A password will be e-mailed to you.

Eserlerini oluşturup, parçalayıp apayrı bir biçimde yeniden ortaya koymasıyla bilinen sanatçı Ebru Uygun: “Resim yapmayı, resmetmeyi sevmiyorum. O performansın ve sürecin kendi kendine gelişen oluşumu beni daha çok heyecanlandırıyor.” 

Eserlerini oluşturup, parçalayıp apayrı bir biçimde yeniden ortaya koymasıyla bilinen sanatçı Ebru Uygun: “Resim yapmayı, resmetmeyi sevmiyorum. O performansın ve sürecin kendi kendine gelişen oluşumu beni daha çok heyecanlandırıyor.” 

Ebru Uygun, çalışmalarında küçük ya da büyük fay hatlarına benzer kırılmalar yaratıyor. Eserlerinde gözlenen kırılmalar estetik anlamda bir ritim sağlarken diğer yandan da tortu bırakıyor… Nedir bu tortular? İnsanın sıkışmışlığı, “insan hafızasına istem dışı” giren görüntüler, renklerin tezat birlikteği, kentle kurulan ilişki… Yani yaşamda olan birçok şey… Ebru Uygun’la yağmurlu bir İstanbul gününde Dirimart Nişantası Galeri’de bir araya geldik. Hem eserlerinin yaratım sürecini hem de “Random Process” adlı solo sergisini konuştuk.  

 

Çalışmalarınızda yapım ve söküm öne çıkan iki özellik. Böyle bir anlayış edinmenizdeki amaç nedir? 

Benim işlerimde daha çok yapım ön planda ve performansa yönelik işler. Yani yapıp, söküp tekrar birleştiriyorum. Bu bana ait bir söz. Ezberi bozmak istedim. Bir önceki işim sonraki resme referans olarak gelişiyor. Her resim başka bir resme ait soruları oluşturuyor.

 

Oldukça ilginç bir çalışma yönteminiz olduğunu biliyorum. Çalışma yönteminizden biraz bahseder misiniz?

Yaptığım çalışmalarda makas kullanmıyorum. Yırtma eylemi var. Ağır boyanın kuruduktan sonra katmanlarını yırtarken zorlanma ve kopartma eylemi bana heyecan veriyor.  Bu sergide de işler gittikçe monokromlaştı. Renkleri resmin içinden çıkarmaya başladım. Tek renk olarak katman, kendi sözünü söylemeye başladı. Bu sergide de daha çok yoğun boya kullandım. Katman katman o boyaları bezin üstünde kuruttum. Kuruduktan sonra, tuval bezin üzerinden yırttığım katmanlar kendini dışarı atıp üç boyutlu heykelimsi formlar oluşturdu. Resim yapmayı, resmetmeyi sevmiyorum. O performansın ve sürecin kendi kendine olan oluşumu beni daha çok heyecanlandırıyor. 

 

Peki, birkaç eser üzerinde birden çalışıyorsunuz. Bu durum yaratım anında sizi zorlayan mı, yoksa birbirini etkileyen bir süreç olarak mı gelişiyor?

Birbirini etkileyen bir süreç. Bir işi yaparken öbür iş için bir bilgi, referans veriyor. Birbiriyle bağlantılı aynı zamanda, her biri kendi oluşumunu yaratıyor. 

 

Boyaların yaratım sürecinde özel bir yeri var mı?

Kullandığım boya bildiğimiz resim boyası değil. Normal evde kullandığımız boyalar. Bazen onları resim boyalarıyla da karıştırıyorum. Kendi içinde kimyasallarının bozulmasını istiyorum. Boyayı aslında kendi sınırlarından dışına çıkarmış oluyorum. Belki başka bir malzeme ile karıştırmamam gerekiyor ama kendi içindeki o bozulmalar, çatlamalar, kırılmalar özellikle istediğim, aradığım durumlar. O yüzden boyanın kendi limitlerini ve sınırlarını zorlamayı seviyorum. Tuval bezi ona ne kadar dayanabilecek, tutabilecek onu sorguluyorum. Tuval bez de kendi içinde hırpalanıyor. O da işte gördüğünüz gibi ip ip kendi içinde sökülmeler meydana getiriyor. 

 

Yani eserin de kendine ait bir oluşumdan geçmesini mi istiyorsunuz?

Esere en son şeritleri yapıştırdıktan sonra müdahale etmiyorum. Kendi içinde bir daha değişiklik sağlamıyorum. Kendi içinden çıkan katmanları en son tutkalla yapıştırdığım için herhangi bir değişiklik geçirmiyor. Malzemenin kendi sınırlarını zorlaması bana haz veren bir şey.

 

Random Process adlı yeni serginizde de soyut resimler ortaya koyduğunuz görülüyor… 

Ben metni yazıp, iş yapmıyorum. Ya da işi yapıp daha sonra arkasından metinle doldurmuyorum. Metin ve iş, ikisi bir arada birbirini oluşturuyor. Bazen işleri yaptıktan sonra, işin bana söylediği üzerine notlar çıkarıyorum. Bu durum birbiriyle paralel doğrultuda oluyor. 

 

Buradaki eserleri yatay katmanlardan oluşan eserler olarak görüyorum. Bu katmanların kentle, İstanbul’la ilişkisi var mı?

Evet, birçok şeyle ilişkisi var. Çünkü bunlar bizim yaşadığımız ortam ve görüntüler. İnsan hafızasına istem dışı giren, o hafızayı oluşturan şeyler. Bunlar işleri yaparken çıkıyor. Bazen bu eserlere baktığım zaman coğrafi görüntüler izlenimi ediniyorum. Diğer yandan halı ve kilimin izlerini görebiliyoruz. Bunların olması normal. Bunlar bize ait olan şeyler. Tutup da yabancı şeyler koymadım.

 

Katmanların sık oluşunun günümüz insanının sıkışmışlığıyla ilgisi olabilir mi?

Sıkışmışlıktan doğan tekrar bir rahatlama. Aslında her şey öyle değil mi? Bir dolum olur, sonra tekrar bir boşalım olur. O süreç öyle devam eder. Bu eserleri, bana ve bize ait duygunun bir dışavurumu olarak görüyorum.

 

Bu eserler küçük ya da büyük fay hatlarını çağrıştırıyor bana. Bu kırılmalar estetik anlamda bir ritim sağlarken diğer yandan da tortu bırakıyor…

Sonuçta her şeye bağlayabilirsiniz. Kırılma dediğimiz de birçok şeyden bahsediyoruz. Tek bir şeyle ifade etmek değil benim amacım, genel anlamda o tavrı sergilemek. Bakanın kendine ait, kendi hikâyesindeki yeri öğrenmesini istiyorum. Bunun kişisel, toplumsal bir tarafı olabilir. Benim için tavır koymak o tavrın etrafında iz düşümler, görüntüler yaratmak çok önemli. 

 

Renklerin özel bir yeri var. Özellikle siyah ve beyaz göze çarpan renkler. Renkler sizin için ne ifade ediyor.

Mesela, beyaz benim çok kuvvetli bulduğum bir renk. Çok saf ve temiz bir renk gibi gözükürken, eserimde kullandığım kırılmalarla, parçalanmalarla sert bir tavır alıyor. Aslında kullandığım teknikte bir zıtlık ve savaş var. Bakıyorsunuz ne kadar naif ve temiz renk derken bir anda çok farklı bir hâl alabiliyor. O beyazlığın içinde sert kırılmalar var. Ondaki tezatlık ve zıtlık benim hoşuma gidiyor.

 

Siyah renk?

Her siyah farklı bir siyah, her siyahın görüntüsü ve durumu da farklı. Siyah renkte kullandığım metotlar kendi içindeki nüanslarla bambaşka bir şey olabiliyor. Mesela, kaçırdığım bir nokta olayı tamamıyla ters yüz edip bambaşka bir şey yapabiliyor. Hata aslında yapmak istediğim başka şeyleri oluşturuyor. O yüzden hatalarda kusur aramıyorum. Hataları hata olarak görüp bırakmıyorum. Tam tersi onun kendince getirdiği boyut üzerinden devam ediyorum. Burada öyle bir şey oldu.

 

Dinlediğiniz müzik, izlediğiniz sinema ya da okuduğunuz bir kitap siz de bir etki bırakıyor mu?

İşin açıkçası onların etkilemesinden çok, sizin tercihleriniz daha önemli. Ne iseniz, tavrınız, bakış açınız neyse ona göre etrafınızdakileri ayarlıyorsunuz. İzlediğiniz filmleri, dinlediğiniz müzikleri, sosyal alanlarınızı, arkadaşlıklarınızı, istediğiniz şeyleri ona göre seçiyorsunuz. Sizin yöneliminizle ilgili oluyor. Benim tabii ki o dönemler okuduğum kitaplarda, dinlediğim müziklerde yarı yumuşak ama aynı zamanda sert tavırlar, o kontrast durumlar beni besledi. Elbette yazarların, yönetmenlerin bu tavırları beni etkiledi. 

 

Hangi yönetmen sizi daha çok etkiledi?

Mesela Darren Aronofsky diye ünlü bir yönetmen var. O beni çok heyecanlandırıyor. Çok farklı filmler yapıyor fakat o filmlerin altındaki tavır “sevgi” kelimesine bağlanıyor. Bu beni etkiliyor.

 

Son olarak eserlerin yanında bir etiket göremiyorum. Bunun bir nedeni var mı?

Galerinin kendi anlayışında da bu var. Bu bana da uyan bir şey. Etiketleri; işe ve mekâna müdahale eden bir fazlalık olarak görüyorum. Adlandırmak temsili bir şey.

Daha fazla yazı yok
2024-04-26 19:07:51