A password will be e-mailed to you.

Arda Karaböcek, Poyraz Karayel hakkında ne diyecek? 

Çarşamba gününü prime time olan boşluğu gözüne kestiren Kanal D, uzun süre reklamını yaptığı Poyraz Karayel’i yayınladı. Baştan savma bir şekilde yazılmış, tüm Türk dizilerinin klişelerinin ortalamasını alıp ekrana yansıtmış bu yapım, en basit televizyon testinden geçemiyor. İzlediğim şeyden keyif alıyor muyum? Bu sorunun cevabı kesinlikle hayır.

Dizinin açılışından başlayalım. Zayıf ve ağır aksiyon sahnesi, bizi içine çekmediği gibi ana karakterimiz Poyraz’ı tanıtma işlevini de yerine getiremiyor. Gözümüze sokulmaya çalışılan güvercin çok zorlama ve taklit edilmeye çalışılan Hollywood sahnelerinin oldukça uzağında kalıyor. Bu sahneden sonra ise asıl can sıkıcı kısım başlıyor. Şimdi de ‘Baba’yı tanıyacağız. Baba, borç verdiği yandaşının uyuşturucu işine girdiğini öğreniyor ve iş ortağını öldürerek cezalandırıyor. Tamamen ‘bu karakter uyuşturucu işinden nefret ediyor’ demek için yazılmış sahne, savruk yazılmış senaryonun vasatlığının zirve yaptığı noktalardan biri. İzleyicinin aklında oluşan; “Antalya’da uyuşturu işine giren adamın bağlantıları kimler? Bu örgüt, alacakları için Babanın peşine düşmez mi? Hadi o adamı öldürdün, o adamın işlerini yapan çalışanlarına ne oldu?” gibi sorular hiç bir cevap bulmuyor. Kısaca bu sorunu çözmek başlı başına bir bölüm hatta film bile olabilecekken sadece ‘karakter tanıtımı’ için derinlemesine düşünülmeden kullanılıyor.

Bu sahnenin ardından Poyraz karakteri, nedenini tam anlamadığımız bir şekilde çocuğu ile görüştürülmüyor. Görüştürmeyen çocuk karakterin gazeteci dedesi ise büyük bir villada oturuyor (Bu noktada artık normal zenginleri de görmek istediğimi belirtmek istiyorum, Bebek’te apartman dairesinde oturan zengin niye hiç yok? İlla zengin karakter koyacaksanız bari biraz farklı olsun). Poyraz, kendisi ile görüştürülmeyen, omo reklamı oyuncu seçmelerinden çıkmış, hiç bir duygusal yakınlık kuramadığımız oğlunu, arabada ana kadın karakterimiz varken kaçırıyor. Bu sahne, senaristlerin en ağır çuvalladığı sahne oluyor. İmkansız aşk hikayesi kurmak istedikleri karakterleri aynı mekana zorlama bir şekilde sokuyorlar fakat karakterler arasında bir bağ kuramıyorlar, o arabada bir erkek bile olsa birşey fark etmeyecekti seyirci için, sıfır romantizim, sıfır iletişim, bol gereksiz aksiyon. Dizi tarihinin akışını değiştiren Lost’tan örnek verelim mesela, uçak düştükten sonra Jake kendi yarasını dikmeye çalışıyor, o sırada yanına Kate geliyor; Jake, Kate’ten yarasını dikmesini istiyor. Burada aralarında geçen dialoğa sezon boyunca gönderme yapılıyor ve 2 dakikalık bir sekans sonrasında biz bu iki karakterin arasında bir aşk ilişkisi olacağını anlıyoruz fakat Poyraz Karayel’de bu bağ ilk bölümde Ayşegül ve Poyraz ile kurulduğundan fazla Ayşegül ve Poyraz’ın oğlu Sinan’la kuruluyor.

Hiç bir karakter üç boyutlu yazılmadığı için ve karakterlerin seyirciye tanıtıldığı sahneler çok düz ve inandırıcılıktan uzak kaldığı için seyirci ve karakterler arasında da duygusal bağ kurulmamış oluyor. Seyircinin empati kurmadığı karakterlerin de uzun şarkılar eşliğinde fotoğraflara bakması doğal olarak en hafif tabiriyle sıkıcı oluyor. Ayrıca, gene senaristler tarafından tepeden indirilen, kim olduğu belli olmayan, ve Ayşegül’e evlenme teklif eden adamın ölmesi de sanırım hiç bir izleyenin umrunda olmamıştır.

‘Ovvv..’ efektli vermemiz beklenen dialoglar için de aynı şey geçerli, umursamadığımız insanların birbirine laf sokmasına heycanlanmamız beklenemez herhalde. Ayrıca başka meslek mi kalmadı da illa doktor veya avukat oluyor bu kadın karakterler? Kadın karakterini ‘güçlü kadın’ eksenine sokmak için illa bu iş dalları mı gerekli? Ayrıca dizideki tüm varlığı babasının üzerinden olan, babasını diziden çıkarsak kendisini de diziden çıkarmak zorunda kalacağımız bir karakterin, ‘güçlü’ karakter olarak yazılma çabası başarısız bir deneme oluyor.

Aksiyon dizisi gibi yazılmak istenen dizide aksiyonun yavaşlamadığı, tamamen durduğu sahne ise Poyraz’ın eve gittiğinde polis arkadaşıyla karşılaştığı sahne. Seyirciye dizinin nasıl ilerleyeceğini adım adım anlatan sahne gene zorlama bir şekilde yazılmış. Gelin bu 5 dakikalık işkenceyi 1 dakikaya indirelim. Komiser, Poyrazı arar;

–Poyraz, uyuşturucu anlaşması olacağını duyduk, büyükler de bu işin içinde, ben hiç birşey yapamıyorum, senin belge toplamana ihtiyacım var.

 -Tamam.

Bitti. Artık kafamızda ‘niye polis orada değil de Poyraz orada?’ sorusu da kalmıyor böylece.

 

Daha pekçok bir günde yazılmış gibi duran noktalar var senaryoda ama en son olarak şu örneği verip bırakıyorum; Baba uyuşturucu işine girmek istemiyor. Peki neden? Çünkü insanları öldüren bir sektör. Onun yerine hangi ticareti yapmalarını doğru buluyor? Silah ticareti. Başka sözüm yok sayın yargıç.

Daha fazla yazı yok
2024-04-28 14:40:02