A password will be e-mailed to you.

İzmir’in kültürel dinamosu olmaya aday bağımsız mekânlarda bir süredir itinayla düzenlenmiş fanzin raflarına rastlıyorduk. Bu işin müsebbibi Efe Elmastaş ile yollar kesişince kahveleri koyduk, çerçeveyi alabildiğine geniş tutarak mevcut duruma baktık.

 Son birkaç yıldır fanzin formatının yaygınlaşarak popülerleştiğini gözlemliyoruz. Bu camianın farklı cenahlarıyla ilişkidesin; ülke sathına bakarak mevcut durumu bize anlatır mısın? 

Açıkçası, mevcut duruma bakarken iki noktadan hareket edilebileceğini düşünüyorum; bunları dilim döndüğünce anlatayım: Sosyal ağların gelişimiyle birlikte kişisel keşif ve duygu paylaşımının arttığını gözlemiyoruz. Bu ağların paylaşılan her şeyin bilinirlik oranını arttırdığı, büyüttüğü ise yadsınamaz bir gerçek. Böylesi ağlarda kimlik olarak kendini öne çıkarmak insani bir itki ve bu itki kişiyi yazmaya yönlendiriyor. Her zamankinden fazla okuduğumuz ve yazdığımız bir çağdayız aslında. Elbette ortaya dökülen içeriğin niteliğini sorgulamaya doğru gidebiliriz, bunu görmezden gelecek değilim ama özellikle yeni neslin edebiyat (okuma ve yazma) ile meşguliyeti ortada. 

Buna ek olarak, kişisel blog ve yazarlık portallarının yazar, okur sayısının her geçen gün arttığını görüyoruz. Wattpad gibi seri öykü yazımına yönelik tasarlanmış sitelere yazan ve bu tür siteleri takip eden kullanıcılar bir hayli fazla ve bunların çoğu oldukça genç. Tıklanma oranlarını bırakalım ve sayfada kalma sürelerinin kısalığını bir kenara koyalım; şu kesin ki karşımızda haz noktasını edebiyatla karşılayan bir kitle var. Bu hareketlenmelerin sayısal anlamda çoğalan ve tiraj bakımından artış gösteren popüler dergilere karşı bir cevap olduğu düşüncesindeyim. Buna bağlı olarak, yeni çıkan edebiyat dergilerinin sayısı da günden güne artıyor. Basım, dağıtım, aracı kurum maliyetleri söz konusu olduğunda, günümüz dergiciliğinin bir değişim içinde olduğu göz ardı edilmez bir gerçek. Bir yayınevinin, kurumun veya derneğin desteğini almadan, satış kaygısı gözetmeksizin, reklâm peşinde koşmadan sürdürülebilir yayınlar üretmek ne yazık ki kolay değil. Çok kazandırıyor veya kazandırmıyor; bu ayrı bir konu ama özde sistemin dayattığı bir ticari mekanizma var. Yüksek edebiyat takımıyla kafakol ilişkileri olmayan ortalama bir yazarın sözünü ettiğim türden dergilerde kendine yer bulabilmesinin ne kadar sıradışı bir olay olduğunu da kolayca fark edersiniz. Çoğu dergi gönderilen mailleri ya hiç okumadan ya da üstün körü okuyup siliyor. Üstelik kendilerine ulaşmaya çalışan yazarlara olumsuz da olsa geri dönüş yapma zahmetinde bulunmuyorlar. İşte, ikinci nokta bu:  Birkaç kişi birleşiyor; yazdıklarını çizdiklerini okurla buluşturma istenciyle kâr amacı gütmeyen ufak girişimlere soyunuyor. “Biz de yazıp kendimiz basalım, dağıtalım. Okuyan okusun” düşüncesiyle işe koyuluyorlar.

Okurluk – yazarlık-çizerlik oranı arttığı gibi ürettiklerini yayınlatmak için çaba sarf edenlerin sayısı da bir hayli fazlalaştı. Bu tespitimi ortalama bir derginin mail kutusuna bakan birisine sorup teyit edebilirsiniz. Tür olarak baktığımızda edebiyat öne çıkıyor olsa da müzik, tribün, çizgi, hâtta fotoğraf üzerine fanzinler mevcut. Çok sesli bir orkestra alemi… Birçoğu ya fanzini sonradan keşfediyor (ki ben de bu toplama dâhilim) ya da fanzin kültürünün bağlamlarından uzak yayın pratikleri yürütüyor. “İzinli olunca dergi, izinsiz olunca fanzin. İzinle falan uğraşmayalım, o zaman fanzin olalım” kafası yaygın. Bu yolla fanzin, kitlesel anlamda tekrardan keşfediliyor. Keşif diyorum çünkü ortaya çıkan birçok işin dergi mantığıyla kotarıldığını görüyoruz. Editörler, genel yayın yönetmenleri, hâtta mülki amirlerle kafa kafaya gelmemek için fanzinine bandrol, ISBN kodu alanlar var. Bu, bir yanıyla güzel ve masum; aynı zamanda fanzin kültürünü “sistem”e entegre ettiği için kötü bir şey. İnsanlar yazma dürtüsüyle yayın çıkartmaya yöneliyor ve kâr amacı gütmeden basma, yayma iradesini gösteriyorsa ne mutlu. Edebi anlamda da bir zenginlik yarattığı kuşkusuz ama sadece “fanzin dediğin budur” demek, geçmiş birikimlerin hakkını yemek gibi geliyor bana. Fanzinin ortaya çıkış saiklerini ve tarihsel gelişimini, toplumsal açıdan nerede durup neye yaradığını görmezden gelmemek lâzım. İngiltere ve Amerika başta olmak üzere, Avrupa’nın diğer ülkelerinde ve Türkiye’de sisteme, “züppe edebiyatı”na dirençli; karşı kültür duruşuyla durmadan ve yeniden kendini var eden, baskıya karşı dimdik kalabilen, yasaklara rağmen basmayı ve yaymayı teşvik eden bir tarihsel izleği yok sayıp, fanzini günümüz koşullarının üretim biçimlerine sıkıştırmak doğru değil. 

Toparlayacak olursam, Türkiye’de fanzinin 90’lardan sonra yeniden popülerleşmesinin sistemin meydana gelen her şeyi hızlıca içine katma ve metalaştırma eğilimine bir tepki olduğu düşüncesindeyim. Bunu da olumlu buluyorum. Bir insan, yazma edimini haftada altı gün, günde on iki saat çalışmasına rağmen sürdürüyorsa, bir öğrenci yemek parasından arttırdığını (ki işin içine biraz girecek olursanız bu çabanın ne kadar maliyetli olduğunu göreceksiniz) fotokopiciye yatırıp elinde zımba makinesiyle sabahlıyorsa, kimseye yaranmadan ve yalakalık yapmadan özgürce öyküsünü şiirini basmak peşindeyse bundan daha kutsal bir çaba olabilir mi? 

Yayın periyodu yaklaşımları ve öne çıkan şehirler hakkında neler söyleyebiliyoruz?

Aylık olarak çıkarmayı deneyenler olsa da genellikle düzenli periyod kaygısı gütmeden yayınlayanlar çoğunlukta. Elbette böylesi bir nefeslik çıkışlar, zaman içinde ekipteki kişilerin yorgunluğu dolayısıyla son buluyor. Senelerdir, engellere rağmen basmaya devam edenler de mevcut. İstanbul, İzmir ve Ankara, fanzin üretiminde başı çeken şehirler; diğer illerde de tek tük ısrarcı bir devamlılığı sağlamış fanzinler var. Eskişehir, Bursa, Urfa, Adana, Sivas, Bolu ilk aklıma gelen şehirler. 

Diğer yandan, fanzin hareketinin daha çok il üzerinden değil, birey üzerinden yürüyen bir hareket olduğunun altını çizmek lâzım. Başı çeken kişi neredeyse, nerede yaşam kuruyorsa çıkardığı fanzin de o şehirde hayatına devam ediyor. İlkin İstanbul’da ortaya çıkan, ardından başka illerde hayatına devam eden fanzinler var meselâ.  

Merceği İzmir’e doğru tutarsak, buralarda durum nedir?

Şehrin geçmiş dönemlerine bakarsak, Sokak Edebiyatı ve İzmir Yer6 Distro sayesinde fanzin konusunda yerleşik bir algı var. 2000 yılında Girdap’ın tek kişilik girişimiyle başlayan Sokak Edebiyatı, zaman içinde yeni katılımlarla çoğalmış, birçok fanzin basmış, çeşitli illerden ve ülkelerden fanzinleri İzmir’e taşıyarak bir bellek oluşturmuş, hâtta kısa süreliğine de olsa sadece bu alana odaklanan bir dükkân açma iradesi göstermiş, sayısız masa ve işporta dizmiş bir oluşum. 90’ların Anarko Punk-Metal kafasına yakın bir damar.  Şu an her ne kadar farklı kollara ayrılıp devam ediyor olsalar da (Hakkımız Yayıncılık-Etrafi, İzmir Fakin Distro – Paslı Teneke), söz konusu fanzin olduğunda net çizgiler çizmek oldukça güç.

Kuşku yok ki yukarıda bahsettiğim dönemle birlikte çıkan yeni akım fanzinler bu kaynaktan beslendi ve özde barındırdıkları farklılıklar üzerinden yeni sentezler yarattı. Bugün kendi açtıkları kanallardan yollarına devam ediyor, birçok şehre gönüllü dağıtıcılar aracılığıyla fanzin yollayarak okura ulaşma çabasını sürdürüyorlar. Buna örnek olarak bizim çıkardığımız Sıvadık Fanzin ve Mevzular Derin Fanzin grubunu sayılabilirim. Devamında gelen Upon Semt, İspirto Fanzin, Solo Fanzin ve GorbZine, İzmir merkezli çıkışlara verebileceğimiz örnekler. 

Her ne kadar İzmir’de bir fanzin ortamı olsa da bu ortamın etkileşime geçtiği kitle bence beklentilerin altında. Onu bırakın; bazı kitap kafeler ve kitapevleri, fanzin olgusundan bihaber. Bu durumu değiştirmek adına şehirdeki fanzinler olarak bir araya gelip Fanzin Apartmanı adlı grubumuzu kurduk.  Bu grubun ana misyonu, öncelikle fanzini bilinir kılmak ve Türkiye’de hayatına devam eden fanzinleri bir araya getirerek okurla buluşturmak. Birçok fanzin ve yazar gönüllü olarak bize destek verdi. İzmir’deki faaliyetlerimize fanzin masaları açarak başladık. Arkasından bir belgesel çekimine giriştik ve şehrin fanzinlerine sorular yönelttik. Bu belgeseli yakın zamanda tamamlayıp gösterime sunacağız. Şimdiki önceliğimiz, günümüz fanzinlerinin en büyük sorunu olan dağıtım mekânı sıkıntısını çözmek. Bunun için şehirde bizim görüşümüze yakın, fanzinlere ev sahipliği yapabilecek mekânlarla anlaşıp fanzin noktaları kurmaya uğraşıyoruz. Hâlihazırda üç noktada varız: Junker Kafe (Alsancak), Mekan Antidepresan (Alsancak), İro Kafe (Bostanlı). Daha da yaygınlaştırarak devam edeceğiz. 

Bir sonraki adımımız ise müzikli etkinlikler düzenleyip fanzin okumaları yapmak. Bu, fanzinle yolları kesişmiş veya kesişmemiş okurun başını fanzine çevirmesi için tasarlanmış bir adım. Kafamızda daha çok şeyler var, bakalım neler olacak…       

Görünen o ki; fanzinler arasında da bazı ayrışmalar, cepheleşmeler var. Bu ayrışmaların temel sebepleri hakkında bilgi verir misin?

Bu sebepleri aşağıda başlıklar hâlinde sıralamadan önce, en başta gelen sorunun fanzinlerin birbirini okumaması olduğunu söylemeliyim. Her ekibin bir ruhu var ve diğerini okumadan, tanımadan, takip etmeden bu kültürü büyütmek, genişletmek mümkün değil. Bizler birbirimizin rakibi değiliz, bazı yazanların önce bunu anlaması lazım.

Fanzinciler arasındaki ayrışmaya neden olan üç ana gerilim hattı olduğunu düşünüyorum:  Birincisi karşıtlık, ikincisi popülistlik, üçüncüsü parasal mevzu. Aslında birincisi ile ikincisi aynı başlık altında toplanabilir ama günden güne farklılıkların keskinleşmesiyle bu hatların birbirinden ayrıldığı düşüncesindeyim. Geriye kalan ayrışmalar ise sadece ego çatışmalarından ibaret. 

Birinciden başlarsak, fanzin kültürünün temelinde yatan sistem, toplum, ahlâk ve din karşıtlığı, geçmişten günümüze gelen uluslararası ve kocaman bir miras. Eskilere bakacak olursak dil, ton, söylem şiddeti ve ifade tarzları, bugünkünden biraz farklı. Eskiden yazarlar bizzat yeraltındayken, bugün yazı içindeki vurgu yeraltında duruyor. Artık okuyanın kazıyıp görebileceği bir kabullenmeyiş, kendini ait hissetmeme durumu hâkim. Yalnızlık, her zamankinden daha çetin ve dikenli. Yazının geldiği bu noktayı günümüzün çok sesliliğine ve anlam karmaşasına bağlıyorum. Önlerine konulan bulamacı yemeye zorlanan birey ve reddeden aklın, hislerin bulantılı bir çıktısı… Durum böyle olunca da eskinin keskinliği ile günümüzün bulanıklığının çakıştığı bir noktaya geliyoruz. Sürekli sorulan “bu da fanzin mi” sorusu var. İster okursun, ister okumazsın ama günümüzün fanzini bu.

İkinci başlık, dediğim gibi ilki ile direkt olarak bağlantılı. Popülerlik ve popülistlik arasındaki ayrışma: Öncelikle popülerlik ile popülistlik arasında bir ayrım yapmanın yerinde olduğunu düşünüyorum. Meselâ kendi şehrinizde severek takip ettiğiniz, yerel ya da alternatif müzik yapan bir grup var ve bu grup dar da olsa bir dinleyici kitlesine sahip. Kendi tınıları ve sözleriyle harika bir uyum yaratıyorlar. Eğer bu grup daha geniş kitleler tarafından fark edilir, müziğini kendi çizgisine sadık kalarak üretmeye devam eder (ki en büyük kırılma yaratan bu) ve böylece popülerleşirse bunda kötü bir durum yok. Buna karşın bahsedilen grup kitlelerin dikkatini çekmek adına piyasaya yönelik müzik yapmaya başlar ve öz duruşundan tavizler verirse o zaman popülist olur. Çünkü özüne ve üretmek istediği müziğe rağmen, menfaati uğruna sanatını feda ediyor. Fanzinlere dönüp bakınca durumun bundan pek farklı olmadığını görüyoruz. Kötü örnekler (fanzinlerini dergiye dönüştürerek daha önce reddettikleri satış, reklâm, sponsorluk işlerine dalanlar, satış kaygısıyla popüler edebiyat dergilerini aratmayacak işler yapanlar)  fanzincileri ön yargılı ve saldırgan bir hâle getirdi. İyi niyetli yapılan birçok iş, ortada ufacık bir menfaat yokken aşağılandı. Kuşkusuz bu da bazı gerilim noktaları yarattı. Kendi adıma; fanzin olgusunun popülerleşmesine karşı değilim. Kenarda, köşede, kısıtlı bir çevreye hapsedilmesinde de anlam göremiyorum. Birçok özveriye katlanarak cümlelerini sokaklara savuran bizlerin “aman çok kişi okumasın” kafasında olduğu kanaatinde de değilim; tabii ki kendi yazmak, çizmek istediğinden taviz vermemek şartıyla. Eğer insanlar kendilerini fanzinde bulup anlamlandırıyorsa ve fanzinler duruş ve bakışlarından taviz vermeksizin dikkatleri kendi üzerlerine çekebiliyorsa ne mutlu!

Üçüncü başlık ise şu: Fanzin paralı mı olmalı, parasız mı? Burada çeşitli algı farklılıkları var. Öncelikle, söz konusu olan kâr amacı gütmeyen bir yayın. Bu, fanzinler için asla bir tartışma konusu olmadı ki varlık noktasıdır. “Bedava mı dağıtılmalı”, “okurdan sadece baskı maliyet mi alınmalı” veya “mütevazi bir eder mi talep edilmeli” gibi sorular her dönem gündemde. Her fanzin, bu üç sorudan birini seçip kendine göre cevaplayarak yola çıkıyor. Basım maliyetleri aşağı yukarı aynı olduğundan, dergi fiyatına raflara koyulan fanzinler zaten sırıtıyor. Bu gibi girişimlere de en büyük tepki okurdan geliyor. Bu tepkiler de zamanla şu soruyu büyütüyor: “Fanzin paralı mı olur?” 

İşin aslı; bir itirafta bulunmam gerekirse fanzin işinde tek kazançlı çıkan, fanzinlere raflarında yer açan kitapevleri. Ederli veya edersiz; fanzin asla gelir getirici bir şey değil ve parasal anlamda beklentiniz varsa bu zaman kaybı. Hele başka şehirlere gönderim yapmayı hedefliyorsanız ve bütçeniz yetersizse kısa sürede bu hevesten cayarsınız. Yani sokakta limon satılsa daha kârlıdır, bu kadar net. Üreteni için üzerine yazılan fiyat, aslında fanzinin raflarda veya masalarda çöp muamelesi görmesine engel olmaya yarıyor. Çünkü günümüz insanı elindeki yayına fiyatı üzerinden bir değer biçtiği gibi bedava olanlara broşür muamelesi yapıyor. Bunu şahsen defalarca deneyimledim, kendi gözlemlerimin sonucudur. Bu sebeple en azından kargo bedelini karşılayacak bir geri dönüş almak ve fanzini raflarda tutabilmek için üzerine fiyat koymak lâzım. Burada şahsi düşüncem şudur: Okur, fanzinin paralı mı parasız mı olacağını düşünmeden, önce ona verdiği değeri ölçümlemeli. Yoksa fanzincinin göğüslediği maliyetler onun biçtiği değerin her hâlükârda çok çok üzerinde. Bu sebeple Fanzin Apartmanı olarak, fanzin noktalarımızda böyle bir kargaşa yaşanmaması adına, ortaya bir kumbara koyduk ve okurdan katkı beklediğimizi belirttik. Ederi olan veya olmayan her fanzini stanttan almak serbest ve katkı miktarını tamamen okurun inisiyatifine bırakıyoruz. Toplanacak paralarla hem yereldekilerin hem diğer illerden gelen arkadaşların yüklerini ufak da olsa üzerlerinden alma gayesindeyiz. Bakalım…

Dağıtım ağları nasıl çalışıyor? Bu ağın genişleme yöntemlerine dair öneriler var mı?

Dağıtım ağı kurmak belki de işin en zorlu yanı. Tamamıyla gönüllülük esasına dayanan bir yapı olduğu için işleyiş ve süreklilik bazen çok sıkıntılı olabiliyor. Ancak internet üzerinden bağlantıya geçtiğiniz veya göndereceğiniz ilde fanzin basan kişiler üzerinden başka illere ulaştırabiliyorsunuz. Onlar da fanzinleri uygun gördükleri, kabul eden yerlere bırakıyor. Bazen kargo masrafları öyle yükseliyor ki basım maliyetiyle kafa kafaya geliyor. Biriyle tanışıyorsunuz, “gönder abi burada beş mekân var, ben dağıtırım” diyor; gönderiyorsunuz ve kargo bir hafta sonra geri geliyor. Üstüne de iade maliyetini ödüyorsunuz. Bu konuda sıkıntılar çok. Paralı fanzinlerin de gönderdikleri ildeki satıcılardan tahsilat yapması zor. Fanzin, meçhule giden bir emektir. 

 

Fanzin Apartmanı olarak dağıtım noktalarından bir tür stand üretmesini talep ediyorsun. Oluşumun isminde geçen apartman kelimesi bu standın yapısından mı kaynaklanıyor?

Fanzin Apartmanı olarak iletişime geçtiğimiz mekânlardan talep ettiğimiz bir raf formatı var. Yapımı çok kolay, kullanışlı ve duvarda yer kaplamayan bir düzenek.  Apartman görünümünü andırdığı doğru ama asıl amaç, her bir fanzinin kolayca görünüp seçilebilmesini sağlamak. Köşede atılı duran bir fanzin yığını, hiç de görmek istemediğimiz bir tablo. Fanzin görülsün, okunsun, dilden dile dolaşsın ve paylaşılsın istiyoruz. Burada yazan birileri var:) 

“Cut up” (kes yapıştır) tekniğini kullananların oldukça azaldığını, kolajın neredeyse tamamen terk edildiğini ve fanzincilerin genelde mizanpaja yöneldiklerini gözlemliyorum. Ne dersin? 

Elbette “cut up” fanzin basmaya devam eden arkadaşlarımız var ve çok renkli işler çıkarıyorlar. Özellikle renkli fotokopinin yaygınlaşması ve eskiye nazaran daha ucuz olması, sayfalarında vermek istedikleri görsel çarpıcılığı, canlılığı okura sunmaya yarıyor. Tıpkı 90’lardaki gibi siyah beyaz ve estetik kaygı gözetmeksizin fanzin basanlar da var. Bence her türlü güncel imkâna rağmen “cut up” çalışmak, gördüğünü kesmek, biriktirmek, montajlamak; o Uhu kokusu, parmakta kalan yapışkan iz, apayrı bir tutku.

Bilişim çağı ve gelişen teknoloji, müzik de dahil olmak üzere bağımsız üretim pratiklerini baştan tanımladı ve paylaşıma ilişkin formları tamamen değiştirdi. Kuşkusuz ki bu değişimden fanzinler de etkilendi. Eskiden dergilerden, gazetelerden, broşürlerden veya fotoğraflardan kesilerek üretilen kolajlara, el yazısı veya daktilo edilmiş metinlere yer veren, fotokopiyle çoğaltılan fanzinler artık dijital sahaya geçti. Sayfalar, Word başta olmak üzere birçok dizayn programıyla kolay ve temiz bir şekilde hazırlanabiliyor. Ayrıca eldeki materyale bağlı kalmadan, internetten bulduğunuz bir görseli, gerek üzerinde istediğiniz gibi oynayarak, gerekse olduğu gibi kullanabiliyorsunuz. Uzak mesafedeki bir çizer arkadaşın çizimleri anında elinize ulaşıyor. Bilinen eski şekliyle bir sondan, bir baştan sayfa dizme karmaşası da ortadan kalktı. Artık sayfa numarasına göre dizilmiş bir PDF dosyasıyla kitapçık formatında baskılar yapabiliyorsunuz. 

İşin özeti şu ki; güncel imkânlar fanzin basımını kolaylaştırmakla beraber sanatçıya zihninde canlandırdığı görsel dili özgürce kâğıda dökme şansını veriyor. Tabii bu derece “herkes tarafından yapılabilirlik”, bir noktadan sonra içeriğin fanzin temeline ne kadar uygun olduğu tartışmasını da beraberinde getiriyor. Söylediğim gibi günümüzde yazan çizen üç beş kişinin bir araya gelerek biraz özveriyle kendi fanzinini meydana getirmesi gayet kolay ama bu her şeyi mümkün kılan olanaklar ne miktarda nitelikli ürün ortaya çıkartıyor; işte o da okurun, fanzini basanın ve takip edenlerin özelinde kalan bir tartışma.

Daha fazla yazı yok
2024-04-26 18:06:51