A password will be e-mailed to you.

 

9. Berlin Bienali’nde yaptığı post-çağdaş sanat deyişi ve argümanlarıyla tanıdığımız Armen Avanessian’ın fikir dünyasını, 15. İstanbul Bienali için geri saydığımız şu günlerde bir söyleşisiyle keşfedelim istedik. 

“Sanat dünyası ile ilgili en iyi şey şudur ki akademinin aksine sanat dünyasında en azından hâlâ insanların kendilerini iyi hissettikleri izlenimini yaşarsınız”

-Yakınlarda yapmış olduğunuz bir söyleşide çağdaş sanat hakkında yaşadığınız hayal kırıklığından bahsettiniz: “Çağdaş sanat spekülatif finans sermayesinin yoldaşıdır,” “bütünüyle kontrolsüz ve yönsüzdür ve biteviye ifadesiz yeniliklerle nitelendirilmiştir”. Sanki içindeymişseniz de şimdi –tıpkı üniversite deneyiminde yapmış olduğunuz gibi- gene terleyerek dışarı koşuyormuşsunuz izlenimine kapıldım.

Tam olarak öyle değil. Bizim neslimizin felsefecileri ve teorisyenleri sanat alanına açık gözlerle giren ilk kişiler oldular. Son otuz kırk yılın etkili şahsiyetleri bu gün seksenli yaşlarında olmalılar ve sanat dünyasında ünlenmeden önce on kitap yayınladılar. Bu gün bu isim Alain Badiou’dur on yıl önce bu şahsiyet Jacques Ranciere idi. Bununla birlikte spekülatif gerçekçiler ve hızlanmacılar benim neslimden çıkıyor ve bunların yüzde sekseni üniversitede bir işe sahip değiller. Dolayısıyla daha en başından sanat dünyasınıyla karşı karşıya geliyoruz ve onun içinde çalışabilmek için  ve aynı zamanda kendi üretimimiz adına da yaratıcı yollar bulmamız gerekiyor.

 

-Sanat alanındaki sorunlar nerede bulunmakta?

İnternet sonrası kuşak diye bilinen kuşak örneğin henüz hiç kullanmadıkları bir potansiyele sahip. Proje başarısız oldu çünkü bir galeri ya da müzeye birebir uyabilecek ve benzer aynı kanallar içinden hareket ederek akabilecek türden pazarlanabilir sanata dönüştürüldü. Ben teorinin başına benzer bir şey gelmesinden kaçınmayı tercih ederim. Teorideki gibi sanatta da sorun şu ya da bu içerikle ilgili değildir, aynı zamanda konuşmacının tutumunu ve konumunu değiştirip değiştirmediği ve beklenmedik şeylerin olmasına izin verip vermediğiyle de ilgilidir. Ben herhangi bir eylemin siyasetini bununla ölçerim.

 

-Kültürel teorisyen Philipp Felsch Teorinin Uzun Yazı adlı kitabında teorinin öldüğünü yazdı. Sanat alanında hala biraz göz kırpmakta.

Buna katılmıyorum. Ve sanatla çalışmayı da inkar etmiyorum. Sanat dünyası ile ilgili en iyi şey şudur ki akademinin aksine sanat dünyasında en azından hâlâ insanların kendilerini iyi hissettikleri izlenimini yaşarsınız. Bu sadece bir yozlaşmadır ama açıkça öteki insanlarla daha fazla dalga geçmeyi sürdürürsünüz. Sanatçılarla ya da küratörlerle yaptığım işbirliklerinin çoğu şüphesiz sanatçıları ve felsefeciyi izleyici karşısında bir araya getirmek isteyen ya da katalog metinler arzulayan birinin önayak olmasıyla başladı ama ben bunlardan hiçbirini yapmadım. Bunların yerine sanatçılarla daha uzun dönemli zamanlarda çalışmayı tercih ettim böylece yeni bir şeyin ortaya çıkması mümkün olabildi.

“Belki de tümümüz kendi ilgili alanlarımızda beklenmedik hareketlere imza atacak olan özneleriz, uyanmaya, kendimizi etkinleştirmeye ve birbirimize yardım etmeye başlamaya ihtiyacımız var.”

-Entelektüel enerjinizin büyük bir kısmını öfkeden alıyor gibi görünüyorsunuz. Özellikle üniversite üzerine yazdığınız kitaplar için geçerli bu…

Öfkenin iyi bir şey olduğunu düşünüyorum. Pek çok kişinin yaşadığı sorun şudur ki öfke yüzünden kendilerini alıngan hissederler, ama öfke benim duygudurumunu iyi yönde etkiliyor ve beni üretkenleştiriyor.

Bütün bunların Viyana’dan esen herhangi bir rüzgarla ilgisi olabilir mi? Thomas Bernhard etkisi?

Onun tarzı biraz fazla mızmız. Bu Spinoza’nın temel sorularından biri: Mutlu ya da hüzünlü duygulanımlar üretiyor musun? Güceniklik mi yoksa insanların kendilerini daha ileri taşımalarına yardım edecek yeni bağlantılar mı üretiyorsun? Hito Steyerl çok önemli olduğunu düşündüğüm bir şey söyledi, söylediği şu anlama geliyordu; sanat dünyasında insanlar durmaksızın herşeyin politikasını tartışıyorlar, kendilerinden ne kadar uzakta olduğunun hiçbir önemi yok, üzerine asla konuşmadıkları tek konuysa bizzat kendi çalışma koşulları. Bu çok önemli bir nokta, politik bir gereklilik.

 

-Öyleyse bugün hangi direniş biçimleri işliyor?

Şu anda gördüğümüz politika, kurumlar üzerinden işleyen siyaset, politik ve teorik metinler yazabileceğimiz yanılsaması ardından başka türlü etkiler de yaratıyor, tüm bunlar artık üretken modeller değiller. Kabaca söylemek gerekirse, direniş, anlamak, yeniden programlamak ve varolan teknolojik koşulları değiştirmekle ilgili bir şey. Belki de tümümüz kendi ilgili alanlarımızda beklenmedik hareketlere imza atacak olan özneleriz, uyanmaya, kendimizi etkinleştirmeye ve birbirimize yardım etmeye başlamaya ihtiyacımız var. Bana göre, teori pratikten ayrılamaz. Geçen sene Berlin’de bu konuyla ilgili bir yaz okulu düzenledim.

 

-Sanatçı Christopher Roth ile birlikte yaptığınız film, Hyperstition, da teori ve pratik arasındaki bu ilişki ile ilgiliydi. Aklıma bazı yaz okulu katılımcılarının Merve Yayınevinde oturtuğu ve polisin Kreuzberg’de mültecilerin çatı katına barikat kurdukları bir binayı ablukaya alışını dinledikleri bir sahneyi hatırladım. Öğrenciler bir biçimde katılmak istediler. Ama filmde bu konuyla ilgili olarak bütün gördüğümüz bu evin dışında dikelen ve bize teorik bir şeyler söyleyen bir teorisyen oluyor –söylediklerinin içerde olup bitenle uzaktan yakından ilgisi yoktu.

Bu yetersizlik, başarısızlık ve aşırı talebi karşılayamama, ki bu talebe yanıt vermek tüm entelektüel çabaların kalbinde yer alır, hissini göstermek istedik. Bununla birlikte, Steven Shaviro’nun söylediklerinin bu durumla hiçbir ilgisinin olmadığını söylemeyeceğim. O belli bir andan diğerine ne olacağını bilemeyeceğimiz olgusunu aydınlatıyor ama hâlâ belli bir olasılık derecesi vardır  ya da en azından bugünün bütünüyle tamamıyla otomatikleşmiş bir gelecek tarafından belirlenmediğine dair bir anı bulunmaktadır.

 

“Artık bildiğimiz politik kapitalist sistem altında yaşadığımızı düşünmüyorum, tersine bir tür bir tür finansal feodalite altında yaşayoruz ve seçimler demokrasi sonrası bir düzende gerçekleşiyor”

-Die Zeit için yakın zaman önce sığınmacılarla ilgili bir metinde “asıl çözüm” terimini kullandınız. Bununla neyi kast ediyorsunuz?

Önemli bir kriter sorunları yerel düzeyde çözmeye çalışıp çalışmadığınızdır, sorunlar yerel düzeyde çözülemezler, ya da onları küresel boyutla ilişkilendirip ilişkilendirmediğinizdir, hızlanmacılığın yaptığı gibi. Sığınmacılar sorunu, iklim değişikliği sorunu ile birlikte bütün politik sistemimizi ve ekonomimizi sorgular. Ben artık bildiğimiz politik kapitalist sistem altında yaşadığımızı düşünmüyorum, tersine bir tür bir tür finansal feodalite altında yaşayoruz ve seçimler demokrasi sonrası bir düzende gerçekleşiyor.

 

-Bir sığınmacıya şahsen yardım ettiniz mi?

Evet. Ben yarı Ermeniyim. Benim için, sığınmacılar hiçbir zaman egzotik ya da yabancı öteki olmadı.

 

-Dolayısıyla bizzat kendinize kişisel olarak yardım ettiniz?

Filmde görmüş olduğunuz gibi “Fiili olarak, kişisel olarak bir şey mi yapıyorsunuz yoksa teori mi yapıyorsunuz?” sorusunun kendisi yanlış bir sorudur. Kuşkusuz herkes yardımsever olmalı ama bu ne ölçüde? Slavoj Zizek’in de dediği gibi, teori, hükümsüz kılmaya varacak bir tür ideolojiye dönüşmeli? Babamın bugün buraya gelmesine muhtemelen izin verilmezdi çünkü Tahran’daki Hristiyan azınlığın koşulları bizim politikacılarımız tarafından yeterince kötü görülmemekte.

 

-Bedeninizi, gözlerinizi ve ellerinizi oyuna fiilen dahil etmeye başladığınız anda çok şey değişmeye başlar. Kendinizi adanmış bir entelektüel olarak görüyor musunuz?

Evet. Her gün sanat dünyasındaki ve akademideki kartellere karşı elimden gelen en iyi şekilde savaşıyorum ve bunu kişisel olarak  bu savaşımın içinde yer alarak yapıyorum, sadece yazı masası başında oturarak değil. Ama kuşkusuz bu da yeterli değil. Şimdi size çok gizli bir sır vereceğim: Gelecek sene resmi bir istihbarat teşkilatı kuruyorum, yeni bir tür istihbarat servisi ve bu servis harika olacak. Ama bunun hakkında size daha fazla bir şey anlatamam.

 

-Neden kötümser değilsiniz?

Kötümserlik, eğer Peter Sloterdijk’in söylediklerini doğru anımsıyorsam, yanlış bilince ışık tutar. Tıpkı yanlış yolda olduğunuzu bildiğiniz halde, örneğin sanat dünyasında, o yanlışı yapmaya devam etmeyi sürdürmek gibi. Diyalektik ve eleştirel düşüncenin yerine özyinelemeyi tercih ediyorum. Düşünceme ve eylemime yeni unsurlar sokmalıyım ve bu unsurlar da hem parçaları hem de bütünü değiştirir. Benim kurgusal poetikam özyineleme yoluyla eyleme dökülür. Daima başkalarıyla birlikte çalışırım, kendime yabancılaşmak ve kendimi yönlendirmek için onların virüslerinin bana bulaşması için çaba gösteririm ve sonuçta süreçten gerçekten farklı bir şey çıkar. Aslolan budur. Bu soyut düşüncelerle kafanızı çatlatmak anlamına gelmez.

“Amaç şeyleri farklı düşünmek ve algılamak değil, ama onları farklı yapmaktır (poiesis) –aksi takdirde varacağınız nokta estetik kötümserliktir”

 

Bugünümüzün büyük ölçüde gelecek tarafından belirlendiğine inanıyorsunuz. Ama gerçekte işler farklı gelişiyor olabilir mi? Şu an bunun bağlantılı olmasının nedeni nedir?

“Birinin söylemiş olduğu gibi geçmiş öngörülemez”. Kurgusal teori ile ilgilenmeye başlamam ilk olarak Quentin Meillassoux tarafından söylenmiş olan bu söz sayesinde oldu. Günümüzde pek çok insan olan biteni kontrol altına almakta zorluklar yaşadığımızı çünkü herşeyin çok hızlı hareket ettiğini düşünmektedir. Benim hipotezim ise zamanın doğasının oldukça değişmiş olduğu ve bizim bu senkronsuzlukla, zamanın artık geçmişten doğru akmıyor olduğu ama tersine bize gelecekten doğru geldiği olgusuyla, nasıl başa çıkacağımızı henüz öğrenmemiş olduğumuzdur. Şüphesiz fiyatların daima gelecek hakkında tahminler olduklarını ve bu tahminlerin günümüz üzerinde geçmişe dönük bir etkisinin olduğunu söyleyebilirsiniz. Ama bir türevler paradigması içinde yaşadığımızı düşünüyorum; yüksek algoritmik frekans alışverişinin yapısı ve ritmi günümüzün doğasını belirliyor. Sorun şudur ki, bu koşullar altında sanatçılar ve filozoflar olarak bizler hala ne tür bir eylemlilik içindeyiz?

 

-Şimdinin kibri ya da neo-mani adındaki bir hastalıktan muzdarip olduğunuz söylenebilir mi sahi? Öteden beri zamanımızın en önemli ve anlamlı zaman olduğunu ve tarih içinde herşeyin dramatik bir biçimde ortaya çıktığı çok önemli bir noktada olduğumuzu düşüne geldik –gerçekte şüphesiz durum bundan çok farklıydı.

Bir an bile olsun zamanımızın özellikle önemli bir zaman olduğunu düşünmedim. Ama şunu görmek zorundasınız savaş sonrası kapitalizmi ve onunla birlikte aşina olduğumuz toplumsal piyasa ekonomisi  basitçe artık işlevini yitirmiş durumda. Artık egemen ulus devletlerimiz yok, nüfuslar hızla artıyor ve artık hiçkimse piyasaların kendi kendini yönettiğine ya da kapitalizme zorunlu olarak demokrasinin eşlik ettiğine ciddi ciddi inanması imkansızlaştı. 18.yy Fransa’sında ya da 19.yy İngiltere’sinde olduğu gibi Amerika Birleşik Devletleri bugün umutsuzca ve çaresizce kapitalizmin himayesini hegomonik kılmaya çalışıyor.  Önümüzdeki yıllar dijital devrim ya da benzeri bir şeyin, sistemin kendisini örgütlemesine ve istikrara kavuşmasına izin verip vermeyeceğini ya da kapitalizmin nihayet kendisinden daha iyi bir sisteme yerini bırakarak sona erip ermeyeceğini gösterecek.

 

-Zamanlara sorunlu, melankolik ya da saçma gibi teşhisler koyan bir teşhis uzmanı sanatçı gibi bir karakter olabilir mi?

Ben zamana teşhis koymuyorum, benden gelecekten gelerek çalışan araştırma platformlarını kullanmaya çalışıyorum. Ben kavramsal sorunlar üzerine kafa yormak istemiyorum bunun yerine eyleyerek bir şey üretmek istiyorum. Bugünü ancak gelecekten değiştirebilirsiniz.

 

-Ama her şu an dediğimde siz her zaman geleceğe bakıyor olduğunuzu söyleyemezsiniz.

Sizin zaman anlayışınız ne? Bu anlayış senin içindeki sanat eleştirmenidir, sözgelimi bütünlüklü bir gerçeklik hayaliyle yanan ya da empatik Şimdi’nin peşinden koşan sanat eleştirmeni! Benim bu tablo içinde gördüğüm sorun, içinde yaşadığımız gerçekliğin bütünüyle estetize edilmiş olmasıdır. Kapitalizmin ve onun deneyim bağımlılığının bizi durmaksızın inanmaya yönelttiği gibi, bütünlüklü, empatik ve kapsayıcı bir Şimdi fikri, o çok kritik estetik deneyim kavramına ideolojik olarak içkindi ve içkin olacak. Bu yüzden fuarlar ve bienallerdeki estetize edilmiş tüm o sergilerin yalnızca saf ideoloji olduğunu düşünüyorum. Şüphesiz bu sanatçıların tuhaf insanlar oldukları anlamına gelmiyor. Sanat piyasasının ufuklarını sınırlamak için yaptığı kritik hamleleri durdurup reddetmekte ve bunun yerine yeni kurgusal ufuklara doğru uçmakta artık zorlanan aşırı derecede ilginç bir sanat da var.

 

-Kapitalizmden ve çağdaş sanattan sonra ne gelecek?

Şu anda Suhail Malik ile birlikte çağdaşlık sonrası koşullarımızın çok daha kesin bilişsel bir haritası üzerine çalışıyorum. Bu tam olarak bizim sorduğumuz soru: Spekülatif finansal sermayenin bu zamandaki mantığını tam olarak karakterize eden çağdaş sanattan sonra ne gelecek. Öyle ki her geleceğin bugünü daha sonra yerini bulacak bir bugünün geleceğine indirgenir. Çünkü sonunda bizden hem bugünümüzü hem de geleceğimizi çalan şey işte budur.
 

Kaynak: Interview: Armen Avanessian  / The Wrath of Time / Timo Feldhaus

Daha fazla yazı yok
2024-04-16 08:18:26