A password will be e-mailed to you.

Henry James, 1909’da “Sandro Botticelli hakında layıkıyla, hatta anlaşılabilir şekilde konuşmak zor.” diye yazdı. Yine de, bu tür endişeler onu denemekten alıkoymadı. Ne de sanat tarihçisi Bernard Berenson kendi kendine sorduğu aldatıcı sorulardan yılmıştı: “Sandro Botticelli’yi bu kadar karşı konulamaz yapan nedir ki bugünlerde ona tapınmaktan ya da iğrenmekten başka şansımız yok?”

Yüzyıldan uzun bir süre sonra, bu büyüleyicilik geçmek bilmiyordu.

Ognissanti’nin kilisesinde, Botticelli’nin mezarını belirten plakanın yakınlarında, ziyaretçilerin ressama mesajlarını bırakabilecekleri hasırdan yapılmış bir sepet vardır. Bu yılın başlarında bir sabah, yarım düzine mail yerleştirilmişti. En üstte, bir hayranının mektupu vardı, sade bir şekilde, “Eserlerinizi, ilk gördüğümden beri, hayatım boyunca sevdim.”

Ondan başka hiç bir Rönesans sanatçısı ölümünden sonra bu kadar baştan çıkaran bir çalışma göstermemişti.

Mükemmel Michelangelo, Santa Croce’de, bir prense yetecek kadar muhteşem bir anıtın altına gömülmüştü, ama çekingence yalaka yazılar bırakılmamıştı. Diğer bir yanda, Brenson’un değindiği gibi, Botticelli’nin eserlerine tapmayanlar, tiksinmeye meyillidirler. Lucian Freud’la yaptığımız bir sohbette konuyu açtım: Botticelli’nin sanatının büyük bir hayranı olmadığını tahmin etmiştim. Freud, hissederek, “tiksinirici” diye cevap verdi.

Dolayısıyla hala 21.yüzyılda bunu sormaya değer: Bu 15.yüzyıl Floransalısı, ölümünden 500 yıl sonra, nasıl hala bu kadar güçlü tepkiler almaya devam ediyor? Bu soru Berlin’in Gemaldegaleri ve Londra’nın Victoria and Albert müzesi tarafından 3 Temmuz itibari ile sergilenen, “Botticelli Reimagined” tarafından soruldu.

Bu iki yönlü bir araştırma. Yarısı, aşağı yukarı 50 eser, sanatçının faaliyetlerine ve workshoplarına adanmış. Devamı ise mirasını şimdiki zamana kadar takip ediyor, ve hala yaşan figürlerle, David LaChapelle, Cindy Sherman, Bill Viola, Dolce&Gabanna(Venüs’ün elbisesi) ve Fransız vücut sanatçısı Orlan (kendini cerrahi olarak Botticelli-vari çizgilerle yeniden şekillendirem kişi.), son buluyor. Gerçek Botticciniler, her ne kadar Madonna ağırlıklı olsa da, ziyaretçilerin ilgisini çekecek olanlar ve gösterinin odak noktası, muhtemelen, sanatçının süregelen etkisinin ilgi çekici olması. Sadece hayatta kalan kanıt parçaları Botticelli’nin nasıl biri olduğuna dair fikir vermekteydi. Eski stüdyo anektodlarından, sert eşek şakaları ve keskin karşılık vermeye karşı karakteristik bir Florentin uslubu olduğu izlenimini yaratmakta. Ününe karşın, önce ve sonrasında, nü kadın ressamı olarak, Botticelli kadınlarla iyi anlaşan bir erkek değildi. Gerçek Botticelli çok çalışan, tartışmacı, gülmekten ağlatan bir şaka tarznı tercih eden, kendi çağdaşdaşlarında sıkça rastlanan hemcins ilişkiler. Botticelli’nin ölümünden 40 yıl sonra, 1550’de, Giorgo Vasari onun , övgü dolu sözlerle ve bazı önemli resimlerinin açıklamasını kapsayan, kısa bir biyografisini yayınlamış – Vasari’nin avantajında olan bazı canlı detaylar var, ama aynı zamanda telefon oyununda bir unsur. O, en uzun ve şevkli sanat eserini kaleme aldı, Assumption of the Virgin. Fakat ortaya Botticelli tarafından kaleme alınmadığı, benzer isimli olan başka bir sanatçıya ait olduğu ortaya çıktı: Francesco Botticini, 1446-1497. (Zavallı Botticini- eserleri bir kaç yüzyıl, baskı hataları sebebiyle gözardı edilmiş, bu yılın başlarında Londra’da ki National Gallery’de yapılan küçük güzel sergiyle diriltilmiştir.) Botticelli’nin ünün acayip yönlerinden biri ise çok gecikmiş olmasıdır. Birkaç sanatçı ölümünden sonra yıldız olmuşlardır, Vermeer ve Vagn Gogh bir diğer örneklerdir, ama Botticelli’nin durumunda, aradaki süre alışagelmedik şekilde uzun: üç yüzyıldan uzun. Yaşadığı zamanda, Alessandro di Mariano di Vanni Filipepi (aşağı yukarı, 1445-1510), tam adını vermek gerekirse, Florantine sanat topluluğunun çok saygı duyulan bir üyesiydi. (Botticelli, “küçük fıçı”, onun en büyük abisine verilen, bankacı olan büyük ihtimallede şişman yada alkolik, takılan takma adıydı.) – 1490’da, Floransa’da, Milan düküne çalışan ressamların değerlendirmesini yapan bir yazıda Botticelli ön plana çıkmış, eserleri inanılmaz olarak nitelendirilmiş ve onu hayalperest, mahzun gözlü Madonnalarve kabuğunun üstünde duran erkeksi bir Venüs’le bağdaştıranlara da kafa karıştırıcı gelmişti. Ama dükün temsilcisi, Botticelli’yi diğerlerinin üstüne, Ghirlandaio ve Perugino’nun dahil olduğu, çıkarmamış.

Bir başkası tarafından da yüzyıllarca çıkarılmamış. yüzyıl başlarında, The Birth of Venus ve La Primavera, Castello’nun Floransa’nın dışındaki villasında, yüzyıllardır olduğu yerde, keşfedildi. Uffizi’de (Floransa’da bir galeri) sergilendiler ve yavaşça ilgiyi üzerlerine çektiler. O zamandan beri, “ilkel” 15.yy üslubu gelişti, bazı cesur ruhlar onun eserlerini biriktirmeye başladı (hala ucuz fiyatta), fakat Botticelli’nin kült oluşu bu yüzyılın ikinci yarısında kendini göstermişti. 1870’de Walter Pater tarafından yazılan bir yazıda, Oxford’lu bir akademisyen, değişen tatlar konu olmuştu.

Botticelli hakkında söylenecek “çok ama çok fazla” şey var, diye düşündü Henry James, ama “Bay Peter her şeyi söyledi.” Peter için, Botticelli “her şeyin üstünde şairane bir ressamdı”. Figürlerindeki melankolik hava, “düzensiz yüzlerindeki ,irkilmiş hayvanlarda gördüğümüz, efkarlı sorgulama”, tam anlamıyla 19.yüzyılın son dönemleriyle eşleşmiş ve Britanya’nın Pre-Raphaelites tarafından toparlanmıştır. Rossetti bir Botticcini sahip olmuş, şimdi V&A kolleksiyonunda ve kendi eserlerine baz olarak kullanılıyor; onun çağdaşı olan Edward Burne-Jones’da aynı şeyi yapmıştı. Botticelli tarafından yapılan figür, The Birth of Venus’ün merkezindeki nü, geri dönüştürldü, ve diğerlerinden daha çok marka haline geldi, yerçekimine karşı koyarcasına ve şişmanlık algısında süzülüyor. O (Venus), fevkalade zarif, ve her gün gerçeklerinden çok uzak.

Botticelli’nin Tanrıçası 15.yüzyıl süper modeli: mükemmel, belli ki hafif, özgüvenli, havalı ve gösterişli üzgün. Venus, Botticelli’nin en iyisi değil. Yanyana konulduğunda, La Primavera kesinlikle daha iyi bir tablo. Ama Venüs, dünyanın bütün dikkatini elinde tutuyor ve Freud gibi, her şeyi topluyor, ağırlığa bağlı olması, üç boyutlu formu, ve bedensel gerçekliği, doğalayısıyla nefret ediliyor. O (Venüs), sonsuz kez kopyalanmıştır: 1963’te, Pop sanatçısı Alain Jacquet, üzerinde durduğu kabuğa odaklandı, onu boya firmasının somut örneği yaptı; Warhol onu Marilyn’in 15.yüzyıl öncüsüne dönüştürdü, sadece ipek görünümlü kafa hareketiyle, farklı renklerle, saçlarının rüzgarda inanılmaz çırpınışıyla. Joel-Peter Witkin çalışmayı transgender bir mankenle fotoğrafladı; David LaChapelle cazibeli bir tarzla, tropikal renklerle aynısını yaptı. Tomoko Nagao onu ve ona eşlik edenleri bir grafik stili olarak, manga, çağdaş tüketici çöplüğünün üzerinde süzülürken tekrardan resmetti. Onun resmine bayılıyorda olsanız yada onun yerine melankolik Madonnalar ve tanrıçalar alerjik bir reaksiyon tetiklese de, Venüs’te -diğer bütün işlerinin üzerinde- Botticelli’nin çiziminden beş yüz yıl sonra hatırlanabilecek, her yerde olan bir resim olduğu inkar edilemez. Dünya’nın en çok hatırlanan resimlerinin üzerinde.

http://www.blouinartinfo.com/photo-galleries/botticelli-reimagined-at-the-va?image=5

Daha fazla yazı yok
2024-05-02 13:40:29