A password will be e-mailed to you.

 

New York’ta Türkiye nasıl tanıtılıyor? Formülü nedir? Neydi ne oldu?  Bir film festivaliyle Türkiye’yi tanıtmak mümkün mü? İKSV, Venedik Bienali’yle memnun olsa gerek New York’a uzanmıyor mu? Kim gerçekten New York’u sallıyor? American Turkish Society, Turkish American Society mi oldu? Atesh M. Gündoğdu, New York’dan  yazıyor.

 

New York- Türkiye’yi New York’ta tanıtma maceramız, NY Moda haftasına Türkiye’den getirtilen moda tasarımcıları ile başlar. Yüzbinlerce dolar harcayarak yapılan organizasyonlar sonucunda, salonu dolduramayan tasarımcılar için şehrin merkezindeki FIT’de (Fashion Institute of Technology) okuyan moda tasarımcılarına sokak aralarında davetiye dağıtılır. İnsan toplanır. Ertesi sabah da tüm Türkiye medyasında, “Atıl Kutoğlu New York’u SALLADI” tarzında şakşakcı haberler yayınlanır.

İktidardan öğrenilmiş ezber algı formülü basittir: Çoktan çaptan düşmüş ünlüleri ve gazetecileri, Türkiye’den uçağa doldur, yedir, içir ve bol harcırahla gezdir! Onlar da sana istedikleri “SALLAMAYI” yapsın! Öyle ya New York medyası ya da kamuoyu kimin umurunda?

Vardiya, Venedik Film Festivali, 2008
Foto: Emre Dorter

Bu alan-verenin memnun olduğu havuç-havuç düzen yıllarca devam etti. O sıralar NY ITKIB’e danışmanlık etmiş başkanın “Bu kadar parayı kime yatırsak dünya markası olurdu, bu tasarımcılara 12 adet elbise bile sattıramadık.” serzenişlerinden sonra Türkiye’de de demografi hızla değişecekti.

Çok değil on sene öncesine kadar Türk konsolosluğunda kalan birkaç seküler çalışan, AA gazetecileri yavaş yavaş tasfiye edildi. Yerlerine ülkemin iç anadolusu’ndan karadenizi’nden yeni neferler geldi. Liyakatlarını sorgulamamız hâşâ imkansız. Malum ülkenin geldiği bu polarizasyonda iktidara destek vermemeniz halinde siz bir hiçsiniz. Bugün NY Türk konsolosluğu, AKP New York teşkilatı gibi çalışıyor desek yeridir. Bu duruma göre şerbet,  Cuma günleri Instagram postlarından “Hayırlı Cumalar” “Hayırlı Kandiller” gibi gayet iyi niyetleri olan ve yeni zengin iktidar çevrelerine moda servisi veren kullanışlı isimlere yer verildi. En son Hakan Akkaya ile tekerrür eden bu “sallama” devam ediyor mu bilmiyorum ama artık NY Moda haftasını da kimsenin sallamadığı kesin!

New York şehri dünya sanat merkezi olduğundan, iktidarın henüz burada Türk sanatı adına bir şeyler yapma (çok şükür) gibi bir motivesi yok. En azından buradaki ayak uydurulması “güç” hızlı değişim, sofistikasyon ve kültürel paradigma okumalarını bizimkiler doğru yapmış.

Yıllardır yenilere neredeyse hiçbir alan açmayan ve Türkiye’deki küresel ölçekteki kültür–sanat evreni arasında etkileşimini sağlamak amacı ile kurulan İKSV’deki liberal/kemalist kadronun da buraya çok fazla heyecanı (iyi ki!!) yok da, daha fazla “anlaşılmaz” olmuyoruz. Zira onlar, senelerdir dönüp dolaşıp aynı sanatçı isimleri ile döndürdüğü goygoy ve kimsenin hâlâ ne yapmaya çalıştıkları hakkında en ufak fikri olmadığı yaptıkları ile Venedik Bienali’nden memnun görünüyorlar.

Bienalin, her resmî açılışında %97 Türk sanatseverleri ile doldurduğu Türkiye Pavyonu, 1991’den bu yana var. Bunca sene oraya giden eserlerin, katılan sanatçıların dünya çağdaş sanat literatürü için neyi ifade ettiği ve ne gündem yaratabildiği gerçeğini tartışmaya açmayacağım bile. Uzun süredir Türkiye sanatı adına lobi yapmayı beceremedikleri şüphesiz. Zira Türkiye pavyonu dışında bu sene New York New Museum direktörü Massimiliano Gioni’nun eşi Cecilia Alemani tarafından küratörlüğünü yaptığı bienalin iki Türk (durun Amsterdam’da yaşayan Müge Yılmaz, ve Berlin’de yaşayan Özlem Altın) ile katılmasını sorgulamalıyız. Düşünün her bienalde parasını çatır çatır babalar gibi ödediğimiz Türkiye pavyonu dışında Nisan 2022’de yapılacak bienalin ana sergisine 250 sanatçı katılıyor ve katılanların arasında Türkiye’de yaşayan bir sanatçı bile yok.! Sanatla kalkıp sanatla uyanan ülkemin aydınlarının bu duruma söyleyecek bir sözleri olur mu? Hiç sanmam.

Suzan Sabancı Dinçer, American Turkish Society Başkanı seçildi.

Çağlar değişiyor, jenerasyonlar değişiyor, insanlar değişiyor. İletişim çağına girdiğimiz bugünlerde mutlak veriler yerini alıyor. Artık parayı elinde tutan değil, veriyi elinde tutanlar güçlü. Bilhassa özgün ve yenilikçi fikirlere değer veriliyor. Türkiye’de ise uzun zamandır yeni sermaye sanat adına bu yenilikçi fikir ve değerlere zerre ilgi göstermiyor. Betonla yaşayıp betonla ölüyorlar. Hakkını teslim edelim Sabancı ve Koç kurumlarının senelerdir ülkemizde sanat adına verdiği desteği geri çekersek açıkta bile kalabiliriz. Suzan Sabancı Dinçer de kişisel olarak bu desteği verenlerden biri ve uzun zamandır “hâlâ” her yerde kendilerini baş aktör olarak yerden yere atan Contemporary Istanbul sahiplerinin imkansız hayalleri için çaba veriyor.

Kendisi son olarak New York’ta Türkiye’nin Amerika’daki en köklü derneği “American Turkish Society”nin başkanı seçildi. Bu gibi değişimler oldukça ister istemez yeni beklentiler doğuyor, yeni başkanın vizyoner güncellemeleri bekleniyor değil mi? Ancak yeni kurul bizlere yeniden sürpriz olmayan bilindik hayal kırıklığı yaşatıyor. Muhtemelen risk almayalım, yeni şeyler denemeyelim, eskilerden gidelim denilmiş olmalıki (yada bu aksiyon manevralarını almaya cesaret edecek donanımlı kadroları olmadığından) geçenlerde yeniden “New York Turkish Film Festivali” düzenlediler. Allah aşkına bugün bütün sektörü ellerine geçirmiş, mısır gibi patlayan çevrimiçi platformlarının, Oscar reytinglerinin bile yerlerde olduğu bir devirde New Yorkerlar için Türk filmleri üzerinden etkileşime geçmeyi düşünmek neyin nesidir? Yani böyle bir festivali tüm dünya sinema endüstrisi ile entegre olmuş, işinin ehli bir Türk sinema akademisi (ki böyle bir akademi yok!) ile düzenleyebilselerdi bir derece daha anlaşılabilirdi.

New York’ta yıllardır yapılan film festivallerinin bir çoğu sona erdi. Robert De Niro’nun kurucusu olduğu Tribeca Film Festivali gibi bir çoğununda eski popülerliliği yok artık. Gelin empati yapalım İstiklal Caddesinde yürüyorsunuz ve sinema önünde (buraya ismini yazabilecek bir sinema salonu bile bulamadım zira çoğu kapanmış) “Macaristan Film Festivali” afişi görüyorsunuz. Bugünün dünyasında bu afiş size neyi ifade ediyorsa New Yorkerlar içinde aynı şeyi ifade ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Kim evinden kalkıp da “gidelim bir Macar filmi deneyimlemesi yaşayalım” der? Bunu bir de New York gibi beklentilerin azami şartlarını bile gün be gün karşılayamadığı New York sakinleri için düşünelim! 2000’lerin American Turkish Society’sinin vizyonu, misyonu bu mudur?

Ayrıca bu festival içinde de aynı formül çalışılmış. Türkiye’den uçak dolusu oyuncu, gazeteci getirtilmiş. Giyinip süslenip kırmızı halılar eşliğinde pozlar verilmiş. Derneğin tedavülden kalkmış yabancı zengin üyeleri ile birlikte vur patlasın gecesi, bitmek bilmeyen Instagram hikayeleri… Herkes çok mutlu. Amanda aman İstanbul yaşanmış, yaşatılmış. Tezim kısmen bile haklı olmuş olacak ki geçenlerde bir üye “maalesef dernek artık “Turkish American Society” oldu” diye sızlandı. Ne diyelim umarım bu kalp atarken bende bir gün New Yorkerların dolduğu/mutlu olduğu gerçek bir Amerikan-Türk etkinliğinde Türk olma hayali yaşabileyim.

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 00:51:50