A password will be e-mailed to you.

İstanbul Modern’de açılan Ressam ve Resim başlıklı retrospektifinde 1960’lardan bugüne bütün üretimini görebildiğimiz Mehmet Güleryüz’ün ağzından mini bir Batı sanat tarihi sözlüğüne ne dersiniz? Sanatçının kendi sözlerinden derlediğimiz sözlüğün, siz okurlarımıza sanatçının kendi işlerine uzanan bir yolu aydınlatması dileğiyle…

 

 

Caravaggio: Toplumsal ahlakı bambaşka bir noktada köşeye sıkıştırıyor. Azize’yi resmederken sokaktaki insanları model alıyor. Bunlar denizci de olabilir, kasap da, celep de… Kutsal figürleri betimlerken esrik delikanlının kışkırtıcılığını tercih ediyor. O figürlerin giysileri soylu değil, içinde bulundukları mekan da. Tanrı’nın krallığındaki görkeme uygun düşmüyorlar. Bütün kutsal öyküleri yeryüzüne indiriyor Caravaggio.

 

Paul Cezanne: Resmin bütün eksenlerine bu arada kompozisyona bakışı şaşırtan ve onun yönünü değiştiren en büyük öneriyi getirir. Doğadaki bütün biçimleri geometrik ana biçim olarak alır, görünmeyen arka planı devreye sokarak analitik kübizme bırakan Picasso’ya kapı aralar. 

 

Giorgio De Chirico:  Başka bir deyişle geometrinin enerjisini bir çeşit psişik geometriyle pekiştirir.

 

Gustave Courbet: Dünyanın Kökeni adlı tablosu ahlakdışı ve tahrik edici sayıldı zamanında. Bugün bile sergilenmesi bir sorun. Gerçeklik manifestosunun babası Courbet, “güzellik eğer gerçek ve görünür haldeyse kendi sanatsal ifadesini de ortaya koyar. Ancak sanatçının bu ifadeyi çoğaltma hakkı yoktur.

Dokunduğu an onun doğallığını tehdit etmeye başlar giderek bu ifadeyi zayıflatır.

Doğanın bize sunduğu güzellik, sanatçının bütün kabullerinden üstündür”, diyordu. Doğa karşısında ikiyüzlülüğe düşmeksizin onu seyredebilecek düşünsel hazzı öneriyordu.

 

Edgar Degas: Çabuk öfkelenen yapısıyla, canlı ateşli mizacıyla üstün pastel örnekleri verecekti. Günümüzde Kitaj’dan Szafran’a, farklı bir atmosfer oluşturan pastel alanında bizde meraklıların olmayışı yağlıboya- tuval resmiyle kalıcı olduklarına inananlara münhasır ticari ilgi yüzünden pastelin bizim köy için yaşamayan bir teknik olduğunu bilmek acı.

  

Marcel Duchamp: Andre Breton onun için şöyle diyordu: “20.yüzyılın ilk yarısının hiç kuşkusuz en zeki ve en sıkıcı kişisi çoğu insan için.”

Her soruya soruyla karşılık verdiğimizde bütün sorular karşılıksız kalmış olacaktır. Neden aşırı kuşkuculuk sanatın dayanaklarından biri olmasın?

Gündelik yaşantı kullandığımız pisuar gibi bisiklet tekerleği, kuş kafesi, termometre gibi nesneleri kullanan Duchamp, sanatla ilgili varılmış bir kabulu sorguluyor. Oyunun düzenini bozuyordu. Sanat, gösterimleri sunmakla yetinmemeliydi çünkü gösterme eyleminin kendisi de önemliydi.

 

Van Gogh: Doğayı model olarak kullanıyor, ona ihtiyaç duyuyor. Peşinde olduğu şey doğanın verileri de değil, zamanı da. (…) Aynı manzaraya tekrar tekrar yaptığı resimlerde, resmin büyük sonuçlarını anlama gayreti içinde görsel algılama süreçlerinin farklılıklarını, kaydetmenin, önemlere göre ayırmanın ve sonra bunu kullanmadaki düşünce süreçlerinin farklılıklarını sorguluyor. 

 

Vasili Kandinsky: Sarı dünyevi bir renktir, diyor. Rengin, optik etkisinden öte psişik ve ifadeci gücünü vurguluyor. Kırmızı, mavi ve yeşil üstüne söylediklerine gelince… Derinlik mavidedir, kuramsal olarak mavinin hareketindedir. (….) Kırmızı büyük ve dayanılmaz gücü gösterir.

 

Anselm Kiefer: Yeni dışavurumculuğun önemli isimlerinden Kiefer, faşist dönem Alman mimarisinin klasik Yunan mimarisinden aldığı ezici tavrın eleştirisini yaparken dönem sanatında insane yük olan etkinin, mimarinin baskıcı gücüyle pekiştirildiğini ortaya koyuyor.

Resmin etki öğesi olarak sütunların tekrarıyla oluşan kitle yoğunluğunu kullanıyor. Nasyonel sosyalist estetik hayaletlerinin kendi varoluş nedenlerini sorgulayan varlıklarını yeniden gündeme getirmekte hoyratlığa varan bir vuruculuğu göze alıyor Kiefer.

 

Yves Klein: Bütün resim pür bir maviye dayanıyor. Ve ondan başka hiçbir şey yok. Bu durumda bir kompozisyondan söz edilebilir mi? Mavi rengin kendi varlığı ve titreşimi tekdüzeliğin ötesinde kurgulanması gereken bir yaklaşımı gerektirir.

 

 Fernand Leger: Mekaniğin estetiğini yüceltir. Metalin hatta savaş araç ve gereçlerinin yalın ve soğuk ve kesin biçimlerine hayranlık duyar. 

 

Pietro Lorenzetti: O günün yaşam gerçeklerine göre kurguluyor mekanı. Yatak, iç mekan, zemin. Meryem ve Aziz’lerin duruşu o günün verilerini içeriyor. Bu bakımdan ressamın gerçekle olan teması göstermeye yatkın olduğunu anlıyoruz.

(…) Bütün bunlardan sonra idealizasyon başlıyor. Her duruş, her konum, her bakış en etkili, arı haliyle dondurulmuş.

 

Simone Martini: Gerçek nerelerde kırılıyor? Nerelerde destekleniyor? Eğer bu ilişkiyi toprak üzerinde kursaydı o dönem insanı, o hakikatin gerçek olduğuna inanmayacaktı. Nitekim insanlık yeryüzünde kurgulanan gerçeğe daha sonra ulaştı. 

 

Henri Matisse: Paletindeki değişimleri anlatırken şöyle der, “1886’da güzel sanatlar akademisinde öğrenciyken Saint-Michel rıhtımında oturduğum evde, ressam Emile Auguste Wery’le komşuydum. İzlenimcilerin, özellikle de Sisley’in etkisindeydi. Bir yaz birlikte Bretagne’yla  Bell-ile-mer’e gittik. Yan yana çalışırken temel renklerle etkili bir iç ışık etkisi oluşturduğunu gördüm. Ve eski ustaların tekrarı olan paletimle ışıklı bir renkliliğe ulaşmanın imkansızlığını anladım. Gelişme sürecinde katettiğim ilk etap bu oldu. Louvre’un etkisinden kurtulmuş olarak Paris’e döndüm ve renge yöneldim. Renkte, başka resimleri bir yana bıraktım ve dışarıdan edindiğim gözlemlerle doğadaki ışık etkilerine açtım zihnimi.” (…) Desenin boyanın önünden gitmesi çok yönlü yanlışa fırsat veriyor, rengi engelliyor. Oysa çizim engeline takılıp kalanlar renkten yola çıkarak biçime ulaşabiliyorlar. Yöntem arayışında hüsranla sonuçlanacak çıkmazlardan uzak kalıyorlar. (…) öğrencileri şuna yönlendiriyorum: Saçmalamaktan gurur duyun!

  

Ludwig Meidner: Aklın gerektirdiği sütun ve kiriş gibi taşıyıcıların rolünü ortadan kaldırıyor. Ve kütleyle başa çıkma rolünü cam ya da pervaz gibi hafif malzemelere, öğelere yüklüyor.  Sonuç olarak yapıyla ilgili gerçek bilgilerimizi sonuna kadar zorlayan ve adeta boşlukta duran bu konstrüksiyonla netameli bir hacim önerisinde bulunuyor.

 

Robert Motherwell: “Ressamların resim sanatıyla ilgili değerlendirmelerini öncelikle etik alanında yaptıklarına inanıyorum. Estetik değerlendirme daha sonra geliyor, o da etik bağlamdan yola çıkıyor” diyor 1954’te Motherwell. Düşünsel, sanatsal yoldaşı Rothko‘nun ona en sık yönelttiği sorulardan biriyse şu, “insan hayatını nasıl yaşamalı?” Birbirlerinden farklı ikilemlerin insanı onlar. Birincisi Fransız edebiyatını iyi biliyor ve Romantizm hayranı. Diğeri Yunan tragedyalarından, Nietzsche’den ve Shakespeaere’den beslenmiş. Onları buluşturan kendilerine ve birbirlerine ayna tutmalarını sağlayan Kierkegaard’ın görüşleri olmuş. Resim sanatını takdir etmeyen ve şunları söyleyen Danimarkalı varoluşçu: “Eğer yeryüzünde insan evladına riskin anlamını öğretecek bir şey varsa o da etiktir. Her şeyi kazanmak için her şeyi kaybetmeyi ancak etik için göze alırsınız.  (…) Resmin hammadesi risk olduğuna göre evcil bir kaz asla vahşi bir kaz olamaz. Ancak vahşi bir kaz pekala evcil bir kaz haline gelebilir.”

  

Pablo Picasso: Bir ressam için en ölümcül şeyin üslup oluşturmak olduğunu söylüyordu. Üslup oluşturmak, cansiperane bir çalışmanın sonunda, başkalarından ayrı, özgür ama birbirine ekli, birbirini tamamlayan, arkası gelebilecek kadar akışkan bir çizgi yaratmak gibi zorlu bir süreç olduğu halde, üstelik üslup sanatçının kendi mülkiyetinde sayıp her türlü iddiasında bulunabileceği bir kazanım olduğu halde. Picasso için üslup oluşturmanın en tehlikeli yanı sanatçının vardığı noktaya mıhlanması ihtimaliydi.

 

Rafaello: Tamamlayamadığı son resmi Başkalaşım, bir sanatçının kendi ustalığıyla mücadele edişinin örneklerinden biridir. Genç yaşta eriştiği kariyerinin zirvesinde iç sorgulamadan aldığı cevap daha öncekilerden farklı.

 (…) Başkalaşım yeni bir dünya, sürekli devinen bir dünya beklentisini de açığa vurmakta.

 

Rembrandt: Kutsal kitaplardaki öykülere dair resimler yapan Rembrandt’ın Amsterdam Yahudilerini Aziz modelleri olarak kullanması bir başkaldırı olarak kabul edildi. Sanatçının toplumsal anlaşmaşı bozması, toplumdan ve hatta sanat çevrelerinden dışlanması için yeterli sayıldı.

 

Mark Rothko: Bakınız Robert Motherwell.

 

Kaynakça: Mehmet Güleryüz, Resmi Geçit, Yayına Hazırlayan: Ayşegül Sönmezay, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2013, İstanbul.

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 13:15:35