A password will be e-mailed to you.

Neriman Polat’ın şimdiye kadarki en geniş kapsamlı sergisi “Mührü Kırmak”, Tütün Deposu’nda 12 Ocak’a dek izlenebilecek. Sergi, sanatçının 1996-2019 yılları arasında ürettiği çalışmalardan bir seçkiyi kapsıyor. Derya Yücel ve Mahmut Wenda Koyuncu küratörlüğünde gerçekleşen sergi, toplumsal cinsiyet, gündelik hayatın iktidar mekanizmaları, şiddet, şehir, kentsel dönüşüm gibi sanatçının ilgilendiği ana temalar etrafında şekilleniyor. Aynı zamanda gündelik hayatta yaşadığımız veya tanık olduğumuz şiddete karşı unutma-hatırlama, yas tutma-tutamama gibi pratikler üzerine de düşünen Neriman Polat ile bu geniş kapsamlı sergi vesilesiyle buluşuyoruz. Sergi, sanatı, hayatı ve politik duruşundan ayırmayan Neriman Polat’ın, sanatçı kimliğini hatırlamak, üretimine başladığı 90’lı yıllardan bugüne yaşanan değişimleri, üretim pratiklerini ve günümüz sanat dünyası hakkındaki düşüncelerini konuşmak için bir fırsat…

 

Sergide izlediğimiz çalışmaların her biri öylesine güncel ki afallıyoruz. Çalışmalarınızda işlediğiniz konuların tanıkları olarak sürekli bir hatırlatma-unutma pratiği içindeyiz fakat siz tanık olmayı sorumluluk bilinciyle çalışmalarına yansıtan bir sanatçısınız. Nasıl bir süreç oluyor, motivasyonunuzu nasıl koruyorsunuz?

Sanat, hayatınızın bir parçası olduğu zaman nasıl yapıyorum diye sorgulamıyorsunuz. Kendiliğinden oluyor bazı şeyler. 1990 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nden mezun olduğumdan beri çeşitli biçimlerde üretim halindeyim. Unutmamak, bellek, toplumsal olayların işlere yansıması, bunların hangi çizgide duracağı, onları yaparken benim hissettiklerim üzerinden düşününce, kolay olmuyor. Hem ruhsal hem bedensel olarak kendimi çok yorduğum zamanlar oluyor. Örneğin “Çiçek Yarası”nı yaparken fiziksel olarak da, duygusal olarak da o kadar çok çiçeği bıçakla kazımak zorlayıcı oldu…“Elbise” adlı çalışmamda da fırçayla tek tek çiçekleri soldurdum. O dönem, çok fazla çatışma ve kayıplar vardı. Sürekli ağlayarak yapıyordum. Ya da Arzu Yayıntaş ile birlikte ürettiğimiz “İstikrarlı Ölüm” için 3322 çivi çaktık, 2015’te öldürülen her bir insan için. Ama her zaman da aynı olmuyor. Çok neşeli, ironiyi kullandığım çalışmalarım da var. Daha melankolik diyebileceğim dönemler de var.

Açıkçası bu sergi biraz da o iniş-çıkışları, duygu skalasını gösteriyor. Sadece benim duygularım değil, hem hissettiğim hem toplumsal olarak gözlemlediklerim üzerinden, tam da ikisinin birleştiği yerden iş üretmeye çalışıyorum. Motivasyonumu da oradan alıyorum. Bir de üretmeyi seven birisiyim. Yapmadan duramıyorum.

 

Günümüzde, özellikle pek çok sanal platformun günlük hayatımıza girmesiyle birlikte sürekli bir tanık olma hali içindeyiz bir yandan da buna alışıyoruz. Siz hiç yabancılaşmıyor musunuz?

Tabii ki, ben de yabancılaşıyorum. Bazen hızlı hızlı geçiyorum. Sonra tekrar dönüp bakıyorum. Bazen görmek, yüzleşmek istemiyorum. Neden yüzleşmek istemediğime geri dönüp bakmaya çalışıyorum. Bir yandan insanların varoluşlarını sürdürebilmeleri için unutmaya da ihtiyaçları var. Öte yandan sorunlarımızı çözebilmemiz için ve geleceği daha iyi kurabilmemiz için geçmişle hesaplaşmamız gerekiyor. Bizim gibi trajik olayların çok sık yaşandığı bir ülkede bu çok zor… Kısaca, her şeyi ben hatırlıyorum diye bir şey yok. Ben sadece kendi hatırlayabildiklerimi yansıtıyorum. Tabii bazen, “Bunu unutmayacağım, unutmamak zorundayım” diye kendime telkinde bulunuyorum.

 

Yas tutarak direnme meselesi bu noktada sizin için ne anlam ifade ediyor?

Biz toplum olarak yas tutmayı bilmiyoruz. Ölüleri gömemiyoruz, daha doğrusu gömemediğimiz ölüler var, dolayısıyla ülkede hayaletler dolaşıyor ve bu hayaletler bizim yakamıza yapışıyor. Bazen ne olduğunu anlamıyoruz ama yaşım ilerledikçe , daha çok üzerinde düşünmeye başladım. Sadece yas tutmak değil, yas tutamamakla ilgili de bir sergi bu. Hızla geçen şeyler ya da geçmişte yüzleşmenin gerçekleşemediği olaylar gibi… O yüzden yas tutmak bana pasif bir eylemmiş gibi gelmiyor. Bir kere neyi kaybettiğini biliyorsan eğer, ne yapabileceğini de bulma ihtimalin var. Ama neyi kaybettiğini bilmeden yaşıyorsan o döngüden çıkamazsın. Yas tutabilmek neyi kaybettiğine bakabilmek, yüzleşebilmek, çok önemli… Peki ama, olaylar, kayıplar bu kadar hızla olurken, nasıl yas tutabiliriz? Mesela kadın cinayetlerinde bunu nasıl yapacağız? Bunlar benim için hep soru işaretleri. Duygularla birlikte soruları da sormaya çalışıyorum. Önümüzde katlanarak artan bir şiddet var, gerçekten çok öfkeliyiz, isyan ediyoruz ve isyanımızı sürekli bastırmaya çalışıyorlar. Mücadele etmek zorundayız.

 

Sergide iki küratörle çalıştınız: Derya Yücel ve Mahmut Wenda Koyuncu. “Çatışma olsun istedim.” Diyorsunuz. Özellikle Mahmut Bey’in erkek kimliği de düşünüldüğünde nasıl bir çatışma olduğunu merak ettim. Hem de sizin küratörlere karşı hassasiyetiniz olduğunu duydum.

Pek çok bağımsız yapının içinde yer almış, sanatçı inisiyatifleriyle çalışmış olsam da yurtiçi ve yurtdışında birçok farklı küratörle çalıştım. Küratör ile çalışmak aslında sanatçı için kolaylık sağlıyor ve gerçekten iyi ilişki kurabiliyorsanız, zenginleştirici bir deneyim. Bu sergide 1996’dan 2019’a işler yer alıyor. Bu seçkiyi benim dışımda da gözlerin oluşturması gerekiyordu. Çok farklı konularda çalışmış bir sanatçıyım, bütün bu konuların kesişim noktalarını görerek, onlardan yeni bir kurgu ortaya koymak küratöryal bir çalışma gerektiriyordu. Bütün bunları çözümleyecek, zengin fikirlerin olduğu bir ortama ihtiyaç vardı. İki güvendiğim insanla çalıştım. Onlarında, farklı gibi gözükselerde birbirlerine benzeyen yönleri vardı benim için. Çatışma değil daha çok, fikirlerin uçuştuğu, zenginleştiği, farklı açılardan bakabilen bir grup olduk. Bir kadın bir erkek olmasını da, farklılıkları daha iyi hissedebilmek için istedim ki işe yaradığını düşünüyorum. Nasıl işe yaradığını anlatamayacağım, tarif edebileceğim bir şey değil, ama bir denge sağladı. Kanımca iyi bir ekip çalışması kurduk. “Mührü Kırmak”, bu şekilde ortaya çıktı.

“Sanat alanı sanat piyasası ile manipüle edildi”

Bu sergiyi, farklı konularda fikirlerinizi alabilmek için bir fırsat olarak görüyorum. 2017’de yaptığınız bir röportajda, ifade özgürlüğü meselesinden bahsederek günümüzün bu konuda çok daha kötü olduğunu söylüyorsunuz. Sanat alanında durum nasıl?

İfade özgürlüğü, oldukça baskı altında. 90‘larda yaptığımız işleri, sergileri bugün neredeyse yapamaz hale geldik. Kamusal alanda, sanat çalışmaları da çok azalmış durumda. Sanat alanı uzunca bir süredir, sanat piyasası ile de manipüle edildi. Bizim toplumsal olarak ifade özgürlüğümüzün kısıtlanmış olması değil sadece, sanat piyasasında da bir karşılığı var bu durumun. Sanatçıların suya sabuna dokunmayan işler üretmesini isteyen, kurumlar, fuarlar, galericiler var maalesef. Bunu sansür vakalarından da izleyebilirsiniz.

 

Siz de bizim kuşağın bir kısmı yok edildi diyorsunuz hatta.

Evet. Değerlendirilmedi, üzerinden atlandı. Bizden sonraki kuşak öne çıkarıldı. Oysa 90’larda yepyeni bir dil yaratan bu kuşaktı. 2000’lerde sanat piyasasının da güçlenmesi ile bir kırılma yaşandı. Bazı sanatçıları “star” haline getirip, büyük bir kısmını görmezden gelen bir sanat piyasası oluşturdular. Tamamen satışa endeksli bir anlayış içinde. Bugün yaşadığımız bu sıkıcılık, tekdüzelik bundan da kaynaklanıyor.

 

“Neden sadece bienal zamanı çılgınca etkinlik hali içinde sanat camiası?”

Bu süreci sizden dinlemek isterim. O dönemin tanıkları için çok eski bir konu olsa da benim gibi daha genç kuşak sürece tanık olmadı ve hatta bilmiyor…

Çok haklısın. Enstalasyonların, kavramsal anlamda fotoğraf işlerin, video sanatının ortaya çıkması 90’ların ortasında gerçekleşiyor fakat bu kuşağın sanatçılarının işlerini görebiliyor muyuz? Sadece bir kısmını görebiliyoruz. Kurumların ve galericilerin ortaya çıkardıklarını görebiliyoruz. Bence tekrar düşünme zamanı. Sadece benim kuşağıma özgü bir şey de değil. Kim bilir benden önceki kuşakta ne sanatçılar yok edildi. Her şeyi bırakın, çok iyi işler üreten sanatçılar motivasyonlarını kaybettiler. Sanatçının motivasyonunu kaybetmemesi gerekiyor tabii ama bunun için de destekleyici bir ortama ihtiyaç var. Niye ortada bağımsız küratörler ve bağımsız sergiler yok denecek kadar azaldı? Neden sadece bienal zamanı çılgınca etkinlik hali içinde sanat camiası?

 

Siz de diyorsunuz, üretme motivasyonunu, o sorumluluğu kendi kendine veriyorsun diye…

Evet, sanatçı olmanın bir sorumluluk duygusu var, kimsenin sana vermediği, kendi kendine yarattığın bir disiplini, yapmazsan da kimsenin etkilenmeyeceği bir şeyi yaşıyorsun. Üretirsen bir şeyleri değiştirebilme ihtimalini taşıyorsun, öncelikle kendini. Ama ekip olarak, ya da grup ya da inisiyatif olduğunda sözler, sesler, ihtimaller çoğalıyor. Son yıllarda sayıları gittikçe artan bir çok inisiyatif var. Onlar da olgunlaşacak, meyvelerini verecekler diye düşünüyorum. Ya da veriyorlar.

“Galericilere görüneyim işlerim satılsın diye bir eğilim var”

Eğitimci kimliğinizi de düşünerek biraz konuyu açmak istiyorum. Aklıma gençlere verdiğiniz bir tavsiye geldi. Diyorsunuz ki önce görünür olmayı boş verin…

Önce iyi işler üretmeye odaklanmak lazım. Görünür olmaya değil. Şimdi sanki hedef, iyi işler üretmek değil de kendini göstermek. Önce görünür olmayın demek, hayalet olun demek değil. Birikim oluşturmak önemli. Benim gözlemlediğim, genç sanatçılar arasında, hemen koleksiyonerlere, galericilere görüneyim işlerim satılsın diye bir eğilim var. Aslında onların da suçu değil, bunu pompalıyorlar. Herkes aynı durumda diye söylemiyorum. Ama bu tuzak, buna düşmemek lazım.

 

Günümüz koşullarıyla ilgili ciddi bir kaygının sonucu olabilir mi?

Evet, ciddi kaygılar var kuşkusuz…Dünyanın her köşesinden sorunlar fışkırıyor. Oldukça umutsuz bir dünyada yaşıyoruz.

“Yalnız kalındığında sistem öğütüyor insanları”

Geçmişe dönersek, Hafriyat ile çok uzun soluklu bir kolektif üretim süreciniz de var.

Aslında kolektif kelimesi doğru değil. Hafriyat bir sanat grubuydu. Sonra 2000’lerin başlarında inisiyatif kelimesi çıktı; inisiyatif dendi bize…Kolektif üretimde bulunmuyorduk. Üretimlerimizi bir arada sergiliyorduk. Ama bunu sergiler planlayarak yapıyorduk. Yıllarca bireysel işlerimizle ama ortak meselelerimizle sergiler ürettik, bu nedenle etkili oldu. Hafriyat Karaköy’de çok sayıda sanatçı sergi yapabildi ve bugün kimsenin dokunmadığı ya da dokunamadığı konularda sergiler yapıldı.

 

Sizce günümüzde bir inisiyatifle çalışmaya veya kolektif üretmeye daha az ilgi duyuluyor mu? Sizin kuşağın ruhu var mı mesela?

Var tabii ki. İnisiyatifler, birlikte sergiler yapıyor. Onları çok takdir ediyorum. Devam etmesi lazım. Bence daha da çoğalacak çünkü ihtiyaç artacak. Yalnızlaştıkça bir şey olmuyor. Yalnız kalındığında sistem öğütüyor insanları, o çarkın içerisinde öğütülmemek için bir arada olmak lazım. Sadece bir arada olmakla da olmuyor, zengin fikirlerle bir arada olmak gerek. Besleyici bir ortam yaratmak gerek. Beslenme kaynakları yaratabilecek oluşumların önemli olduğunu düşünüyorum.

“Ben aslında kafamda hiçbir işi bitirmem”

Besleyici ortamlar nasıl oluşabilir?

Özveriyle, empatiyle çalışabilmek gerekiyor, yanındakini dinlemek, biraz da idealist olmak. Ben şimdi bakıyorum, mutlaka hatalarımız olsa da, Hafriyat ile kurduğumuz sergiler için ne kadar çok uğraşmışız, ne kadar çok emek vermişiz, başka sanatçıları davet ettiğimiz sergilerde de aynı şekilde. Besleyici ortam, ifadelerin çoğalmasına özen gösterildiğinde ortaya çıkabilir diye düşünüyorum.

 

Günümüzden devam edersek, daha evvelki çalışmalarınızı incelediğimde bu sergide yer almasalar da, on yıl evvel ürettiğiniz iki çalışma ilgimi çekti. Özellikle sanal dünyayla gelen gerçekliği sorguladığınız “Sevince” ve “16” gibi işlerin hala güncelliğini arttırarak koruduğunu düşünüyorum. Böyle işlerin devamı gelecek mi?

Tüketim toplumu, kapitalizm ve arzu nesnesi konusuyla ilgili olarak ürettiğim çalışmalardır bahsettiğin işler. Dolayısıyla mutlaka devam edecek, bu konuların sonu yok. Ben aslında kafamda hiçbir işi bitirmem, hep devam edebilir fikri vardır… Yıllar içerisinde bu fikrin devam ettiği sergide de görülüyor diye düşünüyorum.

“Sanatın politik olandan arındırılabileceğine inanmıyorum”

Son olarak “Kişisel olan politiktir.” mottosuna çok inandığınızı biliyorum. Bu konuda farklı fikirler de var. Sizin son bir görüşünüzü almak isterim.

Politik olmayan bir şey var mı? demek istiyorum. Ben onun dışında bir şeyin olmadığını düşünüyorum. Karşıt bir söylemin bile başka bir politik duruşu ifade ettiğini düşünüyorum. “Kişisel olan politiktir.” mottosunu da bir tarafa bırakırsak, hayatımızın içindeki her türlü edimin politik bir yanı var. Sanat bunu içeren bir şey, bazı sanat yapıtları ve sanatçılar bununla daha fazla ilişki kuruyor, bazıları daha az ilişki kuruyor. Bence daha az ilişki kurulması üzerine konuşabiliriz, olmadığı üzerine değil. Ben bir sanat yapıtından ya da sanatçıdan bahsettiğimizde onun politik olandan arındırılmış halinin olabileceğine inanmıyorum.

 

İLGİLİ HABERLER

Üşüten Battaniyeler, Dayanıksız Duvarlar

İlk Raunt: KURDUN ETTİKLERİ

Daha fazla yazı yok
2024-04-20 03:07:49