A password will be e-mailed to you.

Artnews yazarı Andrew Russeth, Türkiye basınının yapamadığını yaptı ve İstanbul bienali küratörü Carolyn Christov-Bakargiev’i giderek yaklaşan 14. İstanbul Bienali üzerine konuşturdu. Hem de “tuzlu tuzlu.” Bize de ekibimizden Özlem Akarsu’nun özenli çevirisiyle yayınlamak düştü.

“‘Boğazı gerçekten çok iyi tanıyacaksınız. Yalnızca onu değil, adaları da…”

 

‘TUZ HER ZAMANKİNDEN DAHA ÖNEMLİ’:

CAROLYN CHRISTOV-BAKARGIEV’ İLE ‘TARİHTEKİ EN DAĞINIK İSTANBUL BİENALİ’ HAKKINDAKİ PLANLARINI KONUŞTUK

Çalışırken Carolyn Christov-Bakargiev kadar çok eğlenen bir kuratör var mıdır? Hatta sanat camiasında ondan daha neşeli birine rastlanabilir mi? Christov-Bakargiev’in kuratörlüğünü üstlendiği ve Almanya’da her zamanki yeri olan Kassel’den başlayarak, Kanada’da Banff’a, Mısır’da İskenderiye’ye ve Afganistan’da Kabil’e uzanan, 2012’deki Documenta 13 sergisi, beş yılda bir düzenlenen geleneksel Documenta sergilerinin en vahşisi ve en tutkulusu oldu.

Christov-Bakargiev dışında pek az kimse serginin tamamını deneyimledi. Christov-Bakargiev bu ayın başında Turin’de yeni birleşen Galleria d’Arte Moderno ile Castello di Rivoli’nin müdürü olma ünvanını kazanarak, zamanımızın en meşhur müze müdürleri arasına katılmış oldu. Christov-Bakargiev sanat dergilerinde her boy gösterdiğinde çok tartışmalı ve aşırı taşkın bir şeyler yapıyor. “Domuz pastırması yapmak için domuzu kürate edersiniz” diyerek küratör terimiyle arasına mesafe koymak gibi ya da Documenta 13’ü kamuoyuna, yalınayak çöp torbalarının kenarında otururup cilveli cilveli sırıttığı kendi fotograflarıyla birlikte sunmak gibi ya da “Kat kat örülmüş şifrelemesi çözülmeden önce, hem parmakizlerimizle dolu yatay yüzeylerin kıyılarından hem de sualtının derinliklerinde uzaklara açılır.” diyerek Eylül’de başlayacak olan ve kuratörlüğünü kendisinin üstlendiği İstanbul Bienali için yapılan çalışmaların içeriği hakkında çok dolaylı ipuçları ve şifreli mesajlar vermek gibi…

Geçen ay bir sabah Christov-Bakargiev, Sao Paulo’da bir otelin havuz başında oturuyordu. Brezilyalı sanatçı Maria Martins (1894-1973) hakkında çekilen bir belgesel için film ekibinin karşısında Martins’i destekleyen bir konuşma yapıyordu. Onlar toparlandıktan sonra, beni arayıp yokladı, röportajımıza başlamaya hazırdı.

Christov-Bakargiev enerji saçarak, ısrarla “İstanbul Bienal’i hakkında konuşmak istersen, şimdi tam zamanıdır” dedi. Bir önceki İstanbul Bienali ihtilafla kapanmıştı. Şehirde sürmekte olan protestolar nedeniyle, bienalin küratorü Fulya Erdemci, bienalle ilgili planlarını kırpmak zorunda kaldı ve açık alanların bazılarındaki projeler hurdaya döndü. O bienal sırasında, daha sonra başına getirileceği bienal danışma kurulunda çalışan Chistov-Bakargiev “Geçen sefer Bienal’in anlık bir vurgusu oldu” dedi. “Dolayısıyla bienali yapmak fikri sezgisel olarak o an aklıma düştü. Bu bir anlamda kendine sanat dünyasının ağır topları arasında önemli bir yer bulmaya benziyordu.” Documenta’yı yapmıştı ve ardından yapacağı ilk iş olan İstanbul Bianeli çok daha küçük çaplı olacaktı. “Bunun çok ilginç, akıllıca bir hamle olduğunu düşünüyorum”dedi. Christov-Bakargiev, söylediğine göre, Brezilya sanat tarihinde önemli bir yer tutan Brezilyalı sanatçı Cildo Meireles’i ziyaret etmek için de Brezilya’da bulunuyordu. “Buraya, İstanbul için tam da hedefi yakalayan bir çalışmasını ödünç almaya geldim. Bu çalışma onun Rio’daki stüdyosunda bulunan ve sadece iki kez görülmüş özel bir resimdi ve bu resim benim ‘özgün’ zeminimdi” dedi. “Dolayısıyla bir bakıma İstanbul Bienali’nin bütünü bu biricik resim etrafında ve onunla ilişkili olarak ortaya çıkacak.”

Christov-Bakargiev niyetlerini genellikle bir parça gizemle örtmekten hoşlanır. Bu kuratöre özgü kurnazca bir fikir ve sağlam bir PR stratejisidir. Dolayısıyla resmi göstermeyi reddetmesi hiç de şaşırtıcı değil. Basılı materyale göre “Tuzlu Su: Düşünce Biçimleri Üzerine Bir Teori” başlığı altında yapılacak olan Christov-Bakargiev’in bienali,yaklaşık 60 görsel sanatçının yanı sıra denizbilimcileri ve nörobilimcileri de içerecek. Katılacak olan isimler hakkında sessizliğini korumakla birlikte projeyi kavramsallaştırma süreci üzerine gevezelik etmeye hevesliydi:

“Boğazı seyrediyordum ve boğaz bana büyük I şeklinde görünüyor gibi geldi. Boğaz bana birdenbire bir sembol, bir hiyeroglif, bir marka, bir logo gibi bakmaya başladı ve ardından şirketlerin ve kurumların logolarının bizi şaşkına çevirmekte olduğu olgusu hakkında düşünmeye başladım. Kataloglarımızda herkesin kendi logosu vardı. Bu beni çılgına çevirdi. Bu kez aslında bir düşünce biçimi olan logonun kökeni ve sembolün kökenleri hakkında düşünmeye başladım. Avrupa ve Asya’nın, Kuzey ve Güney’in buluşmasını temsil eden bu düşünce biçimi nedir? Boğaz tüm bunları –Osmanlı İmparatorluğunu ve sonrasını- mı temsil ediyor?” Düşünce biçimi? Bu, teosofist Annie Besant’ın aynı adı taşıyan kitabına bir referans olabilirdi.

Christov-Bakargiev “Bu kitap 20.yy başlarında sanatçılar arasında elden ele dolaştı.” dedi. “Hilma af Klimt’de vardı ve Kandinsky’de ve daha pek çok kişide de olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla Annie Besant bu Tinselci, soyut sanatın bir parçasıydı. O görünen ve görünmeyen dünya arasındaki ilişkiyi betimledi. X-ışınlarının gelişimi, fotoğrafçılığın gelişimi, negatif fotoğraf ve ruhaniyet ve benim imgesel dediğim şey, yani derin bir trans hali ya da meditasyon ya da yoga yapıyor olmadıkça genellikle göremediğimiz, etrafımızı saran ete kemiğe bürünmüş biçimlerin uzamı hakkında konuşuyordu.”

“Teosofistik düşünce biçimi aslında sanatta soyutlama olarak adlandırabileceğimiz şeye ait bir estetiktir. Bunun sanat olduğunu düşünüyorum. Basitçe modern sanateserlerinin, varlığını hala sürdüren ilk tanımlarından biridir.” Teosofi elbette günümüzde kesinlikle en parlak günlerini yaşamıyor, popüler imgelemde sahtebilim, okültist şarlantanlık olarak algılanıyor.

Christov-Bakargiev onun mirasının diğer vehçelerine vurgu yapmak istiyor. “Bunlar yeryüzünün her yerinde açık toplumlar yaratıyorlardı ve insanların etnik kimlikleri, cinsiyetleri ve sahip oldukları malvarlığı ya da güç miktarından bağımsız olarak özgürleşmesi için varlardı,”dedi. “Çünkü bunlar radikal demokratlardı ve aynı zamanda ilk çevrecilerdi ve sanatlarla bilimleri birleştirmekle oldukça ilgiliydiler, çünkü dünyayı ve dünyanın enerjilerini ancak bilimle yapılacak bir ittifak yoluyla bilebileceğimizi düşünüyorlardı. Bir katastrofa, ekolojik bir felakete meydan verilmeyebilirdi,”. Ezoterik olan, Christov-Bakargiev’in çalışmalarında genellikle olduğu gibi, eninde sonunda nev-i şahsına münhasır bir şeyde, tuhaf döngüler yoluyla şimdiki anla buluşur.

Christov-Bakargiev Documenta 13’ün düzenini dinamitlemeyi planlamamışsa da, şu açıklamayı yapmaktan geri durmadı,

“Bu bienal tarihteki en dağınık İstanbul Bienali olacak. Boğazı gerçekten çok iyi tanıyacaksınız. Yalnızca onu değil, adaları da…” “Eğer insanlara söyleyebileceğim bir şey varsa o da, çok fazla taksiye bineceklerini sanmamaları ve bundan kaçınmaları gerektiğidir”dedi, “çünkü Boğaz’da gezinmek için feribot ve vapur tarifelerini öğrenmek yerine trafiğin sıkıştığı köprüleri geçmek zorunda kalırlar.”

Bienal’in tamamını gezmek için en az üç gün gerekmektedir. (Kassel ayağının takriben %75’ini izlemek için dört gün boyunca dolaştığım Documenta ile karşılaştırıldığında kulağa hoş geliyor.) Bir yandan konu hakkındaki ketumluğunu koruyor olsa da, bundan tam 100 yıl önce meydana gelen Ermeni soykırımının Bienal’deki yerini alacağını söyledi. “Bir Ermeni bölümü olmayacak,” dedi. “Bu istismarcı ve milliyetçi bir sunum olurdu. Çalışmaların hepsi birlikte örüldü.

“Bir kez daha, proje için “küratör” terimini reddetti ve bunun yerine projenin “taslağını oluşturduğunu” söylemeyi tercih etti. “Taslak oluşturmak çizmektir –tasarım yapmaktır” dedi.

“Taslak oluşturmak ‘çizmek’ten türer, dolayısıyla iki anlamı vardır. Çizmek çizim yapmaktır, ama aynı zamanda o çizgiyi çekmektir. Artık tamam dediğinde çizgiyi çekersin. Dolayısıyla ben bir çizgi çekiyorum bununla birlikte bu aynı zamanda bir şeyin ana hatlarını oluşturmak, enerjileri hissetmek, enerjileri güçlendirmek ve bu hatları çizerek ve birleştirerek o şeyin taslağını oluşturmaktır.

Bitirmek üzereyken, Christov-Bakargiev bir an için sustu ve bana baktı.

“Bana tuz hakkında soru sormamış olmanız çok komik, çünkü başlıkta ‘tuzlu su’ geçmekte,” dedi.

Haklısınız, tuz hakkında bir şeyler dinlemekten memnun olurum, dedim.

“Tuz her zamankinden daha önemli. Tuz hakkında çok da çalışma bulunmuyor, çünkü sanatçıların tuz hakkındaki şeylerle uğraşması gerekmiyor. Bana göre tuz şifrelerden biri. Şeylerin yüzeyi altında neyin olduğuyla ilgili. Tuzu –çok fazla tüketemeyeceğiniz bir şey olarak düşünürsünüz ya da tuzlu su içemezsiniz, çünkü içerseniz ölürsünüz. Ama halihazırda bedenlerimizin çoğu tuzlu sudan ibarettir. Hayatın anlamdaşlarından biri de tuzdur. Tuz şöyle düşünüldüğünde hayatla eş anlamlıdır; bir yerde tuz varsa bu orada var olan moleküllerin belli elementlerini halihazırda kendisine çekmiş olan negatif yüklü iyonların da var olduğu anlamına gelir, öyle ki bunları ayrıştırma yoluyla bir su molekülünden tuz üretebiliriz.”

“Tuzlu suyun sağaltma yetenekleri vardır,” dedi.

“Bunun en ilginç şifreli vehçelerinden biri ise teknolojilerimiz için en tehlikeli şey olmasıdır. Çünkü bir İpod’unuz varsa ve suya düşerse, onu bir kap pirincin içine koyarsınız ve hemen kurutursunuz. Eğer o tuzlu suya düşerse, işi biter. Teknoloji dünyasında tuz en aşındırıcı şeydir.” Ve böyle diyerek, kapattı.

Andrew Russeth’in yazısının orjinali için:

http://www.artnews.com/2015/05/29/salt-is-ever-more-important-carolyn-christov-bakargiev-on-her-plans-for-the-most-dispersed-istanbul-biennial-in-history/

Daha fazla yazı yok
2024-06-16 18:26:57