah birlikte olduk. Çok sürreal, hiç biraraya gelmeyecek insanlar biraraya geldiğinde çok iyi şeyler çıkıyor. Ben popüler kültürle ilgileniyorum. Ben zamanımın sanatçısıyım. Eskiden çalışırken Bach, Blondie dinlerken şimdi İsmail Tunçbilek dinler oldum. “

“Güncel sanatçı diye bir şey olmaz”

“Türkiye’deki bu ayrım çok yanlış bence. Çağdaşı çağdaş yapan zaten güncel oluşu. Tabii ki ben çağdaş sanatçıyım. Güncel sanatçı diye bir şey olamaz.”

“Politik sanat örneklerini görüyoruz.”

“Bir sanatçının hissederek ve kendi içinden geldiği için bir işi üretmesi gerekiyor. Üretim nedeni topluma bir şey göstermek, ispat etmekse bunu kendi varlığını içine atarak yapması gerekiyor. Bence politik sanat adı altında fotoğraf makinesi alıp gidip çarpık kentleşmeyi, başörtülü kadınları çekip duvara koyan kişiler, sanatçı değiller. Bunun çok daha iyi örneklerini televizyonda, gazetelerde görüyoruz zaten. Sanatçı sadece ürettiği işte, kendi tarihini, bilgisini, tecrübesini, ümitlerini, mutluluğunu, sevgisini içine kattığı zaman ve kendine ait bir dili ile bunu anlattığı zaman özgün bir iş yapmış olur. Son on yılda ortadoğu ülkelerine ilgi artmaya başladı. Documenta’lar olsun, bienaller aracılığıyla, küratörler, egoları yüzünden, daha aykırı olabilmek için politik sanatı ortaya koydular. Bu genç nesil için hiç iyi olmadı.”

“Batı’dakiler özgürler”

“Benim dışında, sanatçıların büyük çoğunluğunun Ortadoğulu olup Batı’da olma nedenleri kadın hakları, islam baskısı, insan hakları ihlalleri, düşünce suçu gibi konuları ele almaları… Ama Batı’dakiler özgürler. Evindeki tuvaletten bahsederek bir hayal dünyası yaratacak kadar özgürler… Batı’dan olmayan herkes, yaşadığı coğrafyaya ilişkin bir çarpıklık bulup bunu Batı’ya deşifre etme yoluna gidiyor. Bu da bir projeye dönüşüyor artık. Sanat, duygusal bir şiir yazmak gibi bir şeyken tüm kişiselliğini, büyüsünü yitirip toplumsal bir projeye dönüşmeye başlıyor. Esasında çok yaratıcı bir ülkenin çocuklarını bu da kötü etkiliyor. İnsanın içinden çiçek resmi yapmak geliyor ama yapamıyor.”

“Grace Jones ile tanıştım”

“Hemen hemen Türkiye’de yaşarken tanışmak istediğim, hayranlık duyduğum insanlarla tanıştım. Lebbeus Woods diye yaşlı bir Avusturyalı mimar mesela ona Ankara’dayken hayrandım. Onunla tanıştım. Yemek yedim. Ne bileyim? 80’lerde Grace Jones’u beğenirdim. Onunla da tanıştım.”

“Artık tekniğim iyi”

“Mimari eğitimi aldığım için formal bir kendini tanımlama şekli biçimsel bir yaklaşım bende zaten hep vardı. Ama şimdi işte giderek bu biçimsel yaklaşım yerine benim teknik bilgime rağmen yerleştiriyor. Artık tekniğim iyi ve onu kontrol edebiliyorum. İşte bu yüzden dilim hiç olmadığı kadar özgürleşebiliyor…”

“Tutunabileceğimiz tek şey bireysel tarihimiz!”

“Baba tarafım Selanik göçmeni, anne tarafım Rusya’dan göçmüş. Babam klasik bale dansçısı. Benim özüm ne? Bohem bir ortamda büyüdüm. Nasıl gidip kilim desenli resimler boyayabilirim ki? Ya da kaligrafik videolar çekebilirim? Türkiye’de kimse balet denilen şeyin ne olduğun bilmezken benim babam baletti ve ben bunu arkadaşlarımdan saklıyordum. Bir gün sekiz yaşında filandım. Sınıf öğretmeni bağırdı: baletin oğlu sen, 365.. Nasıl utandım anlatamam. Yani şunu demek istiyorum. Hepimiz bir filan değiliz. Ortalama bir Türk yok. Hepimizin gerçeği birbirinden ışık hızı farklı. Ben Türk’üm, sen Türk’sün, Abdullah Gül Türk, Hüseyin Çağlayan Türk, Ajda Pekkan Türk… Kelimeler, eskisi kadar önemli sorumluluklara sahip değiller. Tanım çok değişken bir şey. Bir şeyi tanımlamak için yola çıktığın zaman başladığın noktadaki ruh halin vardığın noktadakinden çok farklı. Siyah olmak 100 yıl önceden çok farklı. İleride de çok daha farklı olacak. Tutunabileceğimiz tek şey kendi bireysel tarihimiz. Kendimizi tanımak.”

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 10:03:03