A password will be e-mailed to you.

Monophobia gözü kapalı bir kendinden eminliğin heykelleri… Vahşilikle, doğanın, anima’nın, beyazı dost edinmiş bir gotiğin öz güveni… İhtiyacımız olan bir cüret!

Elhamra Pasajı’nın merdivenlerini çıkmak benim için hep önemli olmuştur. Sanat dünyasına adım attığım basamaklardı. 2006 yılında Karşı Sanat’ın sergi ve seminerleri için adımlardım yükseltileri. İnsiyatiflerin dinamizmiyle müthiş dönemlerdi. Onlarca oturuma ve tartışmaya şahit olmuştu bina. Sonra Karşı Sanat oradan taşınınca benim de yolum düşmedi. Ama her önünden geçişte bu binaya ve girişindeki yeni dönüşümlere hüzünle bakmayı bırakmadım. Yıllardan sonra şimdi tekrar adımlıyorum tanıdık merdivenleri. Yeni olmasına rağmen önemli sergiler üreten Gaia Galeri var artık binada. Bu ay Hande Şekerciler’in “Monophobia” sergisi için tekrar adımladım tanıdık basamakları. Hande’nin işlerini yıllar önce gördüğümde manga estetiğine ve günümüz çizgiroman anlayışına yakınlıklar bulmuştum. Bir tarafıyla seksi pin-up figürler ve parlak magazin sayfalarını düşündürmüştü bana.

Kıvrak, hareketli ve “boom” efekti verecekmiş gibi sinemaya yakın da gelmişlerdi. Tabii bunlar benim ilk izlenimlerimdi. Ama her şeyden önce 1990 sonrası kültüre ait yeni gotik duyarlılıklarda keşfetmiştim inceden… “Monophobia” sergisini dolaşırken bu gotik duyarlılığın yeni bir evreye girdiğini gördüm. Tam tersi “süt beyazı” bir malzemeden üretilen bir gotik bu. Gotik bir duyarlılık için gereken alaca-karanlık ve tedirginlik, tekinsizlik (unheimlich) bizzat karşıtında beyaz’da südur edince daha başka bir güç oluşturuyor.

Monophobia serisindeki heykeller, büstler, başlar ve delici bakışlar bu “ilkel” beyazın, modern-vahşi’nin, şamanistik sinyallerin izini sürüyor. Önce mermere, sonra alçıya yerleşen uygar pürüzsüzlük ve saflık, tam da bastırdığı çokluk’u ve semavi dinlerin soyut bir gösteren’e indirgediği melez gövde-oluşu yerleştiriyor siyah mekana. Hande epoksi ve akriliğin potansiyellerini uygarlığın pürüzsüz mermer ve rokoko alçı duyarlılığı ile yüzleştiriyor. Semavi “tek tanrı”nın soyutluğunun ötesinde bir zenginliği muştulaşan Şamanistik, cehennem korkusunun ve cennet “ödül”ünün çok ötesinde bir kosmos ve iyimserliği gösteriyor.

Hande’nin beyazından süzülen bakış, hayvan-oluş, boynuz, arkada kalan ve günümüzde örtük olarak yaşayan vahşiliği de okumaya çalışıyor kendince. Mermer ve alçı gibi yontulamayan, süt beyazında ve pürüzsüzlüğünde bir “kanlı” imparatorluk kuramayan, Örtülemeyen bir kıpırdama (anima) bu… Hep canlı Kıpırtı! Huzurlu ve kendinden emin, iç sıkıntısından uzak bir gözü kapalılık var heykellerde. İsa’nın pathos’u ya da kendini fedasından uzak bir huzur. Rönesans heykellerinden günümüz hi-fi kulaklıklarına uzanan “hipster” bir huzura belki…. Yorumlayana göre değişir! Monophia gözü kapalı bir eminliğin heykelleri… Vahşilikle, doğanın, anima’nın, beyazı dost edinmiş bir gotiğin öz güveni… İhtiyacımız olan bir cüret! Beyaz bir “yeniden başlangıç”-Tabula Rasa değil. Bakire (virgin) bir ahlakın bıktırıcı vaazları da değil… Ne peki? Tam da ihtiyacımız olan, Semavi ceberrutluğa başkaldıran, Arzu’yu düstur eden bir barışma çağrısı… İçimizdeki Şaman’a dönme isteği…

Zemin ve mekandaki Siyah ve Karanlık ile uyumlu bir süt beyaz… Lekeyi çağıran bir masumiyet.

Beyaz’dan fışkıran alaca karanlık.

Dost tekinsizlik!

Hande Şekerciler’in heykelleri için 7 Kasım’a kadar vaktiniz var.

Beyaz’ı tekrar düşünmek için.

Daha fazla yazı yok
2024-05-04 07:01:09