A password will be e-mailed to you.

Selanik Film Festivali, ilk üç filmini ya da daha fazlasını yapmış, ustalık yolunda ilerleyen ya da uzun aralıklarla film yapan yönetmenlerin sinemalarına odaklanmayı görev edinmiş bir festivaldir. Bu yılın toplu gösterilerinden biri de Joanna Hogg’a adandı.

Film endüstrisindeki kadınların isyan edip eşitlik taleplerini dayatmalarının keyfini sürüyoruz. Dünya festivalleri de eskisi gibi inandırıcı olmadan kem küm edemiyor kadın yönetmenlerin azınlıkta kaldığı, yönetmenin cinsiyetine değil filmin niteliğine baktıkları vb. konusunda… 31 Ekim’de başlayan 60. Selanik Film Festivali mesaime 2 Kasım sabahı başladım. Daha ilk günden, birbirinden etkileyici ve özgün filmler izledim. Bunların üçü Türkiye’de de gösterilmişti, ama her festivali takip etmek mümkün değil, kaçırdıklarımı telafi ettim. Rastlantı değil elbette çoğunun yönetmeninin kadın olması! 2 Kasım, Selanik’te Joanna Hogg günüydü. Öğleyin basın toplantısı, akşamleyin, bu yıl Sundance Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü kazanan, Jean Honore Fragonard’ın filme adını veren tablosu gibi ince işçiliğiyle ince duyarlılığını birleştiren bir iş olan yeni filmi The Souvenir’in gösterimi vardı.

Selanik Film Festivali, 2019

Selanik Film Festivali, ilk üç filmini ya da daha fazlasını yapmış, ustalık yolunda ilerleyen ya da uzun aralıklarla film yapan yönetmenlerin sinemalarına odaklanmayı görev edinmiş bir festivaldir. Aynı zamanda, sahne ışıkları altında parlamaktan ziyade kendilerini bir üslup oluşturmaya ve geliştirmeye yönelen yönetmenlerin festivalidir. Yıllar içinde birçok önemli ismin toplu gösterilerini yaptı. Bu yılın toplu gösterilerinden biri de Joanna Hogg’a adandı.

2007 Londra Film Festivali’nde ilk uzun metrajlı filmi Unrelated ile FIPRESCI Ödülü kazanan Joanna Hogg’un ikinci filmi Archipelago 2010 yılında yine Londra’da gösterildi. Exhibition adlı üçüncü filmi ise 2013 Locarno Film Festivaline seçildi. Hogg’un sinemasında sinefillerin hemen tanı koyacağı bir Eric Rohmer ve Yasujiro Ozu esinlenmesi mevcut, ama onun ötesine geçip kendi kimliğini ortaya koyan bir dili var.

Hogg’un Hayatından İzler

Birbirinden güzel ve şık mekanlarda aile tatilleri ve yemekleri, bu cilalı burjuva hayatının altında kaynayan huzursuzluk ve mutsuzluğun dışa vurduğu tartışmalar… Zaman zaman yumuşak bir duygusallıkla sarmalansalar da bireyleri adeta yutan ortamın zarafetine tüyler ürpertici biçimde uyumlu toksik ilişkiler… Aynı kanı taşıdıkları halde birbirlerine yabancılaşan aile bireyleri… En ateşli aşkları yaşayıp mahremiyeti paylaştıkları halde aralarına aynı mekanda kapanmaz mesafeler giren, duygularından soğuk duvarlar örülen çiftler… İnce ince hesaplanmış ve kurgulanmış bir mizansenle doğaçlamadan en iyi sonucu almak için gidişine bırakılmış uzun planlar…

Resim sanatının mirasını beyazperdede yeniden yorumlarken diyaloglara da ağırlık vererek insanın kendini en etkili ifade etme biçimini, sözü de filmin olmazsa olmaz bir parçası olarak kullanan özgün bir tarz.

!f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali’nin Galalar bölümünde gösterilen The Souvenir’de Hogg’un sinemasının doruğuna çıktığını düşünen çok. Film okulu öğrencisi Julie ile kendinden yaşça büyük, eksantrik ve eroinman Anthony’nin ilişkisini konu alan film, Hogg’un hayatından izler taşıyor.

Martin Scorcese’nin yapımcılarından biri olduğu filmde başroldeki Honor Swinton Byrne ile zamanımızın en iyi oyuncularından Tilda Swinton, gerçek hayattaki gibi anne kızı canlandırıyor. 21 yaşındaki Honor Swinton Byrne, on yıl önce yine annesinin rol aldığı Luca Guadagnino filmi Benim Adım Aşk / Lo Sono Amore’de rol almıştı. The Souvenir’in devam filmi 2020’de gösterime çıkacak. Sundance’ten başlayan övgüler bu genç oyuncuyu annesinin izinde doruğa taşıyacağa benzer, en azından art house sinemada… Kendi adıma performansını büyük ölçüde takdir ettiğimi ama izlerken sürekli aşırı çaba gösterdiğini düşünmekten kendimi alamadığımı söylemeliyim. İzlenimim “Ne kadar iyi oynamış” değil, “İyi oynamak için ne kadar çok uğraşmış”… Öte yandan Anthony rolündeki Tom Burke, bu karmaşık, karanlık ve trajik karakteri müthiş bir doğallık ve inandırıcılıkla canlandırıyor.

Dirty God, Vicky Knight

Sacha Polak’tan Dirty God

Kendini uygar, modern, ilerici, demokrat, özgür vb. sıfatlarıyla tanımlayan, toplumların dahi kadınları, sırf kadın oldukları için defalarca kurban etme, yargılama, cezalandırma potansiyelini anlatmakla bitmeyen öyküler çıkarıyor karşımıza. Rotterdam ve Sundance film festivallerinde yarışan, Hollanda Film Festivali’nde Altın İnek dahil birçok ödül kazanan ve 30. Ankara Film Festivalinde de gösterilen, Dirty God, terk ettiği erkek arkadaşının asitle saldırısına uğrayan Jade’in bedenen ve ruhen iyileşme sürecinde yaşadığı bunalımı konu alıyor.

Genç yaşta bir yangında yaralanan ve canlandırdığı karakter gibi yanık izlerine sahip olan Vicky Knight’ın performansı bu filmin inandırıcılığını katbekat arttırıyor. Filmin gösterimine yönetmen Sacha Polak ile birlikte katılan Knight kendisindeki yeteneği ortaya çıkaran bu rolü üstlenmekte duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Hollandalı Polak, başka bir proje üzerinde çalışmak için İngiltere’de bulunduğu sırada yanık ve yara izi tedavisi yapan Katie Piper Vakfı’nı ziyaret etmiş ve burada tanıştığı genç kadınlar ona Dirty God için esin vermiş.

Sacha Polak, 2012 yılında Hemel adlı filmiyle Berlin Film Festivali Forum bölümündeki FIPRESCI Ödülünü kazanmıştı. Senaryoyu Helena van der Meulen’in yazdığı film, kendi ilişkileri seks odaklı kalan genç bir kadının, ‘hayatının erkeği’ olan babasının gerçek aşkı bulmasıyla birlikte geçirdiği duygusal sarsıntıyı konu alan bu film enerjik bir genç yönetmeni müjdeliyordu. İlginçtir, Sacha Polak’ın üvey annesi yaklaşık 50 yıldır Hollanda’da yaşayan ve Snackbar başta olmak üzere birçok filmleriyle tanınan, Türkiyeli Meral UsluPolak’ın senaryosu yine Helena van der Meulen imzalı ikinci filmi, acı çeken bir kadının portresini yönetmenin enerjik tarzıyla kotardığı Zurich de Berlin Film Festivali‘nde CICAE Ödülü kazandı.

Kadın Nitelikleri ve Kadın Öykülerine Dair

Hollanda, İngiltere, Belçika, İrlanda ortak yapımı Dirty God, asit saldırısının şokunu yaşayan Jade’in kendine güveninin yeniden kazanmak için ‘eskisi gibi’ olmak isteyen, bu nedenle gerçekleri görmezlikten gelen Jade’in verdiği mücadeleyi anlatıyor. Öte yandan, kadınlarda güzellik ve cinsel cazibenin ‘öncelikli’ nitelik sayıldığı, giyinmenin örtünmek değil bedeni sergilenmeye dönüştüğü, giysi tasarımlarının olabildiğince çok göstermeye odaklandığı insan tenini beğenilir / beğenilmez ikilemine indirgediği çağdaş dünyanın bir eleştirisi bu film.

Anca Damien, Marona’nin Fantastik Yolculuğu

Anca Damian’ın yeni canlandırması Marona’nın Fantastik Yolculuğu / L’extraordinaire Voyage de Marona da !f seçkisinde çocuk filmi olarak gösterilmiş olsa da özünde bir kadın öyküsü anlatıyor. Filmin kahramanı olan Marona bir dişi köpek. Damian’ın sezgileri mükemmel gelişmiş, duygusal açıdan olgun, sevme ve bağlanma açısından insandan çok daha ileri düzeyde olan bir canlının trajik hayatını detaylandırmadaki başarısı olağanüstü. Son derece naif ve yalın bir öyküyü, psikolojik açıdan bir kadın gözüyle aktarıyor ve mizahla çeşni katıyor. Sürreal ekspresyonist tarzdaki film teknik yetkinliğiyle bu canlandırmayı üstün bir sanatsal boyuta taşıyor. Klasik denebilecek, resim değeri yüksek Crulic, birçok farklı tekniği bir araya getiren, çarpıcı ve şiirsel bir kolaj olan, İstanbul Film Festivali’nde bir seferliğine verilen Audentia Ödülü dahil önemli başarılar kaydeden Büyülü Dağ / La Montagne Magique gibi filmleriyle tanınan Damian, Rumen sinemasının önde gelen temsilcilerinden biri, kuşkusuz.

 

İLGİLİ HABERLER

Selanik 60’ında anarşist oldu!

Selanik’te yarışma heyecanı

 

Daha fazla yazı yok
2024-04-27 23:55:59