A password will be e-mailed to you.

‘Parçalar&Haller’ sergisi 15 Kasım’da Bor Sanat’ta izleyicilerle buluşmaya başladı. Özgür Cem Hancan Sanat Koleksiyonuna ait başta Fikret Mualla olmak üzere, Fahrünnisa Zeyd, Özdemir Altan, Nuri İyem, Mustafa Ayaz gibi sanat tarihimizin önde gelen sanatçılarının 63 eserine yer veren serginin küratörü Ebru Nalan Sülün, Sanatatak’ın sorularını yanıtladı. Akademik olarak da koleksiyonculuk üzerine çalışan Ebru Nalan Sülün ile hem çağdaş sanat koleksiyonculuğunu hem de ‘Parçalar&Haller’ seçkisini konuştuk.

“Çağdaş sanat koleksiyonculuğunda üçüncü evre: Pandemi sonrası”

Türkiye’de çağdaş sanat koleksiyonculuğunun gelişimi üzerine çalışmalarınızı yakından takip etmekteyiz. Konuyu ele alırken 1990 sonrasını ve 2000’leri iki ayrı başlıkta ele alıyorsunuz. 1990’lardaki belirsiz atmosfer ile beraber küreselleşmeye başlayan sanat piyasası çeşitli şirketleri de bu alana daha çok yönlendiriyor. 2000’ler ise sanat camiasının hayli hızlı yılları… Koleksiyonlar zenginleşiyor, özel sanat galerileri artıyor, art arda sanat olayları yaşanıyor. Peki bugüne baktığımızda, yeni sanat mecraları, ifade biçimlerindeki çeşitlenmeler ve çoğalan dijital araçlarla birlikte bugünün çağdaş sanat koleksiyonculuğunu bir üçüncü evre olarak görebilir miyiz, yoksa 2000’ler için açtığınız başlığın devamında mıyız?

Evet, 1990’lı yıllar dünyada Berlin Duvarı’nın yıkılışı, SSCB’nin dağılışı, Körfez Krizi, Türkiye’de de eş zamanlı yaşanan faili meçhul cinayetler, karmaşık siyasi ortam ve ekonomi alanında yaşanan 5 Nisan kararları ile akıllarda yer ediniyor. Bu dönem; tüm bunların sonucunda yaşanan ekonomik krizin ardından iflas eden iş insanlarının TMSF ile satışa çıkarılan koleksiyon eserleri, yayınlanan koleksiyon kitapları ve koleksiyonlardan seçki sunan sergiler yoluyla koleksiyonların tartışılmaya başlandığı da bir dönem. 2000 sonrası ise bu koleksiyonların bazılarının vakıflaşma- müzeleşme/ kurumsallaşma sürecine girmesi ve paralelinde modern müzecilik yaklaşımlarının sonucunda uluslararası vizyonun yaygınlaştığı bir dönem olarak not edilebilir. Elbette; bu konunun günümüze dek sorunsalları da ayrı bir başlık. Soruya gelirsek; tüm bunlarla paralel bana göre yeni başlık ‘pandemi’ ile oluştu. Pandemi sonrası koleksiyonerlik sorunsallarının farklı ara başlıklar oluşturduğunu düşünüyorum. Bu dönem hızlıca, çok sayıda eser alarak – özellikle sosyal medya aracılığıyla yapılan müzayedelerden-  koleksiyoner olan isimleri biliyorum. Keza bu konunun da büyük sorun olduğunu düşünüyorum. Sahte eserlerin bu dönemde kolaylıkla piyasaya sürülmüş olma ihtimali çok yüksek. Sonuçlarını bana göre ileride göreceğiz.  NFT ve dijitalleşme konusu da yine pandemi sonrasında daha fazla konuşuldu, hatta gündeme geldi. İnternet ortamında eser satan web sitelerinde de büyük artış oldu. Elbette bu durumun avantajları da var. Bu mecraların, eserlerini görünür kılma şansı olmayan sanatçılar için küresel bağlamda da önemli bir alan oluşturduğunu düşünüyor, bu sitelerin yaygınlaşmasını olumlu buluyorum. Bu maddeleri arttırabiliriz. Dolayısıyla, ifade ettiğim sorunsallarla –dahi- düşünüldüğünde üçüncü evrenin başlığını ‘Pandemi Sonrası’ olarak belirleyebiliriz.

“Koleksiyonların geleceği önemli bir sorunsal”

Çalışmalarınızda Türkiye’de çağdaş sanat koleksiyonculuğunun tarihselliğini ve evrelerini incelerken sorunlarına da yer veriyorsunuz. Pek çok başlık var elbette orada. Onların başında da koleksiyonun sürdürülebilirliğinin mümkün olamaması geliyor. Günümüzde de bütünlüğü korunamayan pek çok koleksiyon var, dağılan parçaları toplayan başka başka koleksiyonlar var. Öte yandan, ‘Parçalar ve Haller’ sergisinin tanıtım metninde sizin de koleksiyonculuk fikri etrafında referans verdiğiniz Walter Benjamin’in Hikaye Anlatıcısı denemesi, ifade ettiğiniz gibi deneyim çemberleri kurarak büyüyen hikayelerden söz eder. Sizce koleksiyon alanında dağılmalar mı, yoksa birleşmeler ve yeni koleksiyonların oluşması mı ön planda? Ya da şöyle soralım hikâye çemberleri büyüyor ve yayılıyor mu, yoksa giderek daralıyor mu? 

Sergiye dair gerçekleştirdiğim okumalardan ilhamla koleksiyonerler de bana göre Walter Benjamin’in ‘Hikâye Anlatıcısı’nda tanımladığı gibi bir anlatıcı rolünde. Aslında ‘Hikâye Çemberleri’nin büyüdüğünü söylemek mümkün. Özellikle pandeminin ardından yeni hikâye anlatıcıları eklendi bu büyük çembere. Elbette hikâyeyi anlatmak ya da yazmak kâfi olmuyor. Bu hikâyeyi oluşturan kelimeler arasındaki uyum/denge/edebi dil de önemli. Tıpkı, edinilen koleksiyonların barındırdığı yapıtlar arasında, olması gereken ritim ve uyum dengesinin gerekliliğinde olduğu gibi. Tam bu bağlamda eklemek istediğim diğer sorunsal ise; koleksiyonların geleceği sorunu. Yıllar içerisinde hikâyesini kendi içerisinde genişleten koleksiyonerlerin de son zamanlarda en çok konuştuğu konu bu: koleksiyonların geleceği. Müzeleşme süreci olmazsa ne olur? Bu eserler vâris de mevcut değilse kime emanet edilir? Keza en son bildiğimiz üzere tarihi bir adım olarak Lale ve Cengiz Akıncı çifti resim, heykel, seramik ve cam eserleri barındıran 700 eserlik değerli koleksiyonlarını İstanbul Resim ve Heykel Müzesi’ne bağışladılar. Koleksiyonerlikte büyüme, konum değiştirme, yeni yolların aralanması ve yeni tartışma alanları söz konusu.

“Görünmez olup kaybolan eserler çok fazla”

Türkiye çağdaş sanat koleksiyonculuğundaki eser seçim ve sunum politikasının sanat tarihi yazımını etkilediği malum. Türkiye sanat tarihinde görünmezleşen eserler olgusunu düşündüğümüzde silinip giden eserlere dair bir desenden söz edebilmek mümkün mü? 

Yazık ki; koleksiyonlara hapsolmuş, sergiler ve kitaplar ile görünmez olan çok önemli eserler mevcut. Bu nedenle de katalogların, koleksiyon kitaplarının yayınlanması ve koleksiyon sergilerinin gerçekleşmesi çok önemli. Belki de tam da bu noktada monografik çalışmaların öne çıkması gerektiğini söylemeliyim. Özellikle, biz sanat tarihçilerin iz süren çalışmalar gerçekleştirmesi ya da bu çerçevede akademik çalışmaları yönlendirmesi gerekmekte. Görünmezleşen eserlerin izini sürerek, belge taramaları ile eserlerin yeniden keşfi mümkün olabilir. Şunu da eklemeliyim: Görünmez olup elden ele gezip, kaybolmuş eserlerimiz de yazık ki çok fazla. Özellikle bu durum, vefat eden sanatçılar ve koleksiyonerlerin ardından sürdürülebilirliğin sağlanamadığı durumlarda izleniyor. Kesinlikle tüm bunlar, sanat tarihi yazımını- kanonunu etkileyen önemli sorunsallar.

“Koleksiyonda Fikret Mualla ile kurulan ilişki bağlamı şekillendirdi”

Küratörlüğünü üstlendiğiniz Bor Sanat’taki ‘Parçalar & Haller’ sergisi izleyiciyi koleksiyonculuğun kendisi üzerine düşünmeye davet ediyor. Serginin bütünü bize nasıl bir hikâye anlatıyor? 

‘Parçalar&Haller’, Bor Holding Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Cem Hancan’ın sanat koleksiyonundan bir seçki sunmakta. Kendisi “ben henüz kendimi koleksiyoner olarak görmüyorum” ifadelerini kullansa da bana göre koleksiyonda var olan Fikret Mualla başlığı oldukça özel nitelikte ve tüm eserler düşünülerek ve titizlikle edinilmiş. Sergiye uzun süredir hazırlanmaktayım, okumalar yapmaktayım. Koleksiyonda var olan ‘Fikret Mualla’ eserlerinin yoğunluğu ve koleksiyonerin Mualla ile kurduğu hayatî ilişki, benim bu sergide anlatmam gereken bağlamı da şekillendirdi. Koleksiyona Fikret Mualla dışında dahil edilen eserler de estetik yönleriyle oldukça güçlü eserler fakat aralarında bir payda yaratmıyorlar. Oldukça parçalı bir yapıyı oluşturuyorlar ve bir hikâyeyi sunmakta zorlanıyorlar. Dolayısıyla, sergi bize ‘Haller’ bölümünde kocaman bir ‘Fikret Mualla’ hikâyesi anlatıyor. Referans metinleri, kendi içerisinde ayrı dönemleri ile. Bu bölüm ‘Parçalar’ ile birleştiğinde ise bir koleksiyon inşa hikâyesine dönüşmekte ve iki bölüm sergi izleyenini karşılaştırma ve tartışma yapmaya sürüklemekte. Küratöryel kurguda amacım da tam anlamıyla bu idi.

“Fikret Mualla eserleri koleksiyonun gücünü arttırıyor”

Koleksiyonerin belli bir anlatım arayışıyla Fikret Mualla’ya yöneldiğini söyleyebilir miyiz?  

Fikret Mualla eserlerini bir arada sunan ‘Haller’ bölümünde; Fikret Mualla’nın ve aslında koleksiyonerin eser alım hallerini izlerken eserler; Ruh Durumları&Çizgi/ Paris Işıltısı/ İnsan Halleri/ Nü Denemeler/ Natürmort Tutkusu/ Vazgeçilmezi: Mektuplar/ Ruh Durumları& Portre/ Ruh Durumları& Kent başlıkları altında incelenebilecek paydalara sahip. Bu bölümdeki eserlere ayrıca; Özgür Cem Hancan’ın kitap koleksiyonunda yer alan Abidin Dino/Ara Güler ve Taha Toros tarafından kaleme alınmış yayınlardan Fikret Mualla alıntıları eşlik etmekte.

“Yapıta meta olarak yaklaşılmamış”

Koleksiyonerin uzun yıllara yayılan Fikret Mualla okumaları, sanatçı ile kurduğu empatik ilişki, kendiliğinden ve zorlamasız bir öykü anlatıcılığına dönüşmüş. Eserlerin çoğu, Paris’te sanatçının izini sürerek edinilmiş ve buradaki gerçeklik bana göre koleksiyonun gücünü daha da artırmakta. Sanat yapıtına bir “meta” olarak yaklaşmaktan öte burada gerçek bir değer verme ve tarih yazma çabası dikkat çekmekte. Bu bölüm; bu bağlamda koleksiyonerlere bir anlatı ve örnek sunmakta. Koleksiyonda var olan mektuplu resimler, Paris’te Mualla’nın dahil edildiği fakat davet edilmediği sergi davetiyesi de sergiye de önemli bir bellek desteği sağlıyor. Şu detayı da belirtmek istedim. Tüm eserler restorasyon uzmanı akademisyenler tarafından bilimsel yöntemlerle incelendi ve orijinalliği kanıtlandı. 

“Küratörlük, keşif sürecine girme eylemi”

Sizin için Fikret Mualla’ya ait 32 eseri bugüne çağırmak ve kürasyonlarını yapmak nasıl bir deneyim oldu? Mesela sergiden sonra sizin Fikret Mualla gramerinize dair okumalarınızda bir değişiklik oldu mu? 

Elbette oldu. Bir sergi projesine küratör olarak hazırlanırken uzun süreçli bir inceleme, okuma dönemi, olmazsa olmazlar arasında. Ben de bu süreçte bildiğim Fikret Mualla’yı daha da iyi tanımak amacıyla kaynak taramaları, okumalar gerçekleştirdim. Özellikle Abidin Dino’nun metinleri ile Mualla’nun ruh durumlarına daha da yakınlaştım, sanatçının hayatını içselleştirdim. Bu nedenle de küratörlük, gerçekten bir keşif sürecine girme eylemi. Bildiğini sandıklarının daha derinine inerek kuyular açmak, bunları en doğru hissiyat içerisinde en doğru bağlamlar ile izleyenlere aktarmak. Tüm bunlar gramerinizin değişimine, zenginleşmesine de neden olmakta.

Son olarak, Parçalar bölümünde ise koleksiyonerin tek tek yöneldiği eserler var, ancak öte yandan kavramsal açıdan da sergide bir yere işaret ediyor ‘parça’lılık. Parçaları bir arada tutmak her zaman daha zor olsa gerek. Sergi metninde de yer verdiğiniz ve aslında tartışmaya açtığınız sorunsaldan kısaca söz edebilir misiniz?

“Parçalar” bölümünde; koleksiyonda yer alan Fikret Mualla eserlerinin dışında yer alan eserlere odaklandım. Bu bölümde eserler 1/2/3 başlıkları altında gruplanıyorlar. Koleksiyonda sanatçılara dair tek olanlar, ikişer tane olanlar ve üçer tane olanlar gibi düşünebilirsiniz.  Sergi bölüm metnim de şu şekilde : “Bir koleksiyonda sanat eserinin/sanatçının nicel/sayısal varlığı ne demektir? Oluşan bu ‘parça’ların büyük ya da küçük, belki biricik olma hâli koleksiyonda neyi ifade eder? Alfabenin harfleri gibi söze geliyorlar mı? Yoksa yanlarına eklenecek yeni kelimelerini mi bekliyorlar?”

“Öyküye dahil olmayı bekleyen parçalar”

Parçalar&Haller, Bor Sanat

Bu bölümde de eserler tek tek ele alındığında tümü tek başlarına estetik nitelikleri güçlü eserler. Fakat; kendi aralarında üslüp ve ekol bağlamında çok parçalı ve paydasızlar. Adeta yeni eklenecek eserlerle bir öyküye dahil olmayı ya da bir armoninin parçası olmayı ister gibiler, bu halleri ile yalnızlar. Koleksiyonda tek eser ile bulunan sanatçılar: Ali Atmaca, Chant Avedissian, Nimet Berdan, Burhan Doğançay, Selma Gürbüz, İzzet Arda Onursan, Fikret Otyam, Kemal Önsoy, Fahrelnissa Zeid. İkişer eserle bulunanlar: Mustafa Ayaz, Ergin İnan. Üçer eser ile bulunanlar ise: Özdemir Altan, Nuri İyem, Mehmet Güleryüz.

“Koleksiyoner hallerinin sergisi”  

Bu tartışma alanlarının artması oldukça önemli. Sergi; ‘Koleksiyoner’ olma halini tartışmaya açıyor, düşündürüyor. Koleksiyonların koleksiyoneri tanımlama halleri, koleksiyoner halleri, koleksiyonları inşa eden eserlerin parçalı halleri ve koleksiyonun bize hangi öyküyü anlattığı sorunsalı. Dolayısıyla; tüm bu sorunsallara gidilen inceleme/ belirleme sürecinde tümevarım kavramı da bu nedenle bizi ilgilendiren kavramlar arasında yer aldı.

Daha fazla yazı yok
2024-04-29 01:46:16