A password will be e-mailed to you.

Festival sona erdi, hangilerine ikinci bir şansı vermeli hangilerini unutmalı?

34. İstanbul Film Festivali bu sene de oldukça heyecan verici geçti. Yaklaşık 200 filmin gösterime girdiği festivale Bakur filmine uygulanan sansür damgasını vurdu. Polislerin sinema bastığı dönemlerin nostlajisini yaşadık. Bu olaylara tepki olarak ödül dağıtlımadı, yerli filmler festivalden ve dolayısıyla bizim listemizden de çekildi. Festivalde dikkat çeken 10 filmi derledik;

While We’re Young

Frances Ha’nın yönetmeni Noah Baumbach’ın filmi While We’re Young, yine benzer bir konuyla, potansiyeline ulaşmak isteyen fakat karakter özellikleriyle kendi kendini baltalayan bir belgeselci ile ilgileniyor. Film tahmin edilebilir bir senaryo akışına sahip olsa da ufak detaylarla kendini izlenebilir kılıyor. Filmin kahramanı, Adam Driver ve onun evini tasarlayan sanat yönetmeni diyebiliriz.

Notu: 6/10

Reality

Rubber ile festivallerde ortalığı ayağa kaldıran Quentin Dupieux’un o günlerden bugüne bir gelişme kaydettiğini söylemek zor. Fakat zaten Dupeiux da bu noktadan bulunmaktan oldukça memnun gibi. Dupieux filmlerine aşina olmayanlar için Reality’yi, Woody Allen tarafından yazılmış, David Lynch tarafından çekilmiş, M.Night Shyamalan tarafından tekrar çekilmiş bir film olarak tanıtabiliriz. Anlamsız fakat biraz da kafa açan bir komedi filmi izlemek isterseniz bu film size göre.

Notu: 5/10

The Duke of Burgundy

Berberian Sound Studio ile tanıdığım ve bir sonraki filmini sabırsızlıkla beklediğim Peter Strickland, bu sefer hastalıklı, sadomazoşist bir ilişkiyi sinemaya yansıtıyor. Fakat ilişkinin hastalıklı olmasının nedenini sadomazoşizme bağlamıyor. Strickland bu tarz bir ilişkiyi normalleştirirken, oluşturduğu kendi gerçekliğine seyriciyi kolay bir şekilde ikna ediyor. Filmin başında kullandığı donan kareler, kurutulmuş kelebeklerle birleşiyor ve bizi sürekli bir loop halinde devam eden işkenceci bir ilişkinin içine alıyor. Film, bize kabul ettirdiği garip dünyada hepimizin ilişkilerde yaşadığı olağan olayları farklı bir şekilde anlatıyor. Aslında basit bir ödün verme, aşk için acı çekme durumunu bu kadar farklı bir dille anlattığı için Strickland’ı tebrik etmek gerekir fakat filmin önemli bir şey söylemiyor olması, sürekli bir tekrardan oluşması, bir yerden sonra sıkıcı bir hale geliyor. Filmin seyircide (en azından bende) oluşturduğu izlenim, Strickland’in arkadaşlarıyla arasında bir espiriyi ekrana yansıttığı yönünde oldu. Seyircinin de bu espiriye dahil olamaması filmin asıl sıkıntısını ortaya çıkarıyor.

Notu: 5/10

Star

Film seçmeye çalışırken Star hakkında İKSV’nin sayfasında pek bir bilgi verilmiyordu, sadece filmin yönetmeni Anna Melikyan’ın röportajından bir parça koyulmuştu. Filme gidip gitmeme arasında kalmıştım, filmi izledikten sonra anladım ki bu film hakkında gerçekten bir şeyler söylemek çok zor. Film tüm duygu notalarına basmayı o kadar ustalıkla beceriyor ki rasyonel bir şekilde film hakkında değerlendirme yapmak neredeyse imkansız. Tüm seyircilerin tecrübeleri tabii ki farklı olmuştur fakat Star beni en çok etkileyen filmlerden biri oldu. Filmden çıktığımda hangi tarafa yürüyeceğimi dahi şaşırdım, uyur gezer gibi ayaklarımın beni yönlendirmesine izin verdim. Festivalin mutlaka izlenmesi gereken filmlerinden biri.

Notu: 9/10

Bird People

Filmi beğenmeyen eleştirmenler tarafından bile hakkı verilen Bird People, hem sıkıcı hem de olması gerekenden yaklaşık bir saat daha uzun. Filmin ikici bölümünde ilginç diyebileceğimiz sahneler izliyoruz fakat yönetmen Pascale Ferran, bu sahneleri de oyuncağı haline dönüştürmekten ve anlamsızca uzamaktan kendini alamıyor. İzlemek isteyenlere tavsiyem filmi direk ikinci kısımdan açmaları yönünde.

Notu: 3/10

Listen Up Philip

Listen Up Philipikinci kitabını yazan, ufak çapta başarılı fakat oldukça büyük bir egoya sahip Philip’in neredeyse kasten baltaladığı aşk hayatını ve edebiyat dünyasında kendisini kanıtlama isteğini konu alıyor. Alex Ross Perry’nin yönettiği film, Jason Schwartzman’ın omuzlarında taşıdığı bir komedi filmi. İngiliz komedyenlerin genelde kullandığı küstahlık üzerinden güldürme formülü Schwartzman’ın da oyunculuğu ile bu filmde çok iyi çalışmış. Filmin çok konuşmasını, dram aksını iyi oturtmasına rağmen fazlaca tekrara düşmesini eksi olarak gösterebiliriz. Fakat eğlenceli bir film izlemek istiyorsanız Listen Up Phillip beklentiyi tam anlamıyla karşılayacaktır.

Notu: 6/10

Black Souls

Mafya filmlerini sevmeyen biri olarak, bu filmde beni en çok çeken etken filmin çekildiği mekan oldu. Italya’da mayfanın en etkin olduğu bölgelerden Africo’da çekilen film hakkında tek olumlu nokta da bu mekan. Black Souls’un alışıla gelmiş mafya filmlerinden uzak olduğunu ve intikam anlayışına getirdiği orjinal bakış açısını taktir etmek gerekir  fakat filmin banallığı tüm olumlu noktalardan seyirciği uzaklaştırıyor ve aklınızda kalan tek şey Africo oluyor.

Notu: 3/10

‘71

Fransız yönetmen Yann Demange tarafından çekilen ’71, 1971 yılında Belfast’ta çatışmaların ortasında tek başına kalan bir İngiliz askerini takip ediyor. İrlanda’nın beraberinde getirdiği gri tonlar, belgesel estetiğinde kullanılan kamera, dönem filmi olmasının da katkısıyla oluşan ilgi çekici dekorlar filmi seyir zevki yüksek bir noktaya taşıyor. Demange, aksiyonu o kadar iyi yükseltiyor ki bir noktada kendi standartlarına yetişememeye başlıyor ve ‘şanslı’ bir İngiliz askerini izlerken bir anda senarist tarafından zorla hayatta tutulan İngiliz askerini izlemeye başladığımızı hissediyoruz. Filmin inandırıcılıktan uzak sonuna rağmen iyi bir aksiyon filmi olduğunu söyleyebiliriz.

Notu: 7/10

45 Years

Star ile beraber festivalde izlediğim en iyi film Andrew Haigh’ın yönettiği 45 Years oldu. Film 45’inci yılını kutlamak üzere olan bir çifti konu alıyor fakat tam 45’inci yıllarını kutlayacakken Geoff’a (Tom Courtenay) gelen bir mektup bu çiftin hayatını karıştırıyor. Mektupta, Geoff’ın gençliğinde ilişki yaşadığı Charlotte’ın cesedinin donuk bir şekilde bulunduğu yazıyor. Geoff’ın hatıralarında hala o günkü gibi kalan Charlotte, aynı zamanda fiziksel olarak da Goeff’ın hatıralarındaki gibi. Bu seçim, unutulamamış bir eski sevgiliyi en iyi tasfir etme yollarından biri. Mektubun arkasından gelen Geoff’ın yolculuk planları karısı Kate’i de endişelendiriyor. Kate, konu hakkında daha fazla araştırma yaptıkça çatışma daha da kızışıyor. Kate’in çektiği acıyı en iyi anlatan sahnelerden biri, Geoff’ın eski sevgilisinin slidelarını yansttığı örtüyle, yatak odalarındaki örtünün aynı olması ve Kate’in her gece bu yatakta yatması diyebiliriz. Kate, Charlotte’ın yarattığı anılarla örülü bir yatakta uyumak zorunda kalıyor. 

Başka Sinema bu filmi seyirciyle buluşturur mu bilmiyorum ama en azından malum ortamlara düştüğünde kaçırmayın derim

Notu: 9/10

Victoria

Victoria ile ilgili ilk duyacağınız şey filmin tamamının tek plan olduğu olacaktır. Ki 140 dakikalık, aksiyon dolu, sokaklar, apartman çatıları, barlar, kafeler gibi bir çok mekanın kullanıldığı bir filmin muhteşem bir oyunculuk ve kamera kullanımı ile tek planda çekilmesi gerçekten hayranlık uyandırıcı bir durum. Yine de bu durum filmin önüne geçemiyor. Çocukluğundan beri tek yaptığı şey piyano çalmak olan, gecesini gündüzünü buna adayan Victoria, başarısız olduktan sonra Berlin’e gelir, burada bir kafede çalışmaya başlar, amacı kaybettiği yılların acısını çıkarmak, macera yaşamaktır. Gece klübü çıkışında dört erkekle tanışır, güvenilir tipler olmayan bu dört arkadaş Victoria’ya ‘gerçek’ Berlin’i gezdireceklerine söz verir ve Victoria talep ettiğinin çok üstünde bir macerada kendini bulur.

Notu: 8/10


Daha fazla yazı yok
2024-04-28 19:19:31