A password will be e-mailed to you.

Brüksel’de; Willebroek Kanalı’nın yanında Avrupa’nın en büyük araba fabrikalarından, Citroën fabrikası “KANAL Brussels” olarak yaratılmaya başlanmış. Şu an içerisinde deneysel sergiler, performanslar, farklı atölye ve sanatsal pratikler mevcut. Müze 2022 sonlarına kadar inşaata ve dönüşmeye devam edecek. 2023’un başında ise kendi kalıcı koleksiyonu ile tamamen açılması planlanıyor.

Şehirlerin merkezleri değişirken, merkezler genişleyip küçülürken, ya da bugünkü şehir anlayışında merkezlere zaten ihtiyaç kalmamışken; eskiden şehrin dışında kalan fabrikalar, depolar ve bu listeyi uzatabilecek örnekler dönüşüyor, değişiyor. Sanata adanan her yer yeterince değerliyken, sanayiye ve tüketime ait olan mega yapıların daha sürdürülebilir ve sanatsal projelerle insanlığa geri bağışlanması belki de yarınlara yokuş aşağı yuvarlanan insanlığa biraz dur durak ekleyecek.

Avrupa’da bu durumun farkındalığı ile farklı vergilendirme sistemlerinin ve devlet destek politikalarının da bu dönüşümlerde etkisi kritik önem taşıyor. Avrupa Birliği fonları da özellikle sanayi tesislerinin şehir içinde yeniden projelendirilmesine muazzam bütçeler ayırıyor.

Brüksel’deki dönüşüm hikayesi bu durumu çok güzel anlatıyor.

Devasa yapının geçmişi ve bugün edindiği sanatsal karakter ile kentsel yaşamın nasıl bireysel bilinç dönüşümlerine yol açabildiğini gösteriyor. Kentlerdeki yapıların hafızaları ve içinde yer aldığı toplumun ona yüklediği yaşanmışlıklar yeniden yazılmak istendiğinde sadece yapı değil o çevrenin yerlileri, insanlarla dönüşüm başlıyor.

Brüksel’de; Willebroek Kanalı’nın yanında Avrupa’nın en büyük araba fabrikalarından, Citroën fabrikası “KANAL Brussels” olarak yaratılmaya başlanmış.

1930’ların başlarında André Citroën aynı anda üretim ve sergileme yapma amacıyla arsayı satın almış. 35 bin metrekarelik devasa yapı, 2015 yılında “Urban Development Corporation (SAU-MSI)” (Kentsel Gelişim Kurumu) ve Brüksel Başkent Belediyesi ortaklığı ile uluslararası bir kültür merkezi yaratmak için satın alınmış. İlk 2 yıl fabrika tesis faaliyetlerine devam ederken SAU-MSI ve Kanal Vakfı, uluslararası yarışmalar ile alanın dönüşümü için mimari projeleri değerlendirmiş. Haziran 2019’da tamamen inşaatına başlanmadan öncesine “prefigurative year” demişler. Şu an içerisinde deneysel sergiler, performanslar, farklı atölye ve sanatsal pratikler mevcut. Müze 2022 sonlarına kadar inşaata ve dönüşmeye devam edecek. 2023’un başında ise kendi kalıcı koleksiyonu ile tamamen açılması planlanıyor.

Multidisipliner bir sanatsal habitat yaratma amacı ile oluşan Kanal, fabrikanın inşaatını, gerçekleştirmeyi planladığı sanatsal üretime uygun olarak kurgularken yer aldığı şehrin desenlerini içine alarak ilerliyor. Yapının 3 bölümü cam tavanlı ve birbirinden fiziksel olarak ayrılmış şekilde planlanmış ve bu 3 farklı alanın sanatsal teması farklı, kendine ait bir iklimi olacak şekilde yaratılması arzulanıyor. Mikro bölümlerde oluşan farklı karakterler ile aslında Kanal’ın kendisine ait bir sanatsal ekosistemi olması planlanıyor.

Pompidou ile ortak

Fabrikanın devasa büyüklüğü ve konumu ile yapılması mümkün olan projeler oldukça fazla. Ayrıca Kanal ve Pompidou 5 yıl sürecek bir ortaklık oluşturmuş. Kanal’ın kendi yıllık bütçesi 2 milyon euro iken, Pompidou’nun müze markası olarak tanınırlığı ve koleksiyonu ile çok daha uluslararası bir konuma hızlıca gelmiş.

Çağdaş sanata ayrılmış bölüm 8 bin metrekare, bu alanda da önümüzdeki 5 yılda Pompidou kalıcı sergiler düzenleyecek. Buna ek olarak ise 4 bin metrekare çok daha kısa süreli misafir/pop-up sergiler için ayrılmış. Performans mekanları, stüdyolar, workshop odaları ise ayrıca planlanmış.

27 Mart’ta Kanal’da Klara Festivali’ndeydim. 2004’ten beri Flanderlerin klasik müzik festivali olarak geçen organizasyon deneyimlediğim en değişik gecelerden biriydi. 19:00’da başlayan geceye katılmadan önce öğlen, festival yaratıcı ekibiyle bir araya geldiğimizde festivalin bu seneki konseptinin arkasındaki diyaloğu dinledik. “Biz klasik müziğin tabularını ve kurallarını sorgulamak istiyoruz; klasik müziğin dinleyicisinden çok fazla beklentisi var, resim çekme, hareket etme, gülme, düzgün otur, vaktinde gel, erken ayrılma. Ama dünya artık öyle bir formda değil, hareket ve dinamiklik her an bizimle. Daha önemlisi etkileşim ve deneyimi kendi kuralları ile oluşturma arzusu bizimde düşünme sınırlarımızı geliştiriliyor, değiştiriyor. 30-40 yaşları arasındaki seyirci grubuna neden gelmiyorsunuz diye soruyoruz, klasik müzik pahalı ve belirli bir zümreye ait görülüyor, biz de bu sene Kanal’da “young board” dediğimiz localar oluşturduk. Klasik müzik konserine gelen 30-40 yaş grubu, locasına kendi arkadaş ve misafirlerini ücretsiz çağırabiliyor’’

Sanat için dönüşen bir mekan

Kanal, Klara Festivali’nin bu sene yaratmayı arzuladığı sanatsal anlatım ve festival programı için çok uygun bir alandı. 4-5 saat süren gece de aynı anda farklı bölümlerde eş zamanlı konserler başlıyor ve bitiyordu. Klasik müziğin, tekno müzik ile farklı yorumları ve müzik aletlerinin teknolojik araçlarla değiştirilmesi ile daha önce duymadığınız sesler ile fabrikada gece boyunca istenilen “özgür” deneyim vardı. Girişte size verilen katlanan, taşıması çok kolay sandalyeler ile dinlemek istediğiniz konser alanına gelip orada seyirci olarak bulunmak istediğiniz süre kadar (free flow) kalabiliyordunuz.

Ayrıca fabrikanın farklı alanlarına yerleştirilmiş heykel ve enstalasyonlar tamamı karanlık olan binada ışıklandırmalar ile kendi içinde bir dekor gibi konserler arası yürürken fiziksel mekanın algısını sorgulatıyordu. Klasik müziğin kendi daimi dinleyici kitlesi olan orta yaş üstü grubun da sanki bir tekno festivalinde, biraz şaşkın kalabalığı takip ederek ama aynı zamanda “normal” olandan farklı bir gecede olmaktan mutlu, geç saatlere kadar eğleniyor olmasını gözlemlemekte ayrı bir keyifti. Özellikle farklı sanat pratiklerinin iç içe geçtiği ve dış dünyadan seni ayıran bir deneyim olması herkesin etkilendiği kısımdı.

Gece boyunca dinlediğim farklı müziklerin yanında, birçok kuralın ve olması gerekenin aslında çokta mühim olmaması ihtimali ile üretilen sanata yoğunlaşıldığında, arzulanan “farklılığın” oracıkta olduğunu gördüm. Kocaman kırmızı perdeli bir salonda, sahne ışıkları altında fraklı bir piyanisti, boş bir fabrikada kiremitlerin üstüne kurulmuş bir sahneye tercih eder miyim emin değilim. Ama hangisinin daha iyi olduğu sorusu ikisini de şehrinde deneyimleyebildiğinde değerli bence.

Kanal yavaş yavaş var olmadan önce kendi yerlisi ve ilgilisiyle tanışmaya, konuşmaya başlamış. Şimdiden çoğunlukla göçmenlerin yaşadığı bölgeye kamusal dikkat ve ilgi daha yakından çevrilmiş gibi.İstanbul’da da en son Mecidiyeköy’de 24 dönümlük likör fabrikası Pilevneli Galeri olarak açılmıştı. Her daim bir kaosun ve koşuşturmanın hakim olduğu Mecidiyeköy’e sanatın sakinleştirici etkisinin yayılmasını umut etmeli.

 

İLGİLİ HABERLER

Kusama’nın yeni selfie nesnesi: Narkissos Bahçesi

Kentsel dönüşüm hareketine ilişkin çıkışsızlık sarmalı

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 14:18:50