A password will be e-mailed to you.

Uzun yıllardır sinemaya uyarlanmayı bekleyen Jack Kerouac’ın “Yolda” isimli romanı, geçen yılki 65. Cannes Film Festivali’ndeki ilk gösteriminin ardından, ülkemiz sinemalarında. 

 

Özgün ve farklı bir yazım biçimi ile yazıldığından ve çoğunlukla betimlemelerden oluşan anlatım dilinden ötürü, "Yolda", yıllarca sinemaya uyarlaması zor bir roman olarak görüldü. İlk olarak yayımlandığı 1957 yılından bugüne dek, Francis Ford Coppola’dan tutun da Jean Luc Godard’a kadar pek çok yönetmen bu ünlü eseri sinemaya uyarlama girişimlerinde bulundu; fakat kitabın sinema uyarlaması bir türlü hayata geçirilemedi.

Sonunda, Coppola yapımcı koltuğuna geçti ve filmin yönetmenliğini "Motosiklet Günlükleri" ile “yol filmi” çekme konusundaki yeteneğini kanıtlamış olan Brezilyalı yönetmen Walter Salles’e devretmeye karar verdi. Bu sayede Salles, Amerikan edebiyatı için büyük önem taşıyan bu kitabın yazımından yarım asır sonra, yıllardır planlanan sinema uyarlamasını hayata geçirmeyi başardı. Gel gelelim "Motosiklet Günlükleri" ile dikkat çekici ve olgun bir iş ortaya çıkarmayı başaran Salles’in, "Yolda"da aynı başarıyı yakalayabildiğini söylemek pek mümkün değil!

Amerikalı yazar Jack Kerouac, 1951 yılında yazdığı romanında, kendisinden yola çıkarak yarattığı yeni yetme yazar Sal Paradise’ın, Amerika’yı dolaşarak bir roman yazmasının hikayesini anlatır. Dönemin bir başka ünlü yazarı Neal Cassidy’den yola çıkarak yarattığı Dean Moriarty karakteri ise önemli bir yer tutar romanda. Özünde, Dean’in başı çektiği ve dönemin muhafazakar Amerika’sında kendilerine yer bulamayıp başkaldıran bir grup entelektüel gencin, yarın ne olacağını düşünmeden, kendilerini uyuşturucunun ve cinselliğin kollarına bırakmalarının hikayesidir "Yolda"! İşte tam da bu noktada, filmin konusunun da açıkça gözler önüne serdiği üzere, bu kitabın bir sinemacı için çok da ideal bir kaynak oluşturmadığını söylebiliriz aslında. Çünkü bir ulusun İkinci Dünya Savaşı sonrası halini resmeden ve bir kuşağın (Beat Kuşağı) doğum belgesi sayılan yoğun bir metinden, eli yüzü düzgün bir film çıkarmak gerçekten her sinemacının altından kalkamayacağı, büyük bir sınav. Salles’in filmi de, işte bu edebiyat ve sinema ana sanat dalları arasında sıkça karşımıza çıkan kan uyuşmazlığı yüzünden biraz fazla yüzeysel ve sığ bir uyarlama olarak kalmış.

Salles, filminde, ana akım izleyiciyi kaybetmemek ve takip edilebilir bir yapı kurmak adına, Kerouac’ın kitabında kullandığı sıçramalı kurgusundan vazgeçerek düz bir anlatım yolunu denemiş. Tercih edilen bu doğrusal/lineer anlatım tarzı, ilk bakışta sinemanın kurallarına daha uygun gözükse de, son tahlilde Kerouac’in orijinal metninde yakaladığı dinamizmin tamamen kaybolmasına sebep olmuş ve hikayenin ruhunu büyük ölçüde zedelemiş. Oysa, tüm gücünü betimleme ve çağrışımlar üzerine oturttuğu anlatım yapısından alan böylesine bir metnin, sinemasal karşılığını ararken biçimsel açıdan daha cesur bir yaklaşım tercih edilse, daha doğru olabilirmiş.

Filmin bu yanlış anlatı yapısı tercihinin haricinde bir diğer sorunlu tarafı ise birçoğu derinlikten uzak olan iki boyutlu karakterleri. Filmin tek büyüyen/değişen karakteri olan Dean Moriarty dışında ekranda şöyle bir yüzünü görüp yolumuza devam ettiğimiz neredeyse her karakter (bunlara Allen Ginsberg ve William S. Burruogs’u temsil eden karakterler de dahil) oldukça cılız ve çiğ bırakılmış.

Hikayeyi kayıt altına alan baş karakterimiz Sal Paradise(Jack Kerouac) ise sanki sadece biz izleyiciler hikayeyi onun gözlerinden görelim diye var. Kendisi baş karakterimiz olmasına rağmen, Sal’de bir “yol filmi” için olmazsa olmaz sayılan bir karakter değişimi halinin sinyallerini görmek bile pek mümkün değil. Tabii bu ciddi anlamda yetersiz karakter çalışmasına bir de neredeyse iki kelam bile edemeyen “kadın tiplemeler” eklenince işin tadı iyice kaçmış!

Özellikle genç oyuncular beklenenden daha fazlasını verseler ve ellerindeki sınırılı malzemeye rağmen oyunculuk adına durumu toparlamaya çalışsalar da maalesef filmin zayıf karakter çalışması yüzünden bu çabaları pek de sonuç vermiyor!

Bir de adeta filmin her köşesinden ünlü bir oyuncu çıkarmak adına oluşturulmuş “dev kadro” gerçeği var ki, kabahati burada yapımcının hanesine yazarak, Salles’in elinden bir şey gelmeden tüm bu kadroyu kabul etmek zorunda kaldığına inandırmak istiyorum kendimi.

Filmin bunca olumsuz özelliğinin yanında olumlu tarafları da yok değil tabi! Salles’in, özellikle 50’li yıllarda çekilen klasik Amerikan filmlerinin görüntü estetiğini ele alarak oluşturduğu görsel atmosfer, gerçekten takdir edilmesi gereken bir çalışma.

Salles, "Motosiklet Günlükleri"nde de beraber çalıştığı görüntü yönetmeni Eric Gautier’in de yardımıyla, dönem filmlerinin sıkça yaşadığı görsel açıdan inandırıcılık sorunun üstesinden gelmeyi başarmış.

Filmin bu harikulade görüntü işçiliğine bir de caz müziğin keskin iniş ve çıkışlara dayanan tınıları eklenince ortaya seyir zevkini ciddi ölçüde arttıran kuvvetli bir atmosfer çalışması çıkmış.

Sonuçta, Salles’in "Yolda"sı, uzun yıllardır sinemayı uyarlanmayı bekleyen bir kitabın filmleştirilmesi açısından önemli ve ilgiye değer. Fakat insan ister istemez, Kerouac’ın edebiyat alanındaki bu sınırları zorlayan, yenilikçi metninin, zamanında sinemanın biçimsel açıdan sınırlarını zorlamış Godard gibi bir ustanın elinde nasıl bir hal alabileceğini düşünmeden edemiyor!

Daha fazla yazı yok
2024-05-02 00:50:05