A password will be e-mailed to you.

The Nails grubunun vokalisti Marc Campbell, Lou Reed’i anlatıyor.

Çeviri: Hale Eryılmaz

Velvet Underground’ın ilk albümünü dinlediğimde 16 yaşındaydım ve Fairfax, Virginia’da yaşıyordum. 1967 senesiydi; beni ölü deri gibi sarmalamış gençliğin varoş hüznünden sıyırabilecek her şeye hazırdım. O albümü dinlerken ne dinlediğimle ilgili net bir fikrim yoktu ama öyle vahşi bir rock and roll tarzı vardı ki adeta içime kazındı, benliğimi değiştirdi.

Velvet Underground’ın müziği kelimenin tam manasıyla çarpıcıydı. Şarkıları sanki atom altı parçacıklardı da hücrelerimi doygunlaştırıp beni yeni bir varlığa dönüştürüyordu. Aralıksız 18 saat boyunca bir yandan bennies (benzedrine) atıştırarak o albümlerini dinledim. Müzik etrafımda ve içimde uğuldar, vızıldar, kabarıp kıvılcımlanırken ben de tahta bir zemin üzerinde oturuyor, yerde daireler çiziyordum.

Velvet Underground’ın müziği, William Burroughs’ın kelime virüslerinden birinin ya da “akli dengesizlik” konumundaki Rimbaud şiirinin elektronik eşdeğeriymişcesine beni sonsuza dek ele geçirmiş ve beynimi allak bullak etmişti.

O şatafatlı karanlık beynimi ele geçirmiş, Doktor Frankenstein’ın Warholvari yeminini mırıldanıyordum: “Ölümü bilmek için Otto, hayatı safra kesesinden becermen lazım.” Reed, John Cale, Sterling Morrison, Maureen Tucker ve Nico beni yeniyetme bir Frankenstein’a dönüştürüyorlardı ve ben müthiş bir tutkuyla kendimi “ölümcül arzuların et çukuruna” sokmaya hazırdım. Sadece 16 yaşındaydım ama nasıl edepsiz olunur iyi biliyordum.

Bir yıl öncesinde The Fugs, beni The Velvet Underground’ın icra ettiği operasyona hazırlamıştı ve şimdi dönüşüm tamamlanmak üzereydi. Varoşun konforunu,  ölümcül durgunluğunu, New York şehrinin yabani caddeleri için terk edip West Houston’da bir travesti ve benden aylar önce varoştan çıkmış firari bir arkadaşımla paylaştığım bir apartman dairesine konuşlandım. Sokaklar genç hippiler, rockerlar, garip tiplerle doluydu ve ben kendimi hemen evimdeymiş gibi hissetmeye başladım. Bu öyle bir dünyaydı ki hepimiz erkeğimizi bekliyorduk; artık bir torbacı mı olur, guru mu olur, aşığımız mı olur yoksa hepsi birden mi olur bilinmez. Seni uçuracak, ya da idare ettirecek ya da sadece yaşadığın için neşelenmeni sağlayacak bir şeyler aşırdığında hissedilen gergin bir beklenti vardı havada. Bu beklentinin kendisi oldukça yüksekti ve The Velvet Underground’ın bir şarkısına çok benziyordu.

Hey baby, don’t you holler, don’t you ball and shout
I’m feeling good, I’m gonna work it on out
I’m feeling good, feeling so fine
until tomorrow, but that’s just some other time
I’m waiting for my man
I’m waiting for my man
I’m waiting for my man
man-man-man-man-man-man-man

Bir sanatçı olarak Velvet Underground’dan esinlenmiş, onun tarafından şekillendirilmiş olsam da şarkı yazarı olmak istememe sebep olan Lou Reed’in kendisiydi. Onun “Transformer” albümü adını hak ediyor zira beni, olmak istediğim ama olabileceğimi hiç düşünmediğim bir konuda cesaretlendirdi.

Lou büyük bir şarkıcı değildi, ben de değilim. Ne olmuş yani. O, şarkı yazarlığını kolay bir şeymiş gibi gösteriyordu. Değildi ama. Lou, gündelik gerçekliği alıp içinde onu sıra dışı yapan ritmi bularak şarkı sanatını erişilebilir kılıyordu. Warhol’un çorba kâseleriyle yaptığı gibi. Şekli, rengi, özündeki “sıradanlığı”. Hayatta sanat dışı hiç bir şey yok. Belirli açılardan bakınca bok bile parıldar.

Lou ıvır zıvırdan bahsediyordu, hayatın ıvır zıvırından, benim yazmak istediğim ıvır zıvırdan. Konuşulmayan ıvır zıvır, gerçek ıvır zıvır. Vahşi memeleri yatıştıran müzik değildi ilgimi çeken; ben memeler üstüne vahşi müzik yapmak istiyordum… malafat üstüne, şehrin sokakları ve o sokaklar altında salınan karanlık tüneller üstüne. Lou Reed tüm bunların olası görünmesini sağlıyordu. Hayatının şerefine dans ederken, üstüne ahkâm da kesebilirdin. Hem kâfir hem de ilahi olabilirdin. Lou, maneviyatı kirli bulvarlarda, Coney Adasında, fahişelerde, uyuşturucu bağımlılarında, çılgınca yaşamın bütününde buldu. Şiir her yerdeydi; bir torba dolusu uyuşturucu ve kana bulanmış t-shirt ile yatağın altında, Berlin duvarının gölgesinde ve evin içinde ki orada

Dudağını kemirirken
Caroline der ki
Hayat bundan daha fazlası olmalıydı
Ve bu berbat bir trip

Şu gezegendeki yaratıcı insanlar içinde bana rock and rollcu olmamın mümkün olduğunu en fazla hissettiren Lou Reed olmuştur. Ve pek çok insanda bu etkiyi yaratmıştır. Denilene göre The Velvet Underground sattığı albümden daha fazla yeni grup doğurmuştur. Doğrusu bu. Lou milyonlarcamız için alan açtı. Şarkıda hikâyeyi, aşırı heyecanlı duygulara ya da ağlak laflara prim vermeden doğrudan anlatma tarzından etkilenmeyen çok az modern şarkıcı/söz yazarı vardır. Onun haşin bir güzellik ve şefkatle darbesini indiren dik kafalı, alaycı tarzı, rockda kendinden önce pek duyulmamış yeni bir ilerilik ve erişkinlik düzeyi yarattı. Cici kakayı hafife alıp şehir hayatının ham taraflarından bahsediyordu, kristal meth ve Seconal kokteyli kafasındaki Cole Porter gibi. Yine de tüm o sert çocuk duruşunun yanında burada şu satırları yazabilecek bir kedicik vardı:

Thought of you as my mountain top,
Thought of you as Thought of you as everything,
I’ve had but couldn’t keep.
I’ve had but couldn’t keep.
Linger on, your pale blue eyes.
Linger on, your pale blue eyes.
If I could make the world as pure and strange as what I see,
I’d put you in the mirror,
I put in front of me.
I put in front of me.
Linger on, your pale blue eyes.

Lou Reed’in siyah deri kostümü ve kibirli sırıtışı altında kolay incinir, kırılgan bir şeyler vardı. Zorunluluktan dolayı kaplanmıştı. Hakkında yazdığı saçmalıklar, yaşadığı bokluklar sizi ölüme sürükleyebilir. Ama onunki gibi müthiş bir empati ve aşk algısı olmasa onun yaptığı gibi hayatın karanlık yanları, kayıp ruhlar ve kırık kalpler üstüne böylesi bir kavrayışla yazamazsınız. Görünürde Reed bir baş belasıydı. Ama bir yerlerde aşk uydusu sinyaller ışınlıyordu ve onları yakalamak üzere Reed oradaydı… Onları başka uydulara –ki biri de bendim– ışınlamak üzere.


Çeviri: Hale Eryılmaz

Bu metin, ilk olarak, 27 Ekim 2013 tarihinde Dangerous Minds’da yayınlanmıştır. Metnin özgün haline aşağıdaki bağlantıdan ulaşabilirsiniz:

http://dangerousminds.net/comments/to_lou_reed_and_all_of_his_satellites

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 06:45:54