A password will be e-mailed to you.

2 Eylül Cuma günü gazeteci-yazar Şenay Aydemir, Can Yayınları tarafından yayımlanan yeni kitabı Organik Bozukluk: 21. Yüzyılda Tembellik Hakkı’nı Dünyada Mekan adlı dernekteki sohbetle tanıttı. İşsizlikten tembellik hakkına, yaşanan örneklerden kişisel deneyimlere ve çeşitli açılımlara kadar birçok şey konuşuldu ve tartışıldı. 

Şenay Aydemir işsiz kalma süreci şöyle anlatıyor: Radikal’de gazetecilik yaparken, bir gün müdürü Cem Erciyes’ten gazetenin kapandığına dair haber alıyor. Ardından gazete isteyen çalışanlarına tazminatlarını verebileceğini bildirdikten sonra Aydemir radikal bir karar verip, tazminatını alıp işten ayrılıyor. İşte bu ayrılma kararıyla hayatındaki değişiklikler hızla başlıyor. Ayrılmadan önce medyanın aldığı formdan rahatsız olduğunu ve aldığı kararın onu 2016’nın Ağustos ayında yayımlanan yeni kitabına kadar götürüyor.  Esasında bu karar alma sürecinin öncesinde de Aydemir ruhen bir rahatsızlık hissediyor ve yılların verdiği bu hissiyat da onu ‘bilerek’ işsiz kalma sürecine doğru itiyor. Burada rahatsız olduğu kavramsal düşünce, haber içeriklerinin bozularak kalitesizleşme formasyonuna evrilmesi olarak tanımlayabiliriz. Gazeteciliğin o günkü ortamda kendisini tatmin etmediği için, yeni bir yola sapmayı daha uygun buluyor. Hepimizin çalışma hayatında böyle nefeslenmeye ihtiyacı olabilir. Bu ihtiyacı tespit edebilmek, ruhunuzun sıkıştığını kabullenip yüzleşebilmek ve daha önce iş hayatınızda yapamadığınız işleri gerçekleştirmek adına yeni yollar aranabilir. Evet, ödemeler, faturalar veya evli çocukluysanız bu tür radikal kararlar almanın zorluğunu elbette ki anlayabiliriz. Fakat hayatın içinde iniş çıkışlar, arayışlar olabilir. Bunlar bizi daha yaratıcı da kılabilir. Bu arada, biz yine Aydemir’in hikayesine dönelim. 17 yıl boyunca haftada 6 gün en az 8, hatta 12-15 saate varan bir tempoyla çalışmanın ağırlığını taşıyan Aydemir, dinlemeye o günkü medyanın aldığı formun da etkisiyle ihtiyaç hissediyor. Evet, kabul etmek gerekir ki, bizler de uzun çalışma hayatının içinde böyle ‘es’ler vermek istiyoruz. Tabii ki, bu cesarete sahip olup gerçekleştirebilmek sanıldığından da kolay olmasa gerek!? İşte Aydemir bu cesareti göstererek, kendi talebiyle 17 yıl boyunca giydiği kurumsal ceketini asıp, ücretli iş hayatını sonlandırıyor. Nasıl olsa bu işi bıraktıktan sonra yeni bir yerde iş bulurum ümidiyle başlayabileceği hususunda iddialıyken, medyadaki hızlı çöküntünün sonucunda en güvendiği üst düzey müdürlerin de işten çıkarılmasıyla iş bulamaz hale geliyor.  Ve bu dönemden sonra sistemi sorgulamaya başlıyor. 

Aydemir’in anlattıklarını değerlendirdiğimizde kapitalizmin yani neo-liberal sisteminin her sınıfa olan etkisini görüyoruz. Gerçekte geniş bir kesmi oluşturan orta ve alt sınıfa olan etkisi haliyle çok sarsıcı. Çünkü Aydemir gibi yıllarca medyada çalışmış bir gazeteci bile, yani kalifiye bir çalışan olmasına rağmen, her an işsiz kalabilme riskinin var olması da orta sınıf beyaz yakalılar için büyük bir tehdit oluşturmakta. Sinema kitabı yazmak isterken, işsiz kalma süreci ile beraber bu kitabı yazmaya başlıyor. Aydemir, teknolojinin gelişmesi ile beraber hayatın kolaylaştığı iddiasının aksine, hızdan dolayı daha da yoğunlaştığını ve bunun da çalışanlar açısından çok daha fazla çalışmak olduğunu belirtiyor. Böylece mesai süresi artarken, genel olarak ücretlerde ise iyileşme olmuyor. Bu baş döndürücü hızla beraber de, içerikten öte haberi ilk kimin yayına aldığı ve öne çıkarttığı daha değerli olarak algılanıyor. Bu da ister istemez internet haber sitelerinin içeriklerinin boşalmasına ve baştan sağma işlerin çıkmasına da neden olabiliyor. Aydemir, böylece copy-paste kültürünün sinsice yerleşerek, birbirinin haberini çalma dönemine girildiğini ifade ediyor değerlendirmesinde. İşte medyada yaşanan bu gelişmeleri de ele alarak, kitabının ana temasını olan tembellik hakkı ile ilgili bir kitabını yazıyor.  Aydemir, işsizlikle ilgili olarak kitabında, kendinin ve arkadaşlarının yaşadıklarını birer karaktere dönüştürerek, işin içine popüler kültür bağlamında edebiyat, sinema, dizleri ele almış ve az da olsa teoriyi de eklediğini söylüyor.  

Aydemir, medya ile ilgili anılarını, yaşadıklarını yazmaya başlamışken, çeşitli konuların aklına geldiğini ve bu yazılardan gelen açılımlarla bu kitabı yazdığını belirtiyor. Bunun nedenini, şöyle açıklıyor Aydemir: “İşi bırakmakla ne kadar doğru bir şey yaptığımı ve kendime ait zamanı kuramadığım için bir sürü şeyi kaçırdığımı fark ettim”. Cümlenin ‘kendine ait zaman olmamasını fark etmesi ve kaçırılan bir hayat olduğunu idrak etmesi’ kilit noktası. İşten atılan başka insanların da hikayelerini birleştirerek hazırlıyor kitabını. Çalışmamayı reddetmekten öte, konvansiyonel (ücretli bir şirkette en az 8-10 saat emeğini satma hali) çalışma biçimine muhalif Aydemir. Teknoloji geliştikçe hızın arttığını, böylece aslında daha fazla çalışıldığını vurguluyor. En basit örnekle evini bile tanımadığını, ancak işinden ayrıldıktan sonra fark ettiğini söylüyor. Kitaplığa baktığında ne kadar çok kitap ve DVD olduğunu, gardırobunu açtığında gereğinden fazla kot pantolon ve tişörtü neden aldığını sorguluyor. Hatta işe giderken izlediği rutini sorgulayınca aslında bir kapana sıkışmışlığı, yaratıcılığının azaldığı bir hissiyatı görmesi adına önemli bir kazanım da elde ediyor. Garanti yaşamın konforuna alışarak, hayatta ıskaladığı şeylerin ne kadar önemli ve değerli olabileceğini kitabında bahsediyor. Bazı alışkanlıklarını değiştirerek, statükoya karşı koyuyor ve kent hayatının kıymetini bu dönemde fark etmenin hazzını alıyor. İşten ayrılınca vaktinin olmasından dolayı farklı arkadaşlarıyla iletişime geçtiğini, eski rutinleri bırakarak değişik, sıradan olmayan dünyalara dokunabildiğini deneyimliyor. İki yıl içinde geçmişte yaşadığı insanlarla ilişkilerini toparlama fırsatı vererek, bazı değerlerin önemini anlıyor. Buradaki işsizlik kavramını çalışmamak anlamında kullanmıyor. Aslında üretime devam ederek, kendine vakit ayırdığı bir çalışma metodunun benimsemesi. (Elbette herkesin metodu kendine olacaktır). İşsiz kalma durumunu büyük bir panikle karşılamadan, yaratacağı olanakları tespit edebilmek lazım. Önemli olan kalan değerli zamanı kullanabilmek, o fırsatı yaratabilmekte. Mesela kentte yapılan birçok etkinliğin olduğunu anlatıyor. İlla gişe filmlerine para verip gitmemek gerektiğini, bedava gösterimi olan filmlerin takip edilebileceğini hatırlatıyor. Önemli olan ne istediğimizi bilmek ve bu durumda yeni çözümler bulabilmek.  

İşsizken yaşamak ve geçinebilmek için maalesef para da önemli bir değer. Bu nedenle, Aydemir, parayla kurulan ilişkinin sinsi olduğunu, kişinin zafiyetini bulup teslim aldığını vurguluyor. Temel ihtiyaç diye tanımlanan şeyin çok büyük sepete dönüştüğünü anlatıyor. Sepetin  içindeki “şey”leri çıkarmanın günümüz dünyasında çok zor olduğunu ve tüketim zinciri içinde yer aldıktan sonra fasit bir döngü şeklinde yaşandığını belirtiyor. Günümüzdeki tüketim üzerinden var olma deneyimini Zygmunt Bauman’dan örnek vererek anlatıyor. Bauman, Yoksulluk adlı kitabında modern zamanda yoksulluk sadece işsizlikle tanımlanırken, tüketim toplumunda ise, işinizin olup olmamanızla ilgilenmiyor, tüketemiyorsanız yoksulsunuz diye örneklendiriyor. Kısaca söylemek gerekirse, “bankada 500 bin liran var ama bu parayı tüketime sokamıyorsan yoksulsun” diyor. Ki tüketimin bir statü sembolü olmasını da buradan geliyor. Aynı zamanda üretimin ve rekabetin yoğun olduğu ekonomik ağırlıklı dünyada, artık bazı ihtiyaçların lüks olmaktan çıkarak temel ihtiyaç haline gelmesi ve böylece kazanılan ücretin yeterli gelmemesi nedeniyle sıkıntının çekilmesi de çok muhtemel bir durum.  Fırsatlar dünyasının cazibesine katılmanın sonucunda ihtiyaçmış gibi aldığımız “şey”ler aslında ihtiyaç olmadığını, tüketime katılarak toplum içinde kendimize yer açmak için rekabete girdiğimiz alanlar olarak niteliyor.  

Şenay Aydemir önerdiği modelin bir tarafıyla da fantezi olduğunu belirtiyor. Aslında gerçekçi bir perspektiften de bakıyor. Bir dönem için gerçekleşebilir bir fantezi olsa da, herkesin mutlu olabileceği bir model olmadığının altını çiziyor. Az çalışıp herhangi bir yerden kazandığı para ile bu fantezi dünyasında pek de yaşayacak bir yerin olmadığının da farkında. Fakat herkesin belli bir dönem kendine zaman ayırması gerektiğini de özellikle vurguluyor. Satılan emek kalan boş saatleri karşılamıyorsa, burada bir mutsuzluğun oluşabileceğine dikkat çekiyor. Aydemir’in verdiği emeklilik örneği aslında çok çarpıcı. Eskiden emekli olunca kalan 15-20 yıl varken, bu dönemde hayaller kurulurken ve bunların gerçekliği o yıllarda mevcutken, günümüz çalışanının böyle bir hayale kavuşmasının çok zor olduğunu, zaten yüksek olan emeklilik yaşından dolayı fırsatların yetersiz olmaya başladığını söylüyor. 

 

Aydemir’in anlattığı konuların ışığında bu kitap belli ki de yaşamınızı değiştirecek. Bu nedenle göz atmakta fayda var. Artık gerisi size kalmış… 

Daha fazla yazı yok
2024-04-26 03:47:57