A password will be e-mailed to you.

"Fantastik edebiyat, onu okuyan herkese bir yanına ejderhaları, diğer yanına ağaçtaki bir kovukta yaşayan hobbitleri alarak hayatının her alanına nüfuz etmiş iktidara karşı direnmenin alternatif yollarını sunuyor." Ezgi Altun’dan fantastik edebiyata övgü…

Yüzüklerin Efendisi – John Howe

Yaşadığımız yeni dünya düzeninde, iktidarın hayatımızı mikro ve makro düzeyde ne denli denetim altında tuttuğu gerçeği tartışılacak bir konu olmaktan elbette çıkıyor. Her güçlü sanat dalı gibi edebiyat da bu noktada payına düşeni aldı ve iktidar, süpermarketlerde indirimdeki çamaşır suyuyla beraber alabileceğimiz best-seller kitap ürünlerini tüketicisine sunuyor. Bahsedilen bu kitaplar, kültür endüstrisinin parçası olmuş her şey gibi birer ürünler ve sadece tüketilmeyi bekliyorlar. Ancak iktidarın kendini belli ettiği her noktada doğal bir süreç olarak muhalefet de kendini gerçekleştiriyor. Edebiyatta süregelen muhalif tavırdan bahsederken çoğu zaman atlanılan ve okuyucusunu gerçeklikten kopardığı için kaçış edebiyatı olarak itham edilen fantastik edebiyatın sunduğu iktidar eleştirisini de anlatmak gerekiyor. Benim bu yazıda -izninizle- kafanızı şişireceğim konu da tam olarak bu zaten. Fantastik edebiyat, onu okuyan herkese bir yanına ejderhaları, diğer yanına ağaçtaki bir kovukta yaşayan hobbitleri alarak hayatının her alanına nüfuz etmiş iktidara karşı direnmenin alternatif yollarını sunuyor. Nasıl olduğunu hemen anlatayım.

Direniş tanımının, karşılığını daima kitlesel hareketler olarak bulduğu göz önüne alınırsa fantastik edebiyatın kabul edilen direniş biçimlerinden çok daha farklı bir boyut sunduğunu söyleyebiliriz. Çünkü bu edebiyat türü öncelikle iktidarın gözetiminde yaşayan ve artık günümüz dünyasında iktidarı içselleştirmiş hale gelen insanlara seslenir. Başkaları tarafından oluşturulan ve yine başkaları tarafından öğretilen toplumsal normların ortasında bir hapishanede kalmış ve çoğu zaman modern toplumun hızlı akışı içinde kendini unutmaya varan bir hayat yaşayan bireye bir kaçış yolu gösterir. Bu da bir direniş biçimidir. Bu noktada Tolkien’a sırtımızı dayamak istersek eğer: “Kaçıştan en çok kim korkar? – Elbette gardiyanlar.” sözünü hatırlamamız yeterli olabilir bizler için. Fantastik edebiyatın sunduğu ve okuyucusunun her sayfa çevirişinde kabul ettiği bu kaçışın sonunda, kısa boylu sıradan hobbitlerin ejderhaları yendiği, kadın direniş liderlerinin anarşist bir yaşam kurduğu coğrafyaları gezdikten sonra tekrar öğretiler dünyasına döndüğünde okuyucu da bir miktar değişmiş olur. Çünkü, başka bir dünya mümkündür. Bunu bilir. Kendisinin farkına varabilmesi uzun süredir engellenen okuyucu, fazlasıyla sıradan ve mütevazi hayatlar yaşayan kahramanların dönüşümüne şahit olur ve kitapların karakterleri ile kurduğu empatiyi, o kaçışın sonunda gerçek dünyaya geri getirir.

Ursula K. Le Guin, fantastik edebiyatı gerçeklikten uzak duruşu nedeniyle okumamayı tercih edenlere sitemlerini şöyle dile getiriyor: “Ejderhalardan korkarlar, çünkü özgürlükten korkarlar.” Elbette, her sabah işine ya da okuluna giderken kuşandığı özgürlük yanılsamasını iliklerine kadar hisseden modern insan, fantastik edebiyat eserlerinde sunulan ve sadece insanoğlunun özünde bulunan hayalgücüne dayanarak kurgulanmış tüm diğer dünyalardaki hakiki özgürlükten korkabilir. Bu kurmaca özgürlük tabii ki hakiki. Çünkü her şeyin öğretildiği bir yaşam süren insana çemberinden dışarı adım attığında değişebileceğini gösteriyor. Yaşadığı dünya böyle olmak zorunda değil. Kendisi de böyle olmak zorunda değil. Fantastik edebiyat eserlerinin sayfalarında sıradanın güzelliğine olan övgüyü okurken, her zaman daha fazlasını istemesini ona emreden tüm mutlak doğruları sorgulayabilir. Ve artık zihinlerin içine işleyerek hayatını sürdürebilen iktidara karşı, kendi farkındalığının değerini kavrayan insanoğlu, gelişecek olan muhalif tavrın da ilk başlangıcı olur.

Çünkü sen hobbit kovuğundan dışarı çıkmaya karar verirsen, her şey değişecektir.

Tüm bunları anlattıktan sonra her sayfa çevirişimizde bize başka dünyaların mümkün olduğunu gösteren birkaç karakterden bahsetmezsek ayıp olur sanırım. Sınırlarını hayalgücüyle kuran bu edebiyat türünde şimdi kimi anlatsak diğerinin gönlü kalacak -benim de diğerlerinde aklım kalacak aslında- ama naçizane “boyuna posuna bakmadan serüvene atılan karakterler” seçkimi merak edenleri sayfanın aşağısına davet ediyorum.

Bilbo Baggins ve Frodo Baggins (Hobbit ve Yüzüklerin Efendisi – J.R.R. Tolkien) : Tabii ki listemizin başını Baggins ailesine ayırıyoruz. Hiçbir şeyin fazlasında gözü olmayan Orta Dünya’nın bu mütevazi karakterleri, aslında yine sadece hiçbir şeyin daha fazlasını istemeyerek bizlere, beraber serüvene çıktıkları arkadaşlarına ama en çok da kendilerine hayata farklı bir yerden bakmanın güzelliğini gösteriyor.

Ged (Yerdeniz Serisi – Ursula K. Le Guin) : Yerdeniz evreninde sıradan bir çoban olabilecekken, Ged için yazılmış tarih bu iken, kendi içindeki gücü keşfeden bu karakterimiz ise, genç yaşında fazla cesur olmanın ya da sadece genç olmanın ne demek olduğunu gösterir bizlere. Çünkü büyümek yılların size nasıl davrandığı ile değil, sizin kendinize nasıl davrandığınızla ilgilidir.   

Coraline (Coraline – Neil Gaiman) : Kitaba ismini veren karakterimiz Coraline, farklı diyarlara açılan kapıları bulan, kedilerle konuşan, sadece kendini değil dinlediğimiz hikayedeki herkesi kurtarmayı amaçlayan küçük kadın karakterimiz, sadece boyuna posuna değil, yaşına da bakmadan serüvenlere atılıyor. Ve sanırım bu yüzden de Coraline, çevremizdeki tüm çocukların başucuna bırakmamız gereken bir kitaba dönüşüyor. 

Guorin (Perg Efsaneleri – Barış Müstecaplıoğlu) : “Zalimleri yenmek için onlar kadar güçlü mü olmak zorundayız?” sorusuna gürültülü ama içten bir “Hayır! Ne münasebet!” cevabını zaten Orta Dünya’da inim inim inleterek vermişken, Guorin’in yardımı ile, bu cevaba “yaptığımız hatalarla beraber daha da güzeliz.” diye devam da edebiliyoruz.

 

John R. Isidore (Android’ler Elektrikli Koyun Düşler Mi? – Philip K. Dick) : John’un burada ne işi var diyebilirsiniz. Hemen açıklıyorum. Philip K. Dick’in zihnimizle yine adeta bir hallaç pamuğu gibi oynadığı kitabı Android’ler Elektrikli Koyun Düşler Mi?’yi okuduğumuz her dakika “Ben kimim? O kim? O mu Android? Ben mi insanım? İnsan olmak bir nedir şimdi acaba?” diye sayıklarken kontrol grubu olarak ben hep John R. Isidore’a güvendim. Çünkü John karakteri lekelenmemiş bir insan olmanın tam karşılığı olarak kitapta bulunuyor. Empati, insan olmanın en önemli kanıtı iken, John bize basit düşünen kafası ve temiz düşünen ruhu ile empatiyi tekrar hatırlatıyor. Philip K. Dick, ileride ihtiyacımız olacağını düşünmüş olmalı. Emin değilim.

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 05:13:30