A password will be e-mailed to you.

Dijital dünyanın içine doğan ve “Gelecek bilgisayarda” denilen bir ailenin etkisiyle büyüyen bir sanatçı Hayal Pozantı. İnternet dünyasını hem çok iyi biliyor hem de eleştirisini o dünya üzerine kuruyor. Kendi yaratımı olan “Instant Paradise” adını verdiği şifreli bir alfabesi var. Pozantı, Türkiye’nin bilişim tarihinden ve istatistiklerinden yola çıkarak oluşturduğu şifreli ve renkli bir sergiyle karşımızda. Dirimart Nişantaşı’nda bir araya geldiğimiz Pozantı ile; “.tr”* adını verdiği Türkiye’deki ilk kişisel sergisini, “Instant Paradise” alfabesini ve teknolojinin insan üzerindeki etkisi gibi birçok konuyu konuştuk.

Resim, heykel ve dijital animasyon aracılığıyla işler üreten bir sanatçısın. Bu kadar farklı alanda çalışmak günümüz dünyasının yarattığı bir zorunluluk mu? Yani hakikatin parçalandığı, ters-yüz edildiği post-modern dünyada varsa bir gerçeklik onu anlatabilmenin bir yolu mu?

Artık tek bir dünyada yaşamıyoruz. Hem fiziksel bir dünyada hem de ekranlara baktığımız için dijital bir dünyada yaşıyoruz. Ve giderek bu sınırlar kayboluyor ve kalkıyor. Zaten postmodernite de böyle bir şey. O yıkımdan dolayı da onunla ilgileniyorum. “Bu iki dünyada yaşam nasıl oluyor?”, “Bu iki dünyada nasıl var olabiliyoruz?”, “Ve bu iki dünyada da var olabilen görsel ve nesneler nasıl yaratılabiliyor?” bunlarla ilgileniyorum. Çalışmalarımın büyük bir çoğunluğu bu soruları cevaplamak oluşturuyor.

Günümüzde, modernizmin o büyük anlatıları karşısında daha minimal ve Bauman’ın da söylediği gibi ‘kısa ömürlü işler’ yaratılıyor. Fakat sanatçıların geleceğe kalmak gibi bir kaygısı da var. Sen geleceğe kalmak için ne tür yöntem ve stratejiler geliştiriyorsun?

Resimlerimden yola çıkarak söylersem, günümüzde obje ve nesne üretmenin önemini vurgulamak istiyorum işlerimde. Geleceğe bırakacağımız veriler ve bilgiler giderek Bulut dediğimiz yerde toplanıyor. Bu hem bir düğme ile değiştirilebilir hem de bir düğme ile yok edilebilir. Gelecekte nesneye ve objeye geri dönüş olacaktır. Çünkü bizler verili gerçeklerin ne olduğunu ancak elimizle tuttuğumuz zaman anlıyoruz. O yüzden de resimlerimde verileri saklamaya çalışıyorum. Kendi seçtiğim verileri küratöryal süreçte olduğu gibi seçiyorum. O verileri geleceğe aktarmak ve taşımak istiyorum.

Figüratif sanattan soyuta geçen bir sanatçısın. Bu kopuş nasıl oldu?

Figüratif sanata başladığım zaman internetteki görsellerden besleniyordum. İnternetteki verilerden beslenmek demek de, ekran karşısında çok uzun vakit geçirmek demektir. Bu resimlerden kolaj yaparak faydalanıyorsanız, bunun sonu yok. Ben de ekranın karşısından, internetten uzaklaşmak istedim. Bunu da ancak soyuta odaklanarak yapabileceğimi düşündüm. Bunun da nedeni, hayatımızda ekranlardan gördüğümüz sürekli bir görüntü ve imaj akışı var. Bu akışa bir şekilde müdahale etmek istedim. Akışa müdahale etmek için de o görselleri yeniden üreterek değil, yeni bir şeyler üreterek yapmak istedim.

Yirmi dört saat kesintisiz yayının yapıldığı ve sınırsızlığın olduğu bu mecralara müdahale etmekteki amacın nedir?

O anı daha uzatmak ve yavaşlatmak. Bilgi akışı da, bir çeşit bilgi ekonomisi demek. Kendi içinde bir alışveriş söz konusu olduğu için bir ekonomiden de bahsedebiliriz. Bir şekilde reklam veya bilgi yoluyla ilgimiz yakalanmaya çalışılıyor. Ben insanın özel hayatına kadar giren bu hızı ve bombardımanı durdurmak ve yavaşlatmak istiyorum.

Siz buna müdahale etmek istiyorsunuz fakat insanlar sosyal medyada ve diğer yerlerde görünmek istiyorlar.

Kesinlikle insanların kişisel ifadelerine müdahaleden bahsetmiyorum. Benim müdahaleden kastım: internetin o saflığını yitirmesine. Artık neyin reklam neyin reklam olmadığını bilmiyoruz. Birinin çok samimi gelen Instagram hesabının arkasından bakıyorsunuz hemen reklam devreye giriyor. Masum internet günleri geride kaldı.

Dijital teknolojiden yararlanarak ortaya koyduğunuz resimler daha bir ilgiyle karşılanıyor. Bu başarında; dijital dünyanın içine doğman ve “gelecek bilgisayarda” denilen bir ailen etkisi var mı?

Annem bilgisayar mühendisi, babam da bilim insanı. Gelecek bilgisayarda denilen bir ailenin içinde büyüdüm. İki bilim insanının yanında büyümenin birçok etkisi oldu. Gelişen teknolojiyi gözlemleyebildim.

Böyle bir ortamda büyümenin kuşkusuz birçok artıları oldu senin için. Eserlerinde gözlemlenen eleştiriyi de yine en iyi bildiğin yerden yapıyorsun. Teknolojinin insan hayatı üzerindeki etkisi üzerine… Bu bir hesaplaşma olarak okunabilir mi aynı zamanda?

Mümkün olduğunca teknolojiden uzaklaşmaya çalışıyorum. Benim için resim yapmak o dünyadan uzaklaşmak anlamına geliyor. Çünkü resim yapmak için konsantrasyon, odak, zaman ve emek harcamak gerekiyor. Saatlerce ekrana bakmadan resimle uğraşman gerekiyor. Hiçbir yere bakmadan düz bir zemine bakarak zaman geçiyorum. Bu benim için bir mücadele ve direniş. Ama tamamen kendimi soyutlamayı da doğru bulmuyorum. Çünkü gerçekçi olmaz. Sonuçta ben dijital dünyada büyüdüm. Teknolojiyi de tamamen reddeden bir insan değilim. Hem pozitif hem de negatif yönlerini görüp, insan olarak en iyi faydayı nasıl çıkarırız bundan onu düşünüyorum. Ne saf ve kör bir şekilde bütün teknolojik gelişmeler bizim için çok iyidir, ne de hepsini çöpe atalım mağaralara dönelim demek istiyorum.

“Soyut ve evrensel bir dil yaratmak istiyorum”

Senin eserlerini göz önüne aldığımda “Coğrafya kader midir?” sorusunun göz ardı edilmesi gerektiğini düşünüyorum. İnternetin yarattığı “anonim” bir dünyadan sesleniyor gibi eserlerin.

İnternet ilk kurulduğunda çok idealist bir şekilde dünyamıza girdi. İşte sınırları yıkacağız, Uganda’daki insanla İstanbul’daki insan konuşabilecek gibi idealler vardı. Bu gerçekleşti de. Teknoloji gelişmeye de devam ediyor. Pek çok medyada olduğu gibi internet de büyük şirketlerin elinde. Böyle olunca da sınırlar belirleniyor. Herkes bir şekilde kendi küçük dünyalarına geri döndü. İnternetin idealist ve ütopik yanı kaybolmaya başladı. Benim her zaman öyle bir idealim var. Soyut, evrensel bir dil yaratmak istiyorum. Bu şekilde bir diyalog kurmayı düşünüyorum.

Soyut ve evrensel dil ihtiyacı, kendi yaratımın olan “Instant Paradise” adını verdiğin şifreli bir alfabe icat etmeni sağladı. Neden böyle bir alfabe icat ettin?

Oturup da alfabe icat edeceğim diye düşünmedim. Öyle bir kararla oturmadım. Biraz da doğal olarak kendiliğinden oraya vardı. İlk başta sadece soyut bir şekil üretebilir miyim diye düşündüm. Sonra baktım ki bazı şekilleri daha fazla seviyorum. Ve merak ettim. Hangi şekilleri daha fazla tekrarladım diye düşündüm. Sayınca otuz bir tane şeklin daha fazla tekrarlandığını gördüm. Otuz bir tane de çıktıktan sonra, bir font programı keşfettim. Bunları tekrar bilgisayara koyunca fark ettim ki, bu şekillere ‘A’, ‘B’ diyebiliyorum. O zaman bilgisayarda resmen yazabildim. Çok dolaylı bir şekilde ürettim.

“Gizem de yaratmak istedim”

Kitle iletişim araçları aşina olmamız gereken zamanı oldukça kısalttığı günümüzde, oluşturduğun soyut kompozisyonlarla bu süreci uzatmanın yollarını mı arıyorsun?

Amacım aslında bilgi kaydetmek. Şu an bilgi ve gerçeklik dediğimiz şey çok kaygan. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu çok iyi bilemiyoruz. Eskiden olsa bir gazete alarak net bilgiye ulaşıyordunuz. Ben, bu verileri alıp bir şekilde resim numarası altında bilgi saklıyorum. Bunlar birer kod. Bir şekilde kriptolanmış rakamlar ve kodlar. Ve o rakamları kaydetmek istiyorum. Gelecek için rakam, sayı, bilgi, istatistik ve yazıyı gizli bir şekilde kayıt altına almaya çalışıyorum.

Bu şifreler eserlerde bir gizem yaratsın diye mi oluşturuldu?

Özellikle yaratmadığım için onu cevaplamak zor. Sonradan da evet, gizem de yaratmak istedim. Ben ve işleri gören insanlar arasında bir sır gibi olsun istedim.

Her şey şifreli, sanki hayat bu şifreleri çözmek üzere kurulmuş gibi. Bir taraftan da şifresiz ve basit bir hayatın yollarını arıyoruz aslında. Senin eselerindeki şifreleri çözen insanlar sonunda ne ile karışılacaklar?

Şifre çözülmüş olarak başlıkların içinde var zaten. Veriyorum da net bilginin ne olduğunu. Benim için önemli olan o bilginin paylaşılması. Farkındalık yaratsın istiyorum. Her sanatçı gibi, kendi dünyam ve gözlemlediğim şeyleri izleyiciyle paylaşmak istiyorum. Ben bu şekilde iletişim kurmak istiyorum.

“Ben yavaşlama taraftarıyım”

Biraz da sergiye geçmek istiyorum. Türkiye’de açtığın ilk serginin adı “.tr”. Türkiye bilişim tarihinden ve istatistiklerinden ilham alarak oluşturduğun bir sergi. Seni buraya çeken neydi?

Türkiye’deki ilk büyük sergim. Genel olarak da hep şeyi düşündüğüm oluyordu. Türkiye olarak kendi tarihimizi, kültürümüzü benimsemek konusunda geriden geriyoruz ve önemsemiyoruz. Bu verilere kendimce bir katkım olsun istedim. Kendim de merak ettim. Annem ve babamdan dolayı da merak ettim. “Bilgisayarı Türkiye’ye ilk ne zaman ve kim getirdi?”, “İlk internet kafe ne zaman açıldı?” gibi sorular ilgimi çekti. Ve bütün bunları katalog gibi buluşturmak istedim.

Özellikle 1990’lı yıllarla birlikte büyük bir dönüşüm yaşadı internet teknolojileri. 2000’li yıllarla birlikte bu değişim doruğa çıktı. Günümüzde bu teknolojiden sınırsız bir şekilde yararlanma eğilimi var. Bu da hayatı anlamlandırmaktan ziyade “ anı yaşa” gibi klişeler üzerinden işleyen bir hayat tarzı sunuyor. Sen ne dersin bu konuda?

Ben yavaşlama taraftarıyım. Anı yaşamaktan ziyade, benim için bunlar bir alfabe olduğu ve bir şeyler yazabildiğim anda bir ferahlık ve verimlilik hissi yaratıyor.

Türkiye bilişim tarihinde seni şaşırtan bir şey oldu mu?

Tahmin etmediğim şekilde teknoloji ülkemize hem erken hem de geç gelmiş. Beni şaşırtan olaylardan bir tanesi, Türk mühendisler tarafından icat edilen bir kriptonun olması. Bu dünyanın başka yerlerinde de kullanılıyormuş. Diğeri, İstatistik kurumunun yaptığı araştırmalar ilgimi çekti. Antropolojik bir araştırma oldu.

Son olarak, eserlerin soyut ve şifreli. İzleyicilerin nasıl bakmasını istersin?

Sanat eserlerinin anlamını dikte etmem izleyiciye. Benim için önemli olan şey, hiçbir açıklama olmadan sanat eserinden bakanın bir şeyler çıkarması. Metni okuduktan sonra şaşırıp daha da çok hoşlarına gidebilir eserler. Benim işlerime bakan insanlar bazı karakterlerin birbirini tekrarladığını göreceklerdir. O zaman daha anlaşılır olacaktır.

*Sergi, 22 Nisan’a kadar Dirimart Nişantaşı’nda gezilebilir.

Daha fazla yazı yok
2024-04-26 22:40:15