A password will be e-mailed to you.

İlk uzun metrajlı filmi Başımın Belası (Tumbledown) ile gitgide tükenmeye yüz tutmuş romantik komedi türünde şansını deneyen Sean Mewshaw büyük ikramiyeyi bulmasa da oturduğu masadan kârla kalkıyor ve gelecek için umut veriyor.

İlk uzun metrajlı filmi Başımın Belası (Tumbledown) ile gitgide tükenmeye yüz tutmuş romantik komedi türünde şansını deneyen Sean Mewshaw büyük ikramiyeyi bulmasa da oturduğu masadan kârla kalkıyor ve gelecek için umut veriyor.

Müzik alemi irili ufaklı efsanelerle doludur. Kimi genç yaşta ölmüştür, kimisi de muhteşem bir albüm kaydedip ortadan kaybolmuştur. Jim Morrison’lar, Janis Joplin’ler, Nick Drake’ler, Sixto Rodriguez’ler, Kurt Cobain’ler, Amy Winehouse’lar hep bu efsane üreten ve insan tüketen mekanizmanın parçalarıdır ve müzik piyasası onları çok sever. Öldükten sonra daha çok işe yarar bu efsaneler, zira hem sürekli para kazandırırlar, hem de dırdır edip kafa şişirmezler. Biz dinleyiciler de, çoğu kez tüm bunların farkında bile olmadan, bu değirmene su taşırız. Tek dileğimiz o hayranı olduğumuz sesi bir kez daha duymak, o geceler boyu hayaller kurduran şarkıyı bir kez daha dinlemektir oysa. Müziği, müzisyeni, yaratıcıyı anlarız ama sistemi anlamadığımız için kurbanı oluruz. İşte Tumbledown’ı izlerken aklımızdan geçen kimi düşünceler…

Gelelim filme. Hunter Miles geride 12 şarkılık muhteşem bir albüm bırakarak genç yaşta ölmüş ve küçük çaplı bir mabede dönüşen mezarına bakılırsa müzik dünyasının orta ölçekli efsanelerinden biri olmuştur. Ölümü üzerindeki esrar perdesi tam olarak aralanamamakla birlite (kaza? intihar?), geride kalan karısı Hannah (Rebecca Hall) aradan geçen iki yıla rağmen hala aynı evde, iki köpeğiyle birlikte oturmakta ve geri gelmeyeceğini çok iyi bildiği kocasının hayaliyle avunmaktadır. Bu ani ölümü atlatamamış, hayatına yeni bir aşk sokmadığı gibi, arada bir öylesine seks yaptığı bir komşusundan başka yakınlık hissettiği tek bir kişi bile olmamıştır. Ta ki, uzak bir kentten gelip ölen kocası hakkında bir biyografi yazmak istediğini söyleyen Andrew (Jason Sudeikis) ile tanışana dek. 

İlk gösterimini geçtiğimiz yıl Tribeca Film Festivali’nde yapan Başımın Belası (Tumbledown) bir romantik komedi aslında ve böylesi türleri değerlendirmek de sanıldığı kadar kolay değil. İşin komedi kısmı bir yana, aşk duygusu size geçerse geçer, geçmezse geçmez. Klişeleri bol olur böylesi filmlerin ve ne kadar klişelerden uzaklaşabilir, ne kadar özgün bir içerik sağlayabilirse o kadar başarılı kabul edilir genellikle. Bağımsız sinemanın bu konuda biraz daha şanslı olduğunu söyleyebiliriz, zira bütçe/gişe ikileminden görece bağımsız oldukları için özgün fikirlerin yeşermesi de, yine görece daha mümkündür. Her yıl izlediğimiz onlarca romantik komediden sıkılırız da, bazen beklenmedik bir film bizi yakalayıverir. Başımın Belası da işte bu potansiyele sahip filmlerden. Mizahı fazla zorlamadan, romantik yoğunluğunu da iddiasızca, gözümüze sokmadan verdiği için aynı kulvarda yarışan bir çok benzeri filme göre daha şanslı doğrusu. Hannah ile Andrew arasında filizlenmesi kaçınılmaz olan romantizmin, üzerlerinden hiç eksilmeyen bir gölge gibi onları takip eden Hunter Miles’ın hayaleti yüzünden gecikmesi de aslında romantik komedilerin en bariz klişelerinden biri ama bu sefer o denli sırıtmıyor, insanı baymıyor. Hollywood’un daha sık görmek istediğimiz simalarından Rebecca Hall kırılgan ve kafası karışık Hannah rolünde incelikli bir performans sunarken, şu sıralar sürekli karşımıza çıkan Jason Sudeikis kendini fazla zorlamadan ihtiyacı olan sayıları buluyor ve film bu iki oyuncunun performanslarıyla finişi geçiyor. Siz sağ, biz selamet.

Yıl ortasında sürpriz bir romantik komedi yakalamanın hazzı bir yana, filme müzikleriyle önemli bir katkı sunan ve hiç görmediğimiz ama her sahnede varlığı hissedilen, hikayenin neredeyse tamamı onun etrafında dönen Hunter Miles’a ses veren folk müzisyeni Damien Jurado’ya ayrıca dikkat çekmek gerek. 20 küsur yıldır müzik yapan ve 10‘dan fazla albüm kaydetmiş olan Jurado’yu eminiz indie piyasasını takip edenler duymuştur ama bu filmden sonra adının daha sık telaffuz edileceği ve şöhret merdiveninde birkaç basamak daha tırmanacağı hemen hemen kesin gibi. Hatta bir öneride de bulunalım ilgililere: daha önce kendisi memleketimize gelmiş miydi hatırlamıyoruz ama ufak çaplı bir kulüpte çalmaya gelse (Salon, Babylon vb) gidip dinleyeni bol olur bizce.

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 01:19:58