A password will be e-mailed to you.

"Bazı yazılar çok şahsidir. Başka türlü yazamazsınız." Ali Şimşek, Aret Gıcır’ın son sergisini yazdı.

Bazı yazılar çok şahsidir. Başka türlü yazamazsınız. Aret Gıcır üzerine yazacaksam benim için de öyle. Yıl 1994 olmalı; okurlarım bilmez ama, ben bir 12 yıl grafik tasarım ve sanat yönetmenliği yaptım. Daha mesleğin başındayım, Osmanbey’de bir ajansta çalışıyorum. Bir gün patron yanında bir çocuk ile çıkageldi. Tam “eti senin kemiği benim” durumu. Resme yetenekli bir çocuk. Utangaçca desenlerini gösteriyor. Kara kalem Deniz Gezmiş portresini hatırlıyorum. Yıllar geçti; birçok ajansta beraber çalıştık. Bazen sinirlendirdi işten kovduğum da oldu. Ama ertesi gün geri çağırdım. Aret benim için vazgeçilmez olmuştu.

Zamanla iyi bir grafik tasarımcı oldu, boynuz kulağı geçti. Karikatüre ilgi duymaya başlamıştı. Daha amatörlük yaşamadan bir mizah dergisinde çizgi öyküler yayınlamaya başlamıştı. “Öyle bir geçer zaman ki” başlığıyla Tatavla’dan öyküler çiziyordu. Hrant’ın önerisiyle Agos’a muhteşem “Azınlıkyan” tipini armağan etti. Azınlıkyan adı üstünde bu ülkede Ermeni olmanın ne olduğunu, müthiş bir edebilik ve sıcaklıkla veriyordu. Çizgi roman tutkusu olmuştu. Fransa’ya gidip onu da okudu. Sonra hayatın koşturmasından uzun süre görüşemedik. Ben ajanslardan bıkmış yayıncılığa ve gazeteciliğe sıçramıştım. Kimse bilmez ama Türkiye’nin en çok satan klasik markası Bordo-Siyah tasarımları da onundu. Ne yazık ki yayınevi bize yar olmadı. O kapakları her gördüğümde hüzünlenir ve Aret’i hatırlarım. Yıllar geçti Karşı Sanat’ta koordinatörlük yapıyorum. Aret ile tekrar karşılaşıverdim. Resme geçmiş; harıl harıl üretiyordu. Ermenistan’da güzel sanatlar okumuştu. Tokatlıyan’daki ilk sergisine gitmiş ve etkilenmiştim. Pirosmani’yi hatırlatan bir yerliliği vardı. Ben sanat eleştirmeni oldum o ressam. Yine buluşmuştuk işte.

Aret’in Öktem-Aykut’taki son sergisini dolaşıyorum şimdi. Yüzyıllık bir trajediyi boyamış.

Bu topraklar çok acı gördü. 2015 dünyayı kana boyayan bir çok olayın 100. yılına denk geliyor. Yoksul halk çocuklarının ”devlet dersinde” öldürüldüğü zamanlar. Devletler ve egemenler rahat yaşasın diye kıyma makinesine atılan milyonlar.Madalya, sancak, şövalyece centilmenlik tesellisi kalıyor yorgun bedenlere. Anadolu… Gerçekten acı dolu. Anadolu… Anaların dolu dolu ağladığı topraklar. Anzaklı John’u, Çorumlu Hasan’ı, Karslı Onnik’i karşı karşıya getiren kanlı Devlet dersi….

Katliamlar, sürgünler… Paya düşen hep acı…

Aret Gıcır’ın yüzleri, gözleri böyle bir acıyı hissettiriyor. Gözbebeklerine dikilen bir trajediyi, evi ve özlemi okuyoruz. Hep idealize edilen Anadolu kadınını başka bir yerden boyuyor Aret. Görülmeyen, söylenmeyen, unutulan başka bir Ana bu… Başka bir kadın, başka bir bacı.

“Ateş ve Kılıç Arasında” direnen koca bir insanlık. Adını yazar Zabel Yesayan’ın 1909 Adana katliamı betimlemesinden alan sergi, 1915’e kadar uzanan süreçte çocuklarını, ailelerini, kiliselerini, okullarını, topraklarını ve kendilerini silahlanarak korumaya çalışan, hayatta kalmak için direnen Ermeni kadınların hikâyelerinden yola çıkarak Felaket’e yaklaşmayı deniyor.

Sessizlik, ıssızlık ve içe atılan çığlık var Aret’in resimlerinde. Mavi saç tellerinden, beyaz gümüşi tenlerden, pembeleşen yüzeylerden katman katman geri dönen bir yüzleşme çağrısı bu. Tarihin kanlı palimsest’inden fırlayan acılı izler. Kartondan bir gofre gibi göğüslere gömülmüş tabancalar.

Savunmanın getirdiği acı gereklilik.

Aret bu savunuyu sallanamayan boş beşik ile tamamlıyor. Gül ve kan kırmızısı arasında salınan uyku…

 

“Ateş ve Kılıç Arasında” 9 Mayıs’a kadar Öktem-Aykut’ta izlenebilir.

Daha fazla yazı yok
2024-05-14 08:00:12